SAĞLIK ENDÜSTRİSİNE DUYULAN GÜVENSİZLİK

SON DÖNEMLERDE İLAÇ ENDÜSTRİSİ, SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İLE İLGİLİ OLARAK GÖRÜLEN YOĞUN ŞÜPHE VE GÜVENSİZLİK HAKKINDA…

İlaçlara, aşılara karşı olanlar var.

Doktorları, cerrahları hastanelerde pusu kurmuş vampirler, hastaları soyup soğana çevirmek için kurulmuş sisteme alet olarak görenler, ilaç endüstrisini küllüm hastalıkları iyileştirmek yerine artırmak, sürdürmek üzerine faaliyet gösteren şeytani kurumlar olduğunu düşünenler, devletlerin sağlık bakanlıklarını, tıbbi meslek örgütlerini, uluslararası sağlık örgütlerini küresel bir komplonun unsurları olara görenler var.

Devletler, bakanlıklar, meslek örgütleri, uluslararası örgütlerin hepsinin kandırılmış, aldatılmış, satılmış ama bir kendini saf, temiz, arınmış sayanlar var.

Bu durumda benim iki çeşit tavrım olur.

1) Umursamam, hatta dalgamı geçerim. Sonuç olarak polikniklerde bir hastanın eksilmesi bizim canımıza comcom bir olaydır.

Gelmeyen bir hastayı asla aramam, merak da etmem, peşine takılmam.

İkna etmek için de çabalamam.

Sonuçta herkes ölecek.

Ancak bazıları ölüme doğru yürürken tıbbın ona sağladığı imkanlardan faydalanamayacak.

Tıp ölümsüzlük garantisi vermiyor.

Ölümü geciktirmek, ağrıları gidermek, konforlu bir ölüm sağlamak dahi zaman zaman çok aranan bir imkandır.

2) Yalnızca değer verediğim, sevdiğim insanları ise ikna etmeye çabalarım.

Malum günümüzde güvenilir kavramlar ve değerler çok azaldı.

Herşeyin altı oyuldu, içi boşaltıldı.

Kavramlar eğildi, büküldü, çarpıtıldı.

İnsanların en temel kurumlara ve kavramlara yönelik güvensizliğini anlamak mümkün.

Ancak sağlık sektörünün ön yüzündeki hekimlerin, bakım ve yardımcı personelin, teşhis araçlarının, tedavi araçlarının hepsi de belirli maliyetlerle üretilen, dağıtılan, depolanan şeyler.

Eski zaman komünist ülkelerdeki gibi olsa halk bunu doğrudan maliyetini görmeyecek ama eninde sonunda hissedecektir.

Bütün bu imkanlar beleş olsa sonunda sistemin yıkımını da getirecek olan verimsizlik, zarar ve ziyan başlayacaktır.

Ben bu nedenle her hal ve şekilde tüketilen herşeyin az çok bir bedelinin olması gerektiğini düşünürüm.

Belki hava, su istisna.

Hekimler maaş alır.

Hemşireler, hademeler, müdürler, idari personel de alır.

Özel olsun olmasın bütün hastanelerin bir işletme, bir fırsat maliyeti vardır.

Kamu hastanelerinde bu maliyetlerin merkez bütçeden karşılanması insanları yanıltır, beleş zanneder.

Oysa artan vergilerle maliyetini yine halk öder.

İlaçların ağır AR-GE masrafları vardır.

İlaç şirketleri sürekli olarak dünyanın kuş uçmaz, ayak basmaz yerlerinde bütün zehirleri toplarlar.

Yılanlar, çıyanlar, akrepler, mantarlar, zehirli deniz canlıları falan.

Bunlarda etki eden molekül tanımlanır, izole edilir, yoğunlaştırılır, temel fiziksel ve kimyasal özellikleri belirlenir, daha düşük dozlarda faydalanmak imkanı araştırılır.

Her sene yüzlerce, belki binlerce madde bu şekilde değerlendirilir.

Bunlardan bazıları moleküler yapısı değiştirilerek yeniden değerlendirilir.

Ve bu böyle devam eder gider.

İlaç endüstrisi sanılanın aksine pek çok kez bindiği dalı kesmiştir.

Misal 80’il yıllarda ortaya çıkan H2 reseptör blokörleri, Famotidin, Ranitidin ve türevleri mide ülserlerine son vermiştir, mide perforasyonu ameliyatlarına son vermiştir.

Yine her sene yenileri bulunan ve üretilen antibiyotikler eskinin ölümcül enfeksiyonlarının ölümcül olma özelliğini ortadan kaldırmıştır.

Misal Çanakkale harbinde en çok insan kaybına sebep olan amebiayis, amipli enterit Biteral sayesinde çok basit bir barsak enfeksiyonu olmuştur.

