“ŞAH FIRAT” OPERASYONU İŞTE ŞİMDİ

12 günde Esat Rejimini alaşağı eden Suriye muhalefetinin ağırlık noktasını oluşturan HTŞ, 2018 yılında Türkiye tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen bir oluşum.Temeli El Kaide’ye ve onun türevi olan El Nusra’ya dayanıyor.(1) Bu sebeple DAEŞ’in isim değiştirmiş ve cilalanmış hali diyenler de var! “IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi de kuruluşunda yer aldı.” diyor kaynaklar.(2) - turbe

12 günde Esat Rejimini alaşağı eden Suriye muhalefetinin ağırlık noktasını oluşturan HTŞ, 2018 yılında Türkiye tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen bir oluşum.
Temeli El Kaide’ye ve onun türevi olan El Nusra’ya dayanıyor.(1) Bu sebeple DAEŞ’in isim değiştirmiş ve cilalanmış hali diyenler de var! “IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi de kuruluşunda yer aldı.” diyor kaynaklar.(2)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016 yılında Beştepe’de STK’lara verdiği bir iftar yemeğinde yaptığı konuşmada El Nusra için “PYD, DAEŞ’e karşı savaşıyorsa El Nusra da canla başla savaşıyor ona neden terör örgütü diyorsunuz?” diyerek sözü “El Nusra Terör örgütü değildir” demeye getirmişti.(3) Adını HTŞ olarak değiştiren El Nusra, 2 yıl sonra olmak üzere 2018 yılında bu sefer Resmi gazetede yayınlanan kararname ile adını “Terör Örgütü” olarak kabul edilmiştir.

Anlaşılıyor ki; oluşumların terör örgütü olup olmadıkları tamamıyla tartışmalı siyasi kararlara bağlıdır. Bugün barışçıl amaç taşıdıkları söylenen örgütlerin yarın terör örgütü ilan edilmeleri olasıdır. Bu durum, sadece devletlerin ve uluslararası kuruluşların alacağı kararlara bağlıdır. Bir devletin terör örgütü olarak kabul ettiği bir oluşum, başka bir devlet tarafından terör örgütü olarak kabul edilmemektedir mesela. Türkiye’nin PKK ve FETÖ konusunda yaşadığı problem de bu değil midir zaten. Bizim, terör örgütü PKK’nın uzantısı kabul ettiğimiz PYD, başını ABD’nin çektiği batılı müttefiklerimizce terör örgütü kabul edilmemektedir. FETÖ de öyle. Hatta ABD’nin, terör örgütü olarak kabul ettiği HTŞ ile ve başına 10 milyon dolar ödül koyduğu örgüt lideri Ebu Muhammed El Colani kod adlı Ahmet El Haraşa ile iletişim halinde olduğunun deşifre olması enteresandır.   

Şimdi HTŞ’nin başını çektiği cihatçı örgütlerin, muhtemeldir ki; önceden yapılan mutabakatlara bağlı olarak dirençsiz bir şekilde Şam’a kadar ilerlemesine bakarak zafer naraları atan yerli dinci işbirlikçiler var. Hatta yıkılan Hafız Esat heykellerine bakarak, aynı durumun Türkiye’de de yaşanacağı ve Atatürk anıtlarının yıkılacağı günün de geleceğini söyleyen paylaşımlar var sosyal medyada. Hepsi pusuda bekliyor. Zaman zaman Atatürk anıtlarına saldıranlara “meczup” veya “sarhoş” deyip kapatıyorlar ama bunların, pusuda bekleyen hainlerin maşaları olabileceği ihtimali asla gözden kaçırılmamalıdır.

Suriye’de yaşananlar bir zafer olsa bile bu, bizim zaferimiz asla değildir. Uluslararası emperyal güçlerin ve İsrail gibi bölgedeki piyonlarının planladığı ve elde ettiği bir sonuçtur. Bu plan, 07 Ekim 2023 günü HAMAS’ın 500 roketle İsrail’e saldırmasıyla uygulamayla konulmuştur. HAMAS, oyuna getirilmiş ve böylece İsrail’in Gazze’yi yok etmesine meşru zemin oluşturulmuştur. Önce HAMAS, arkasından HİZBULLAH çökertilerek bu iki örgütün arkasındaki güç olan İran bölgeden kovulmuş, arkasından yine İran’ın desteği ile iktidarını korumaya çalışan Esat’a sıra gelmiştir.  

Bakın İsrail, Golan’daki tampon bölgeyi geçerek Suriye’nin egemenliğindeki Şeyh Dağı’nın doğu taraflarını çoktan işgal etti bile. İsrail ordusunun Şam’a 25 km. kadar yaklaştığı söylenmektedir. İsrail uçakları, bırakın Şam ve civarını, ta Suriye’nin en kuzey doğu ucundaki Türkiye sınırında bulunan Kamışlı’dan tutun da Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye varıncaya kadar, hemen her tarafındaki hava ve deniz üslerini, silah depolarını, cephane üretim merkezlerini, donanma üslerini, nüfus ve tapu dairelerini yerle bir etti. ABD ise Suriye’nin ortasındaki çöl bölgesindeki sözüm ona DAEŞ üslerini bombalıyor. Bombalamadıkları yerler nedense sadece Petrol Rafinerileri ve Petrol üretim tesisleri, yani petrol kuyuları!

Yapılan her şey, İsrail’in, Fırat’ın doğusuna geçeceği yolu temizlemek içindir. Suriye’de Sünni ağırlıklı güçlü ve üniter bir devletin kurulması ne İsrail’in, ne de emperyal güçlerin istediği bir durum değildir. Onlar mutlaka bölünmüş, zayıf ve kendisini savunmaktan aciz bir Suriye istiyorlar. Mümkünse küçük küçük devletçiklerden oluşan federal bir yapı.

Esasen bu düşüncelerini açıklamaktan de çekinmiyorlar. Mesela İsrail’in Dışişleri Bakanı Gideon Saar, demiş ki: “Minbic’te gördüğümüz gibi Kürtlere yönelik saldırılar durdurulmalı! Uluslararası toplum IŞİD’e karşı cesurca savaşanları korumalı. Suriye’deki Kürtler ve Dürzilerle temas halindeyiz… Bu nedenle, cihatçı radikallerin eline geçmemesi için stratejik silah sistemlerini, kimyasal silah kapasitelerini, uzun menzilli füzeleri ve roketleri hedef aldık… Suriye tek bir ülke olarak kalamaz, mantıklı olan azınlıkların özerkliği, belki de federasyon”

Gideon’un bu sözleri, Türk basınında fazla yer almadı ama terör örgütlerinin ve Rudaw gibi Kuzey Irak Kürt Bölgesel yönetiminin yayın organlarında geniş yankı bulmuş durumda. Bu da gösteriyor ki;  İsrail ile gerek Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi, gerekse Suriye’nin doğusunu elinde tutan terör örgütü PYD arasında doğrudan bir ilişki var! Hatta Rudaw, İsrail’de yayın yapan “The Jarusalem Post ‘Suriye Kürtlerinin temsilcileri, İsrailli yetkililere başvurarak yardım ve koruma talebinde bulundu’ başlığı ile yayımladığı haberde, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarının Halep’in kuzeydoğusundaki Minbic bölgesinde Kürt güçlerine saldırmaya başladıklarını yazdı.”(4) şeklinde haber bile yapmış!

Yani adam açıkça diyor ki; Türkiye destekli SMO, YPG’ye yönelik saldırıları durdurmalı, onlar bizim müttefikimiz. İsrail Dışişleri Bakanı’nın bu sözleri söylediği günlerde ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Michael Kurilla’nın, bugün Suriye’deki ABD üslerini gezerek YPG/PKK yetkilileriyle görüşmesi ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in önümüzdeki Cuma günü sırf bu maksatla Ankara’ya gelecek olması önemlidir. Ekranlara çıkıp ellerine Vlada sapını alarak harita üzerinde Münbiç’ten sonra Rakka, Haseke sayıklamalarında bulunanlara hatırlatmak isterim. Ham hamaseti bırakın artık. Devleti yönetenlerin kafalarını da karıştırıyorsunuz.  Devlet hamasetle değil, aklın ve bilimin ışığında yönetilir.

Bu durumda Türkiye ne yapabilir?

Türkiye’nin, Suriye’nin şekillenmesinde ne kadar etkisi olabilir kestirmek biraz zor. Mesela Suriye’de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi laik demokratik bir devlet yapısının oluşması için ne kadar etki edeceği kuşkuludur. Çünkü bu ekonomi ile Türkiye’nin, Suriye’nin şekillenmesinde fazla müdahil olabileceğini düşünemiyoruz biz. Bu sebeple, fazla hayalci olmamak gerekiyor.

Kanaatimizce Suriye konusunda Türkiye’nin yapabileceği en akılcı iş, sınır ötesi harekâtlarla ele geçirdiği güvenli bölgeleri olduğu gibi elinde tutmak ve başlangıçta ortaya konulan stratejiye uygun olarak sınırımıza 30 km. uzaklıktaki bir hat boyunca oluşturduğu bu bölgeyi mümkün olduğunca doğuya doğru uzatmaktır. Tel Rıfat’tan sonra Münbiç’in de ele geçirilmesi bu konuda umut vericidir. 30 km. derinliğindeki bu tampon bölge, Kobani’yi de içine alacak biçimde Kamışlı’ya, yani Irak sınırına kadar uzatılmalıdır. Rus askerlerinin çekilmesi, bu işin kotarılmasını sanırım biraz daha kolaylaştırmıştır. Bu konuda SMO da denilen ÖSO, mutlaka elde tutulmalı ve her şekilde desteklenmeye devam edilmelidir. Suriye’deki Türkler, bizim ayrılmaz parçamızdır ve onlara 86 milyona sahip çıkıldığı gibi sahip çıkılmalıdır.

Elbette bu konuda ABD mutlaka ikna edilmek durumundadır. Cuma günü Türkiye’ye gelecek Antony Bilinken’a Türkiye’nin hassasiyetleri bir kere daha ve etkili biçimde anlatılmalıdır. ABD ve batı, bizim yayılmacı emeller gütmediğimize ve tek sorunumuzun sınır güvenliği olduğuna inandırılmalıdır. Elbette, Suriye’de kurulacak yönetimin, sınırlarına hâkim olmasıyla birlikte Suriye topraklarından çekileceğimize de…  

HTŞ ve diğer muhalifler, kurulacak yeni devleti yönetme konusundaki yetki paylaşımında Türkmenlere ve onların ağırlıkta olduğu SMO’ya da pay verecek midir, verecekse ne kadar verecektir ve günün birinde namluları SMO’ya ve dolayısıyla Türkiye’ye çevirecek midir? Şimdilik bilmiyoruz. Ancak Türkiye, bu ihtimali her zaman akılda tutmalıdır ve elbette tutuyordur da.

Çünkü Türkiye’nin Orta Doğu Halklarının oynak karakteri hakkında tecrübeleri vardır. Orta Doğu Halklarının önemsediği iki temel faktör vardır; birisi güç yani otorite, diğeri de paradır. Osmanlının bölgedeki hâkimiyetinin son bulması da bu iki faktörle olmuştur. Osmanlının siyasi ve askeri gücü ile parası bitince, bölgedeki egemenliği de bitmiştir ki; biz bunu İngiliz altını, Osmanlı altınına galebe çalmıştır şeklinde özetliyoruz. Yani “Din Kardeşliği” ve “Kültürel Birliktelik” gibi söylemler, büyük ölçüde hikâyedir.   

Türkiye’nin yapacağı çok önemli bir iş daha var; o da ülkedeki Suriyelileri bir şekilde, hatta her şekilde mutlaka ülkelerine göndermek, gerekirse sınırları açarak bu insanların Avrupa’ya gidişlerine izin vermek ve Türkiye’den gidecek bu insanları bir daha içeri almamaktır. Hatta bu konuda sadece teşvik ve tavsiye yetmez, bu insanların ülkelerine dönmeleri için gerekirse biraz zorlayıcı tedbirler almak da gerekebilir. Aksi halde içinde bulunduğumuz şartlar sürdürülebilir değildir ve ülke içinde bir sosyal patlama yaşamamız her zaman ihtimal dahilindedir.

Türkiye’nin alması gereken bir başka önemli tedbir de “Şah Fırat” adı verilen tartışmalı bir operasyonla 22 Şubat 2015 günü sınıra yakın bir bölgeye taşınan Süleyman Şah Türbesi’ni Münbiç’in Karakozak Köyü’ndeki eski yerine götürmektir. Oradaki Türbe ve Karakol binalarını yıkıp Vatan toprağını düşmana terk etme eylemine “Şah Fırat Operasyonu” gibi afili ve gösterişli bir isim verilmesi, uygun olmamıştır. Büyük bir çelişkidir. Çünkü bu eylem bir kazanım değil, bir kaybetmedir, Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarları gibi bir ileri atılma eylemi değil, geri çekilme eylemidir. İşte asıl “Şah Fırat Operasyonu” şimdi yapılmaktadır. Haberlere bakılırsa; Münbiç ve Karakozok Köyü YPG’den arındırılmış ve terör örgütü Fırat’ın doğusuna atılmıştır.   

Türbenin bulunduğu alan YPG’den temizlendiğine göre, türbe ve saygı karakolu, hiç vakit geçirilmeden yeniden, daha görkemli ve sağlam biçimde inşa edilmeli nakil işi bir an önce tamamlanmalıdır. Karakol daha çok asker tarafından korunmalı ve mümkünse Türkiye sınırından Karakola uzanan yolun emniyeti de kurulacak Suriye hükümeti ile yapılacak bir anlaşmaya dayalı olarak Türk askerince sağlanmalıdır. Böylece Türkiye’den Süleyman Şah Türbesi’ne ziyaretler başlamalı ve orasının Vatan Toprağı olduğu bu millete fiilen de hissettirilmelidir. Burada güdülen amaç türbe ziyareti değil, vatan toprağına bizzat milletin sahip çıkmasıdır.

Hatta mümkünse o türbe alanına türbede yatan Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kurucusu Kutalmış Oğlu Süleyman Şah’ın bir atlı heykeli dikilmelidir. Anlaşılacağı gibi, o türbede yatan kişi Osmanlı Hanedanının dedesi değil, Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu’nun Torunu, Kutalmış Bey’in oğlu, Birinci Kılıçaslan’ın da babasıdır.(5) Yani Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın amcazadesi oluyor. Çağrı Bey’in kardeşi Arslan Yabgu’nun torunu. Selçuk Bey-Çağrı Bey-Alparslan-Melikşah silsilesi neyse Selçuk Bey-Arslan Yabgu-Kutalmış Bey-Süleyman Şah silsilesi de odur…

11 Aralık 2024

________

1- https://www.bbc.com/turkce/articles/ce8y89ryry9o

2- Aynı kaynak.

3- https://anlatilaninotesi.com.tr/20160621/erdogan-el-nusra-teror-orgutu-1023486573.html & https://bianet.org/haber/erdogan-el-nusra-ya-niye-kotu-diyorsunuz-172417

4- https://manage.rudaw.net/turkish/middleeast/101220242

5- https://tr.wikipedia.org/wiki/I._S%C3%BCleyman_%C5%9Eah

Foto: https://www.aa.com.tr/tr/yasam/suleyman-sah-turbesi-turkiyenin-korumasinda/340820


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir