Sofralarımızın vaz geçilmezi domatesin hikâyesi çok ilginç.
Anavatanı Güney Amerika olan ve kıtanın keşfiyle Avrupa’ya getirilen bu eşsiz lezzet;
zehirli sanılarak; 1800’lü yılların çeyreğine kadar; sofralardan uzak tutulmuş ve yenmemiştir.
İşin nedenini siz de merak ettiniz değil mi?
Bu değerli yiyecek, sofralardan neden uzak tutulmuş olabilir?
Gerekçesi; 1500’lü yıllarda İngiltere’de sadece zengin olanlar, kalay-kurşun alaşımından yapılan tabaklar alabiliyordu.
Azıcık kimya okuyanlar bilir ki, asit oranı yüksek yiyecekler, kurşunu çözerek yiyeceğe karışmasına neden olur.
Kurşun zehirlidir. Böylece domatesin çözdüğü kurşun karışmış yiyecekler; gıda zehirlenmesine neden olur ve yiyenlerin ölümüne sebep olur.
Yani Tanrı’nın insanlara ikramı olan domates, asidi yüksek gıda urubundandır.
Böyle zehirli bir yiyeceği yiyenlerin ölümü sonucu, gıda zehirlenmesine neden olan bu güzel domates, zehirli olduğu düşünülerek Avrupa’da 400 yıl boyunca sofralardan uzak tutulmuş ve yenmemiştir.
İyi de sonra nasıl oldu da sofraların baş yiyeceği oldu?
Ta ki 1822 yılında New Jersey’de Salem İlçe Bahçıvanlık Cemiyeti Başkanı, Gibbon Robert Johnson, cesur bir girişimle, insanların dehşetle baktığı, kuşkucu bir kalabalığın önünde, belediye binasının merdivenlerinde bir çiğ domates yiyerek domatesin: zehirli olmadığını ispat etmeye çalışana kadar.
Hikâye bu kadarla biter mi?
Elbette hayır.
Avrupa’da ilk önce domatesin bir yiyecek olduğunu,1554’de İtalyanlar keşfetti.
Böylece aklanan domates; o dönemin insanlarınca ”Altın Elma” olarak da ödüllendirilmiştir.
Domates 1695 yılında, isim olarak (TOMATO) adını almış ve bu isim geniş bir kitle tarafından benimsenmiş ve tanınmıştı. 1656 yılında domates, İngiltere’de sadece süs amaçlı yetiştirildi. Buna karşın domates Fransa’da “Aşk Elması” olarak beğeni kazanır. Sevgililer birbirlerine bu aşk elmasını bir nezaket ve sevgi göstergesi olarak hediye etmeye başlamışlar.
Türkiye öyküsüne gelince:
Türkiye bu değerli lezzetle, 1859’da tanışır. Gemilerle Türkiye’ye getirilen ve kızarmışları “Çürümüş” denilerek çöplere atılan domates, ilk kez 1859’da Adana’da toprakla tanışır.
Gel gör ki, bağnazlık bunun da karşısına dikilir. Ham sofuların söylemleriyle:
“Frenk Patlıcanı” olarak adlandırılan bu eşsiz lezzet, yıllarca “Mekruh” denilerek yenmedi, sofralardan uzak tutuldu. Tohumlarında akrep ürediği sanısıyla iğrenç bulunan domatesin; konulduğu kaplar bile kalaylanarak dezenfekte edildi.
Yemeklerin ve salataların vaz geçilmezi domatesin Avrupa ve Türkiye macerası kısaca böyle.
Bereketli sofralar, domatesi bol menemen ve salatalar diliyorum.
Esen kalınız.
Bir yanıt yazın