Hz. Ali’nin, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” dediği kutsal mesleğin sahiplerine: eski deyimle “Muallim” yeni şekliyle “ Öğretmen” denir.
Öğretmenler işe, fabrikaya, büroya, ofise gitmezler; Onlar, okula giderler, okuldan gelirler.
Onlar, mum misalidir; kendileri erirken etraflarını aydınlatırlar, ışık olurlar.
Diyarbakır’ın bir dağ köyüne, matematik öğretmeni olarak atanmıştı.
Dersin birinde: “Bir kasada şu kadar çilek varsa, on kasada ne kadar çilek olur?” diye sınıfa bir soru yöneltir.
Öğrenciler:
“Öğretmenim çilek de nedir ki?”
Öğretmen: “İşte bildiğiniz çilek canım” diyor.
Öğrenciler: “Ama öğretmenim biz hiç çilek görmedik, hiç çilek yemedik” diyorlar.
Bunun üzerine öğretmen hayret ediyor. Nasıl olurda Anadolu’nun bu köşesindeki çocuklar çileği bilmezler. Pes etmiyor, Bursa’daki tarım firmalarına toprak numunesi yolluyor ve diyor ki;
-Lütfen bana yazar mısınız, bu topraklarda çilek yetişir mi?
Bursa’daki firmalar duyarsız kalmıyorlar. Öğretmene cevap veriyorlar.
– Evet! Diyarbakır şartlarında çilek yetişir. Dedikleri gibi:
Mektubun yanında özel kutularla çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir tarif de yolluyorlar. Öğretmen öğrencilere okuyor nasıl yetiştirileceğini. Çıkarıyor öğrencileri bahçeye ve diyor ki: “ Bu yıl size matematikten sınav yok.”
Öğrenciler;” İyi de nasıl not alacağız öğretmenim?”
Hepsine ekilecek alanı hazırlatıp, çilekleri diktirip, can sularını verdikten sonra; her birine dörder de çilek fidesi verip: “gideceksiniz evinize anne babanıza ben size nasıl öğrettiysem sizde onlara öyle öğreteceksiniz ve fideleri ekeceksiniz.”
Çocuklar heyecanla gidiyor evlerine dikim şeklini anlatıyor ve çilekleri dikiyorlar. Öğretmen diyor ki:
“Çilek mevsimi gelince getireceksiniz bir tabakta ve onar çileğe bir not alacaksınız.
Mevsim geliyor. Çocuklar tabaklarla getiriyorlar, çilekleri sayıyor öğretmen, eksik olanlara da tam not veriyor ve sonra diyor ki:
– Çocuklar nasılmış tadı?
Öğrenciler:
–Valla öğretmenim ucunda not vardı diye hiç yiyemedik.
Öğretmen: “Hadi bakalım yiyin öyleyse.”
Çocuklar ağızlarına burunlarına bulaştıra bulaştıra kıpkırmızı çilekleri yiyorlar. Aradan iki yıl geçtikten sonra çilek girmemiş o köyün halkı, şu anda Diyarbakır’ın pazarında çilek satıyorlarmış.
Şimdi düşünüyorum da, öğretmen olmak: gerçekten bu işte! Tahtada müfredat anlatmak değil. Bulunduğun yere, bulunduğun ülkeye, okula bir şeyler katmaktır öğretmenlik. Öyle “Türkiye Yüz yılında Müfredat” demekle eğitim olmuyor, olamaz.
Siz önce öğretmene gereken ekonomik ve sosyal saygınlığı kazandırın eğitim, Türkiye Yüzyılında değil; dünya yüzyılında verilir. Çünkü öğretmenler, almadan veren bir ruhla görev yaparlar.
Esen kalınız.
Bir yanıt yazın