III. Dünya Savaşı ve Gıda
III.Dünya Savaşı ihtimaline karşı ordunun hazır olduğu beyanları, savaşa hazırlık tartışmalarını da gündeme getirdi. Birçok çatışma haberleriyle III. Dünya Savaşı’nın başladığı yorumları uzun süredir duyulmaktadır. Özellikle Rusya’nın müdahil olduğu çatışmalarda bunları daha sık duymaktayız. Üçte biri ABD kontrolündeki teröristan haline gelen Rusya himayesindeki Suriye sorununa yakın dönemde çözüm beklenmezken III. Dünya Savaşı’na giden yolların örüldüğü ileri sürülmektedir. Sadece İsrail çevresindeki halkalarda değil, Rusya-Ukrayna savaşının genişleyerek sürmesini arzulayan küresel güçlerin daha fazla ölüm programları yıllardır gündemdedir. Bütün bunlara karşın I. ve II.’de olduğu gibi binlerce şehrin tahrip olduğu, on milyonların hayatını kaybettiği savaş başlamamıştır. Bununla beraber ülkemizin hazırlıklı olması elzemdir.
Devletler, savaş olmasa da ordu besler, subay yetiştirir, silah üretir, satın alır, her an savaşa hazır olur. Çünkü tarih, savaşa hazır olmamanın saldırıya davetiye çıkarmak olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda karada, denizde, havada en son gelişmeleri takip etmek, yeniliklere öncülük ederek savunma, gerektiğinde saldırı kabiliyetini geliştirmek devletin en temel görevidir; fantezi, lüks veya halka ihsanı değildir.
ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde en büyük iyiliği, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası silah ambargosudur. Savaşın ortasında en zaruri ihtiyaçlarımız için ABD’ye mecbur olduğumuzu anlamış, kafamız dank etmiş, böylece ülkemiz, savunma sanayiinde yeniden ayağa kalkabilmiştir. Öyle ki önemli bir kısmı Osmanlı’dan kalan, Cumhuriyet döneminde yeni fabrikalar inşa edilerek zenginleştirilen silah sanayiimiz atıl bırakılmış, her alanda ABD bağımlısı olmuşuz. Harekâta karşı çıkan ABD, en temel malzemeleri vermeyince imdadımıza Kaddafi yetişmiştir. Resmi silah ambargosuyla terör olayları ve ekonomik krize rağmen ülkemiz, dünya çapında marka haline gelen Roketsan, TAI, Havelsan, Aselsan gibi nice kuruluşları hayata geçirmiş, on yılda iç ihtiyacı karşıladıktan sonra ihracat yapar hale gelmiştir. Günümüzde özel sektörün başarıları önemli olup bu alanda başka firmaların da önünün açılması son derece önemlidir.
Bununla beraber mesela Tank-Palet fabrikasının çerez parasına yabancılara satılması/işletme hakkının devredilmesi gaflet ötesi yanlışlardandır. Adapazarı’nda her kahvehanede Tank-Palet’te çalışmış birine rastlarsınız. Bekçisinin dahi imalat süreçlerinden muhafazaya, nakliyata gönül vermiş olduğunu, alanında nice üniversite mezunundan bilgili olduğunu görürsünüz. Mühendisleri ve ustaları ayrı birer hazinedir. Adı tank-palet olduğu halde, ordunun önemli ihtiyaçlarının burada üretildiğini, her alanda uzman/araştırmacı kadroların yetişmiş olduğunu, ancak geride kırgınlar ordusu kaldığını görürsünüz.
Üretilen, geliştirilen silahların özelliklerini hergün televizyonlarda anlatmak, belirli bir seçmen kitlesi üzerinde etkili olabilir. Ancak bu tür silahların sır durumundaki teknik özellikleri niçin ayrıntılı bir şekilde anlatılır? Sadece biz değil her ülke silah sistemlerini yenilemekte, geliştirmektedir. Dosta güven, düşmana korku olarak yeni silahlarla yapılan tatbikatlar, kayıtlara giren silah ihracatı yeterli olduğu halde hemen her gün saatlerce bu silahların üstünlüğünün anlatılması biraz tereddütlere yol açmaktadır. Çünkü “dil, çürüyen dişe gider”. Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinde hiç çıkarma gemimiz olmadığı halde tank motoruyla çıkarma gemisi inşa ederek büyük harekâtı başarıyla tamamlamışız. Bugün ileri teknolojik özelliklere sahip onlarca çıkarma gemimiz bulunmaktadır. Ancak düne kadar bayrağımızın dalgalandığı yüzme mesafesindeki adalarımızı Yunanistan işgal ederken sesimizi çıkarmamışız!
Her alanda olduğu gibi silah sanayiinde de ABD, açık ara öncülüğünü korumaktadır. Bununla beraber Çin, aradaki farkı kapatmak için silah envanterini hızla artırmaktadır. Komşularının yanıbaşına kadar uzanan alanlarda suni adalar, havaalanları inşa etmekte, gemiler ve uçaklarla donatmaktadır. Bununla beraber Çin’in son yıllarda yaptığı önemli bir savaş hazırlığı daha var: Gıda stoku. Önceki yıl dünyadaki pirinç, mısır, buğdayın yarıdan fazlasını Çin stoklamıştır. Yaklaşık bir buçuk milyarlık ülke, iç üretimini her yönüyle teşvik ederken aynı zamanda yetersiz kaldığı alanlarda dev stoklar yaparak büyük savaşa hazırlandığı bilinmektedir. Bununla beraber milyarın üzerindeki boğazı doyurduktan sonra mesela bizim Tarım Kredi Kooperatiflerinde satılan pirincin de Çin’den geldiğini, aynı Çin’in ülkemizin tarım cennetlerini çölleştiren, kurumhaneye, kanser deryasına çeviren yeni termik santralleri kurduğunu hatırlatalım.
Konya civarında yüzölçümüne sahip aynı zamanda birçok küresel markasıyla sanayi ülkesi olan Hollanda’nın geçen yıl tarım ürünleri ihracatı 116 milyar dolar iken Türkiye’ninki 19 milyar dolarda kalmıştır. Buğdaydan mercimek, soğan, patatese ithalat dikkate alındığında büyük bir gıda krizi ile karşı karşıya olduğumuz, muhtemel bir savaşta bunun acı sonuçları olacağı açıktır. Diğer Avrupa ülkeleri gibi ABD, hatta savaşta olan Ukrayna, Rusya’nın dahi tarıma verdiği destek ve elde ettiği başarılar dikkate alındığında muhtemel savaşta gıda meselesi çok daha önem arzetmektedir.
Yılın ilk aylarında soğan-patates ithalatına yüz milyonlarca dolar ayrıldığı halde üreticiye verilen fiyat, tarladaki mahsulün toplanma masrafını dahi karşılamıyorsa o ülkenin tarım bakanının ne iş yaptığı sorulmalıdır. Bunun anlamı seneye daha az üretilecek, daha fazla ithal edilecektir. Üreticinin 4 liraya satabildiği ilaç kıymetindeki limonu vatandaş 90 liraya alabiliyor, buna rağmen konuyla ilgili olağanüstü toplantılar yapılmıyor, tedbirler alınmıyorsa tarım ve ziraat kuruluşlarının düşmana mı çalıştığı sorusu akla gelmektedir. Üreticiden tüketiciye fiyatların on katına çıktığı bir ülkede yönetim ne yapar? Almanya’da döner fiyatı, pandemi öncesinin üç katına çıkınca bizzat başbakan müdahale ettiğini bilmeyenimiz kalmadı. Müdahale, sadece birilerini cezalandırmak, diğerlerini zenginleştirecek ithalat yolunu açmak değil, sorunu kökünden çözecek idari, mali ve yasal tedbirleri almayı gerektirir.
İngiltere’de zeytin yetişmez, İspanya’dan zeytinyağı ithal edilir. Ancak ortalama zeytinyağı fiyatı Türkiye’dekinin yarısı kadardır. Benzer fiyatlar ithal edilen muz dahil hemen bütün temel gıda maddelerinde geçerlidir. İki ülkenin asgari ücret veya fert başına düşen milli gelirlerinin karşılaştırılması ayrı bir kondur. Liberalizmin beşiği durumundaki İngiltere’de devlet vatandaşının gıda ihtiyacını karşılamak üzere üretim, ithalat, depolama, fiyat denetlemesi gibi hususlarda aldığı tedbirler sır değildir. Esasen bütün dünyada benzer tedbirler alınır da ülkemizde pek bilinmez veya sorunlar karşısında körler-sağırlar oynanır. Mesela bir dönem ürün fazlasının muhafazası, depolanması için gerekli yatırımlar çok fazla maliyet veya ileri teknoloji gerektirmez. Ancak müteahhitler açısından pek kârlı bir yatırım sayılmaz. Burada bakanlık, devlet bankaları, kooperatifler ve diğer ziraat kuruluşları devreye girer, gerekli kooperatifleşme teşvik edilir. Fakat bir şekilde borçlandırılarak ürününü satamayan üreticinin varına yoğuna haciz koymak ancak düşmanların arzu edebileceği bir yanlıştır. Öte yandan insafsızca açılan ve her yıl derinleştirilen kuyuların sebep olduğu kuruyan göller, çölleşen tarım alanları, yok edilen yeşil alanlar da gıda krizinin ayrı bir veçhesini oluşturmaktadır.
Önceki dünya savaşları daha çok enerji kaynakları kavgasına dayanmaktaydı. Bugün ise gıda konusu önemli rekabet alanı haline gelmiştir. Pandemi sonrasında gıda fiyatlarının anormal derecede arttığı, kendi ligimizdeki tek ülkeyiz. En iddialı olduğumuz alanda dahi ithalatın normalleşmesini, üreticinin ürettiği için bin pişman edilmesini her gün izliyoruz. On yıllardır tarla-pazar fiyat uçurumuna karşı tedbir alınmaması, üretici zarar ederken tüketicinin ödeme takatinin kalmaması, ülkemizin beka sorunu haline gelmiştir. Savaşlara karşı gıda konusunda da hazırlanmanın zaruretini bütün siyasetnameler yazmaktadır.
alaeddinyalcnkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink
Bir yanıt yazın