Sürekli olarak direnç kazanan bakterilere rağmen ilaç endüstrisi Frengi, Verem vb minimize etmiştir.

Aşılama kampanyaları bazı viral hastalıkların eradike edilmesini sağlamıştır.

Çiçek hastalığı bunlardan en iyi bilinenidir.

Kuduz hastalığı ise aşılama sayesinde artık ölümcül değildir.

Son yıllarda yaşadığımız Korona, domuz ve kuş gribi virüsleri ise ezelden beri var olan, ancak insan bulaşı olmayan viruslerdi.

Sizlerin yeni duydunuz pek çok enfeksiyon ajanının tıp fakültesinde bize anlatılmıştı.

Örnek olsun diye hemen hatırıma gelenleri karışık olarak derledim.

Şistozomiyaz

Adenovirüs

Afrika Tripanosomiyazisi

Arenavirus

Astrovirus

Atanmamıştır

Batı Nil Virüsü

Bunyavirus

Buruli Ülseri

Cüzzam

Calicivirus

Chagas

Chikungunya

Chlamydia

Coronavirus

Dang Humması

Dang Virüsü

Dracunculus Medinensis

Ebola

Fil Hastalığı

Filovirus

Flavivirus

Gonore

Hepadnavirus

Hepatit B

Hepevirus

Herpesvirus

Hiv

Hpv

Hsv

Kene Kaynaklı Ensefalit Virüsü

Lassa Ateşi

Layşmanyaz

Leptospiroz

Lloviu Virüsü

Matonavirus

Miyaz

Nörosistiserkoz

Onkoserkiyaz

Orthomyxovirus

Papillomavirus

Paramyxovirus

Parvovirus

Picornavirus

Pneumovirus

Polyomavirus

Poxvirus

Reovirus

Retrovirus

Rhabdovirus

Sıtma

Sarı Humma Virüsü

Sars

Sifiliz

Strongyloidiasis

Tenya Solium

Togavirus

Treponema Pallidum

Trichuris Trichiura

Trikuriyaz

Zika Virüsü

Ve daha elim ve vahim olmak üzere hala daha bize de anlatılmamış, önemli görülmemiş pek çok mikrop var.

Hatta izole edilmeyi bekleyen keşfedilmemiş sayısız mikroorganizma da var.

Bize anlatılan bazı mikroplar ya da parazitlerin neredeyse korku filminden alınmış gibi olanları var.

Mesela Drukunkulus Medinensin, Medine solucanı, yumurtasını toprağa bırakır, çıplak ayakla gezenlerin topuklarından girer, cildin altından uzayarak kasığa kadar büyüyebilir.

Solucanın topukta kalan kıç kısmından döngüyü başlatmak üzere yumurtlar.

Çok lafın özü.

Son yıllarda gördüğümüz hiçbir hastalık aslında sürpriz değildi.

Mikropların zaman zaman çeşitli mutasyonlarla evrilmesi çok olağandır, ve EVRİMLERİ tahmin edilenden hızlıdır.

Mesela, Covid salgını sırasında virüs evrim geçirerek en az yüz farklı varyanta dönüşmüştü.

Grip virüsünün bütün canlılarda ayrı ayrı yaşayan türevleri vardır.

Bunlar bazen aynı canlıda bir arada hastalık yapabilir.

Ve işte bu yeni ve beklenmedik salgınlara yol açar.

Beklenmedik diyorum ama epidemiyologlar endemi, pandemi sürelerini hesaplayarak öngörebilimektedir.

Abicim ortalama yaşam uzamıştır.

Doğal olarak yaşlılıkla bağlantılı hastalıklar da artmıştır.

Teşhis imkanları da artmıştır, eskiden ecel denilen pek çok hastalık ölüm sebebi olarak zikredilmektedir.

Daha önce bilinmeyen, ismi dahi duyulmamış hastalıkların artık isimleri vardır.

Ortalama yaşam uzadığı sürece yaşlıların sağlık endüstrisinin ürünlerine, hizmetlerine muhtaç olma durumu artacaktır.

Yaşlıların her birisi ayrı ayrı hastalıkları tedavi eden ondan fazla ilacı kullanmaması imkansızdır.

Alzhemir için en az üç kalem.

Şeker için iki kalem.

Tansiyon için 2-3

Koroner yetmezlik, osteoporoz, prostat hipertrofisi, ateroskleroz, vb için 1-3 arası değişen ilaçlar.

Bu ilaçları almadan yaşlıların yaşaması imkansız.

Erken zamanda ilgili hastalıklardan ölmesi kaçınılmazdır.

Otlar, saplar, çiçekler vb ile bu hastalıkların tedavisi imkansızdır.

Elde olan hiçbir bitkisel drog standardize edilmiş, saflaştırılmış endüstriyel ilaçlardan daha etkin değildir.

