ÇANAKKALE, GAZZE

ÇANAKKALE-GAZZE - image 7

ÇANAKKALE-GAZZE

HÜSEYİN MÜMTAZ

Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde görev yapmakta olan öğretmenler, verilen talimat gereği 9 Eylül Pazartesi günü başlayan eğitim öğretim yılı kapsamında öğrencilere tüm kademelerde ve tüm sınıflarda ilk ders saatinde Gazze ve Çanakkale konulu ders işlemişler.

Cahit Külebi “Atatürk’e Ağıt”  adlı şiirinde;

“Bu toprak bizim yurdumuzdur

Deli gönül yücesine çıkar,

Bir üveyik olur uçar gider

Ardahan’dan Edirne’ye

Edirne’den Ardahan’a kadar” der.

                Gazze demez.

                Gazze’de İsrail tarafından işlenen toplu cinayetler elbette büyük bir soykırımdır, elbette insanlık dışıdır ama Gazze’nin Çanakkale ile en ufak bir ilgisi yoktur.

                Şerif Hüseyin meselesini bilir misiniz?

                1’inci Dünya Savaşı sırasında Mekke Şerifi olarak görev yapan Şerif Hüseyin, Arapların bağımsız olması için Osmanlı Devletine karşı ayaklanmalar isyanlar çıkaran adamdır. İsyanları Hüseyin ile Arabistanlı Lawrence beraber yönetmişler, 1916 tarihinde de kendisini Hicaz Kralı ilan etmiştir.

                “Çanakkale” ile aynı zaman aralığındadır.

                Fahrettin Altay’ı dinleyelim;

                “77. Alay 1. tabur komutanı Binbaşı Mehmet Emin Bey, çarpışmalarla ilgili bilgi vermeye geldiğinde ‘Efendim! Yüksek katınıza çıkmaya utanıyorum. Üzülerek belirtmeliyim ki, bütün alayımız çil yavrusu gibi dağınık, savaş alanından kaçmışlardır. Bir ucu Maltepe’ye kadar gitmiştir. Alay komutanını bulamadım. Sizin Kocadere’ye gelmekte olduğunuzu haber aldığımızdan, bilgi sunmak için buraya koşup geldim!’ diyecektir.

Fahrettin Altay’ın anılarından öğrendiğimize göre tümene çoğu Kürt ve Arap kökenli askerlerden oluşan 72. ve 77. Alayların verilmesi Mustafa Kemal’in tepkisine neden olmuştu. “Mustafa Kemal Bey, Gelibolu’dan geçerken bize uğradı. Kendisini ilk defa görmüş bulunuyordum. Enerjik, muhatabına itimat telkin eden, tok sözlü, sarı saçlı, mavi gözlü, düzgün endamlı genç bir komutan. Görüştükten sonra kendisini uğurladık. Eceabat’a gider gitmez beni telefonla aradı. “Aman reis bey, bana verilen 72. ve 77. Alay askerleri Kürt ve Araptır. Bir kısmı Yezidi, Nusayri gibi savaşa karşı insanlardır. Bunları geri alsınlar. Halis Türk delikanlıları olan ve eğitimleri oldukça ilerlemiş bulunan benim eski iki depo alayımı geri göndersinler”. Tehlikeli bir bölgeye böyle kıymetsiz askerlerin gönderilmesine şaşmış ve Başkomutan’a yazmıştık. Aldığımız cevap: “Artık değiştirilemezler. Çalışıp eksikliklerini tamamlasınlar”.

“Savaşa karşı olmak”, “savaşmamak” ayrı konulardır; “İSYAN” ise bambaşka bir konudur.

Atatürk ansiklopedisinde şöyle yazar;

“Şerif Hüseyin, I. Dünya Savaşı başlamadan altı ay önce, 1914 yılı Şubat ayında Osmanlı Devleti’ne karşı isyan edebilmek için İngiltere’ye iş birliği teklif etmiştir. İngiltere, bu tarihte Şerif Hüseyin’in teklifini ciddiye almayarak temkinli hareket etmeyi yeğlemiştir. Savaş başladıktan hemen sonra teklif değerlendirilmeye alınmıştır. İngilizler adına çalışan Ali el-Bezzar Mekke’ye gönderilerek 1914 yılı Ekim ayında ilk teması sağlamıştır. Türk Ordusu’nun I. Kanal Harekâtı’ndaki başarısızlığı sonrasında görüşmeler devam ettirilip, Mc Mahon ile yapılacak pazarlıkların alt yapısı hazırlanmıştır. Bu sürede Londra’nın güvenini kazanabilmek için Şerif Hüseyin ve iki oğlu Abdullah ile Faysal birkaç kez kendilerine bir an önce destek verilmesi için İngiliz temsilcilere başvurmuşlardır”.

Çanakkale’de “savaş(may)an” ve “isyan eden” Arapları anlattıktan sonra lâfı fazla uzatmayalım.

Yukarıda söylenenler hikâye, masal değildir.

Hâyâl ürünü hiç değildir.

1899 (90) doğumlu, 13 yaşında Edirne Askerî İdadisine yazılan, mezun olduğu 15 yaşında Çanakkale kurası çeken, 1915 Mart başında Dardanos’taki Hasan Mevsuf tabyasına intikal eden,  bir yıl sonra 1916’da Mülâzim olan, 1916 yazına doğru Halep’teki 53’üncü Fırka emrine tayin edilip (Şerif Hüseyin isyanına şâhit olduktan sonra) Filistin Cephesine gönderilen, 25/26 Mart 1917 gecesi İngiliz’e esir düşüp Seydibeşir esir kampında üç sene geçiren, 1919 başında İstanbul’a gönderilip serbest bırakılan, ama Mart’ın 16’sında İstanbul’un işgali ile Felâh-ı Vatan emrine giren, Ekim 1923’de İngilizlerin çekilmesi ile Tekirdağ’a tayin olan Mülâzim Tevfik Efendi 1925’te kısa bir kursa çağırılarak Harbiye tahsilini ikmal edip, 1925’de Dersim’de görev yapan; sonra Kars, Samsun, Ağrı ve Bornova’da görev yapıp 1950’de Yarbay rütbesiyle emekli olur. ( [i] )

Çanakkale’de İmparatorluk zabiti olarak başlayan askerlik hayatı Cumhuriyet subayı olarak yaşanmış ve sona ermiştir.

6 Kasım 1976’da Ankara’da vefat eder.

Tevfik Ünal’ın Hacı Bayram Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Türk Bayrağına sarılı tabutu top arabasına taşınır.

Taşıyanlar arasında torunu olan yüzbaşı rütbesinde bir de subay bulunmaktadır.

O torun “ben”dim.

Yâni…

1900-1950 arasındaki her şeyi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi birebir ondan dinledim.

Gazze deyince Araplar, Araplar deyince de Şerif Hüseyin’in aklıma gelmesi bana “Çanakkale Gazisi” dedemden miras kalmıştır.

Yâni Çanakkale, Turan’ın bir köşesindedir ama…

…Gazze, Turan’da değildir.

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan.

Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan”. (Gökalp)


[i] “Tarih Ve Medeniyet Dergisi”. Sayı 30. Eylül 1996. Sayfa 28. “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Bir Ömür”-Hüseyin Mümtaz


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir