Tarih, ideolojik zafer sarhoşluğuyla kendi felaketini hazırlayan toplulukların ibret verici hikâyeleriyle doludur. Bugün Türkiye’de, komşu ülkelerin laik rejimlerinin yıkılmasına sevinerek o ülkelerdeki kaosu alkışlayanlar, yarın benzer bir senaryonun kendi kapısını çalacağını göremiyorlar. Daha da çarpıcı olan, bu kesimlerin, gerçekleşmesini coşkuyla bekledikleri İslamcı rejimlerin ilk mağdurları olarak Batı’ya kaçacak olmasıdır. Bu bir spekülasyon değil, İran’dan Afganistan’a, Suriye’den Libya’ya kadar yaşanmış bir gerçeğin tekrarıdır.
Laik Rejimlerin Çöküşüne Alkış Tutmak
Bugün Suriye’nin laik yapısının çöküşünü ve yerine radikal unsurların yerleşmesini bir “zafer” olarak görenler, bu süreçte HTŞ gibi terör örgütlerinin ABD ve İsrail’in desteğiyle başkentlere egemen olmasından rahatsızlık duymuyor. Türkiye’den bazı çevreler, bu kaosu destekleyerek kendilerini büyük bir yanılsamaya kaptırıyorlar. Bu tutum, Erdoğan yönetimi ve etrafındaki isimler (Hakan Fidan, Yaşar Güler, Devlet Bahçeli, İbrahim Kalın gibi) aracılığıyla bu projeye hizmet edildiğine dair yaygın bir kanaatin güçlenmesine de sebep oluyor.
Oysa ki laiklik sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda toplumsal barışın sigortasıdır. Komşularımızdaki bu sigorta devre dışı bırakıldığında nasıl bir yıkıma sürüklendiklerini hepimiz gördük. Afganistan’da Taliban, İran’da mollalar, Irak’ta mezhep savaşları, Libya’da milis grupları… Bu yıkımlar, sadece o ülkelerin halklarını değil, çevre ülkeleri de felakete sürükledi.
İslamcı Rejimlerden Kaçış: Tarihi Bir Kural
Bugün laikliğe karşı zafer naraları atanlar, yarın şeriat rejiminin ağırlığı altında ezildiklerinde ilk fırsatta Batı’ya sığınacaklar. Afganistan’dan kaçanların Suudi Arabistan’a değil, Avrupa ülkelerine gitmesi bunun açık bir kanıtıdır. Aynı şekilde İran İslam Devrimi sonrası kaçan milyonlarca İranlı, Türkiye veya Pakistan’da değil, ABD ve Avrupa’da yeni bir hayat aradı. Libya’dan ve Suriye’den kaçanlar da Körfez ülkelerine değil, Almanya, Fransa, Hollanda gibi laik ülkelere yöneldi. Çünkü teokratik rejimler, onları destekleyenler için bile yaşanılmaz hale gelir.
Bugün Türkiye’de, “din kardeşliği” söylemiyle laik rejimin zayıflamasını destekleyenler, yarın bu rejimin tamamen yıkılması durumunda neyle karşılaşacaklarını tahmin bile edemiyorlar. Şu anda İran’da, Afganistan’da ve benzeri ülkelerde olanlar, İslamcı rejimlerin, destekçilerini bile düşman ilan eden totaliter yapılar olduğunu defalarca kanıtladı.
Türkiye’nin Geleceği: Laik Bir Karşı Durum Gerekli mi?
Türkiye, son yirmi yılda laik yapının sistematik olarak aşındırıldığı, kurumların yozlaştırıldığı ve toplumsal yapının dinî kimlik üzerinden kutuplaştırıldığı bir süreç yaşadı. Eğer bu gidişata bir noktada dur denilmezse, ülkemizin bir İslamcı rejimle tanışması kaçınılmazdır. Ancak burada sorulması gereken kritik bir soru var: Bu değişimden kim fayda sağlayacak?
Bir İslamcı rejimin Türkiye’ye hâkim olması, yalnızca özgürlüklerin yok olmasına, kadınların, azınlıkların ve farklı düşünenlerin sistematik olarak baskı altına alınmasına değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir çöküşe de yol açacaktır. Böyle bir durumda, bugünkü “rejim sevicileri” Batı ülkelerine kaçmaya çalışırken, laikliği savunan, Türkiye’yi terk etmeyen azınlık bir grup ise bu enkazın altında kalacaktır.
Bu noktada, laik bir karşı duruşun ne kadar gerekli olduğu açıktır. Ancak bu duruş, yalnızca askeri veya siyasi bir hamleyle değil, toplumsal bir bilinçle, eğitimle ve geniş bir dayanışmayla güçlendirilmelidir. Eğer Türkiye’nin laik yapısı yeniden tesis edilemezse, yalnızca biz değil, gelecekteki nesiller de bu hatanın bedelini ağır bir şekilde ödeyecektir.
Sonuç: Tarihten Ders Almak Şart
Komşu ülkelerdeki laik rejimlerin yıkılmasına sevinmek, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan başka bir şey değildir. Bugün Suriye’de HTŞ’nin güç kazanmasını alkışlayanlar, yarın aynı yapının Türkiye’de güçlenmesine zemin hazırladıklarının farkında değiller. Ve unutulmamalıdır ki, bu tarz rejimler altında ilk ezilenler, onları destekleyenler olur.
Türkiye’nin geleceği, ancak ve ancak laiklik ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmasıyla güvence altına alınabilir. Eğer bu ilke terk edilirse, tarih bir kez daha tekerrür edecek ve bu gidişattan en çok zarar görenler, bu süreci destekleyenler olacaktır. Şimdi bu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmenin tam zamanıdır. Çünkü tarih, onu görmezden gelenler için acımasızdır.
Bir yanıt yazın