Kansere gelince gençlerde kanser olmakla beraber yaşlılardardaki en önemli ölüm sebeplerinden birisidir.

Postmortem çalışmalarda 60 yaşın üzerindeki ölümlerde ölüm sebebi başka olsa da vakıaların 1/3 kadarında tümür, neoplazi, kitle diyebileceğimiz kanserler görülmüştür.

Yani kişi kalp krizinden ölmese de üç beş yıl içinde yine kanserden dolayı hasta olacak.

Kanserler artmış mıdır?

Belki.

Çünkü insanoğlu yüzyıl içinde dünyada biyolojik yaşamın bilmediği tanımadığı sıfırdan yüzlerce madde sentezlemiştir.

Bunlar gündelik yaşamda uzun dönemli etkileri çok da iyi bilinmediği halde insanı çevreleyen bütün ürünlerde kullanılmaktadır.

Misal silikon ya da organik polimerlerdeki karbonun yerini silisyumun aldığı polimerler.

Bunların parçalanmasını sağlayacak enzim yoktur.

Kıkırdağın silisyum temelli türevinin bu nedenle yüzyıllarca doğada var olması kaçınılmaz.

Ya da doğal olduğu halde, jeolojik çağlar boyunca yüzeyde yıkanarak azalmış, seyrelmiş, yer kürenin derinliklerinde hapsolmuş ağır metallerin endüstriyel faliyetler sonucunda aşırı yüksek miktarlarda insanı kuşatması da kaçınılmaz.

Günümüzde Kızılırmak Sivas ve ötesinden güzergahı boyunca bütün büyük kentlerin kanalizasyonlarını almakta, ve bunların da içme suyunu sağlamaktadır.

Biyolojik kirlilik hiç önemli değil.

Çünkü bunları yok edecek enzimler, biyolojik kimya mevcuttur.

Enfeksiyon ajanlarını kolorlamakla ya da başka yollarla yok etmek mümkündür.

Ancak Sivas ya da Kırşehir küçük sanayii sitelerinden dejarj edilen kurşun, nikel, molibden vb içeriklerini yalnızca ters ozmos filtleri ile süzmek mümkün.

Oysa evlerin çoğunda ters ozmoz su arıtma cihazı yoktur.

Satılan damacana suların da yeterli ve etkin işlem gördüğünü düşünmek hata olur.

Açıkçası ekolojik sorunlar kanser ve allerjileri aratırmış olabilir.

Hastaların hakları vardır.

Kendileri için tedaviyi reddedebilirler.

Biz ikna etmeye çabalarız.

Olmazsa, evine göndeririz.

Başka hastalara yer açarız.

Hastanın bilinci kapandıysa, ve bu konuda özel bir vasiyeti de yoksa, yakınlarının rızasıyla tedaviye yeniden başlanabilir.

Doğrusu ben laboratuvarın kan alım yerinde çok da küçük olmayan çocuklardan ailesinin rızası bile olsa zorla kan alımını istemem.

Ailenin çocuğu ikna etmesini, sakinleştirmesini isterim.

Kanser tedavisi ise çok ayrıntılı muhasebesi yapılması gereken bir iştir.

Öyle tek hekimin bana göre, bence diyerek uygun gördüğü bir tedav değildir.

Genellikle teşhisten tedaviye uzanan süreçte pek çok kez konsey toplanır.

Kanseri tarafları çoğu zaman tek bir klinik değildir.

Onkologlar, hematologlar, radyoterapi, kanser cerrahları, girişimsel radyoloji vb pek çok katılımcı vardır.

Uygulanan tedavilerin yan ve ters etkilerinin çok ve ağır olduğunu dünya alem bilir, ve elbette hekimler de bilir.

Tedaviye taraf olan bütün uzmanlar kendileri açısından fayda zarar muhasebesi yapar.

Kararlar, tedavi şemaları her zaman çok açık ve net değildir.

Bazen tartışmaya açıktır.

Bu konuda uzman hekimlerin bile çok net ve kesin olmakta zorlandığını düşünürseniz, teknik, mesleki bilgisi olmayan hastaların ve hasta yakınlarının kafasının karışık olması da doğaldır.

Kanser konusunda hiçbir hastanın ve hasta yakının bilgisi ve tecrübesi yeterli değildir.

Tıp bir güven işidir.

Güvenmiyorsanız orayı terk etmelisiniz.

Yaşamınızın sorumluluğu kimsenin elinde değildir.

Tek sorumlu sizsiniz.

Tedaviden yoksun kalırsanız başkalarına hesap soramazsınız.

Açıkçası hiçbir hekim giden hastanın peşinden göz yaşı dökmez.

Çünkü giden hastanın ardında bekleyen sayısız hasta vardır.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir