Araştırmacı Yazar ve Felsefe öğretmeni olduğunu söyleyen İsmet Zeki Eyüpoğlu isimli yazarın “Oruç, İslam’dan 2000 sene önce, İbraniler’de, Mısır’da, Sümerler, İranlılar ve Akadlar’da da vardı. Orucun kaynağı Kuran değildir, çok tanrılılar da oruç tutardı ve onlarda da Kâbe kutsal sayılıyordu… Hatta Muhammed İslam’dan önce Kâbe’ye gidiyor, Lat, Menat, Uzza isimli üç puta tapıyor, oruç da tutuyordu.” şeklindeki sosyal medya paylaşımı hit olmuş galiba. Paylaşan paylaşana. Whatsapp ve Mesengerden gönderen gönderene.
Sanki orijinal bir bilgiymiş gibi ve özellikle oruçla arası iyi olmayanlar mal bulmuş mağribi gibi atlamışlar bu paylaşımın üstüne. Özellikle de oruç tutanlara gönderiyorlar ki; sanki “Boşuna aç kalmayın, oruç İslam’a özgü değil, bütün dinlerde var” demeye getiriyorlar lafı.
Paylaşımın sahibi İsmet Zeki Eyüpoğlu, Deist ve Ateist de olabilir, iyi niyetli ve aklı önceleyen bir Müslüman da olabilir bilmiyorum. Ancak kendisinden özür dileyerek söylemek isterim ki; Ramazan ayı içinde, yani Sünni Müslümanların oruç tuttukları bir zaman diliminde, ayrıntılı açıklama yapmadan yapılan bu tür paylaşımların, bir nevi dinsizlik propagandası ve İslam düşmanlığı şeklinde algılanma riski vardır. Ayrıca Oruç tutan Müslümanlara hakaret niteliği ve oruç ibadetiyle dalga geçme anlamı da taşımaktadır.
Gelin görün ki; İsmet Zeki Eyüpoğlu’nun paylaşımında doğrularla yanlışlar iç içedir. Yani doğru bilgiler de vardır. Çünkü Orucun, İslam’a özgü ve Kur’an kaynaklı bir ibadet olmayıp, İslam’dan önceki dinlerde de olduğunu bizatihi Kur’an haber veriyor bize. Der ki Kur’an “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”(1)
Bu ayetten anlıyoruz ki; Oruç, İslam’dan önceki bütün semavi dinlerde ve o dinlerin bugünkü kalıntılarında da vardır. Demek istiyoruz ki; Oruç İslam Dini ile gündeme gelen orijinal bir ibadet değildir. Kaldı ki; bizatihi İslam Dini, bütünüyle kendine özgü hükümler koyan ve kendine has ibadetler ihdas eden orijinal bir din değildir. İslam unutulan ve bozulan semavi dinleri onarmak, Kur’an ‘da eski kutsal kitaplarda bulunan, ancak zaman içinde unutulan veya bozulan hükümleri yeniden ihdas etmek, o kutsal kitaplarda bulunan ibadetleri yeniden hatırlatmak ve günün şartlarına göre yeni oluşan sorunlara çözümler getirmek üzere gönderilmiştir.
Bu bakımdan sadece Oruç değil, Namaz, Hac, Zekât ve Kurban gibi ibadetler de İslam’a özgü değildir. Bu tür ibadetler de vardı eski semavi dinlerde ve hatta Dünyevi denilen bazı dinlerde bile! İslam öncesi Arapları da Kâbe’nin etrafında hac yapıyorlardı şüphesiz. Biz bu konuya “ORUÇ VE CAHİLİYE DÖNEMİ ARAP KÜLTÜRÜNÜN İSLAM’DAKİ İZLERİ” başlıklı makalemizde, ayrıntılı olarak açıklamaya çalıştık zaten.(2)
“İlahî” ya da “Semavî” denilen tek tanrılı dinlerin önderi, hatta yaşayan üç büyük semavi dinin doğduğu topraklarda yaşan insanların (Sâmi kavmi) ortak atası kabul edilen ve M.Ö.2000-1800 yıllarında yaşadığı düşünülen İbrahim’den beri bütün semavi dinlerde olan ve yerine getirilen dini ritüellerdir. Hatta muhtemelen ilahi dinlerden etkileşim yoluyla bazı dünyevi dinlerde de vardır ki; bu ritüellerin bazılarını İbrahim’den önceki semavi dinlere kadar götürmek de mümkündür.
Yazımızın başındaki paylaşımda orucun “İbraniler’de, Mısır’da, Sümerler, İranlılar ve Akadlar’da da oldu” söyleniyor. Elbette olacak, çünkü bu medeniyetlerin tamamı, İbrahim’den sonra ve İbrahim’in yaşadığı veya ilişkide olduğu coğrafyalarda doğmuşlardır. İbrahim, Sümerlerin egemen olduğu zamanda ve coğrafyada (Mezopotamya) doğmuş ve yaşamış, Anadolu üzerinden Filistin’e, Mısır’a ve Arabistan’a gitmiştir. Sümer ülkesinde Nemrut’la, Mısır’da Firavun’la mücadele etmiştir. İbrahim’in hayatına dair bilgiler, Tevrat kaynaklı haberlere dayanmakta olup, doğruluğu da tartışmalıdır. Ancak şu bir gerçek ki; orucun olduğu bütün medeniyetler İbrahim’in izlerinin olduğu coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Yani, baştaki alıntıda yer alan “Orucun birçok dinde olduğu” şeklindeki bilgi doğrudur.
O alıntıda bize göre doğru olmayan tek bilgi, Hz. Muhammed’in İslam’dan önce Lât, Menat ve Uzza isimli putlara taptığına ilişkin bilgidir. Bereket versin baş put ve Lât, Menat ve Uzza’nın babaları sayılan Hübel’in adı zikredilmemiş paylaşımda. Bu da gösteriyor ki; alıntı bütünüyle batılı oryantalistlerin, bir başka isimlendirme ile Müsteşriklerin iddialarına dayanmaktadır. Onlar da Lât, Menat ve Uzza putlarını zikrederler Peygambere iftira atarken!
Mesela bu müsteşriklerden Brockelman, “Hz. Muhammed’in tebliğin ilk yıllarında müşriklerin, Allah’ın kızları olarak nitelendirdiği üç tanrıçayı kabul ettiğini, tebliğ görevini yerine getirirken dahi putperest bir kişiliğe sahip olduğunu iddia etmiştir.”(3)
“M. Gaudefroy Demombynes Hz. Peygamber’in de ilk Müslümanlar gibi Kâbe’nin üç büyük putu olan Lât, Uzzâ ve Menât’a saygı gösterdiğini”(4) söylemiştir. “Samuel Margoliouth adlı müsteşrik de Hz. Peygamber’in nübüvvetten önce putlara taptığını iddia etmiştir”(5). “Emile Dermenghem Hz. Muhammed’in, müşriklerin taptığı Uzzâ putuna bir tören merasiminde kurban kestiğini” söylerken, “M. Gaudefroy Demombynes Hz. Peygamber’in de ilk Müslümanlar gibi Kâbe’nin üç büyük putu olan Lât, Uzzâ ve Menât’a saygı gösterdiğini” iddia etmiştir. “Samuel Margoliouth adlı müsteşrik de Hz. Peygamber’in nübüvvetten önce putlara taptığını ve epilepsi hastası olduğunu” iddia etmiştir(6)
Neslihan Kılınç, müsteşriklerin iddialarının mesnetsiz olduğunu ve herhangi bir kaynağa dayanmadığını söylüyor makalesinde. Mesela Peygamber’in Lat, Menat ve Uzza isimli üç puta saygı gösterdiğini ve bu putlara kurban sunduğunu iddia eden M. Gaudefroy Demombynes’in ve diğer bazı oryantalistlerin, bu iddialarını İbnü’l-Kelbî’nin “Kitâbü’l-Esnâm” (Putlar Kitabı) adlı eserindeki “Bize ulaştığına göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Ben kavmimin dini üzereyken Uzza’ya boz bir kurban sundum.” şeklindeki ravi zinciri bulunmayan rivayete dayandırdığını ve hiçbir açıklama da yapmadığını belirtmektedir.(7)
Neslihan Kılınç’ın, İslam araştırmalarıyla tanınan belli başlı günümüz ilahiyatçılarının eserlerinden istifade ile hazırladığı makalesinden de anlaşılacağı üzere; Batılı oryantalistlerin (Müsteşriklerin) aksine; İslam uleması, Hz. Muhammed’in, peygamberlikten önce de müşrik olmadığını ve putlara tapmadığını kabul ederler.
İlahiyat profesörü Abdulaziz Bayındır, bir sohbetinde, Mümin Suresi’nin “(Ey Resulüm!)De ki; Bana, Rabbimden apaçık deliller geldikten sonra, sizin Allah’tan başka yalvardığınız putlara kulluk yapmam kesinlikle yasaklandı. Bana bütün varlığımla Âlemlerin Rabbi’ne teslim olmam emredildi.” şeklindeki 66. Ayetinden hareketle sorulan “Hz. Muhammed bir zamanlar putlara mı tapıyordu?” şeklindeki seyirci sorusuna vermiş olduğu cevapta özetle; “Putlara kulluk etmem kesinlikle yasaklandı” tabirinden, “daha önce putlara kulluk ediyordum” anlamı çıkmaz. “Zaten kulluk etmiyordum, şimdi ise kulluk etmem büsbütün yasaklandı” şeklinde anlamak gerekir. Yasağı kendi kendine koyamayacağına göre; bu yasağı ancak Kur’an koyduğu için “yasaklandı” tabiri kullanılmıştır. Şûrâ Suresi’nin 52. Ayetinde geçen “Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” Tabirinden de, Hz. Muhammed’in peygamberlikten önce putlara taptığı gibi bir anlam çıkarılamaz. Söz konusu ibareyi, “Kur’an’dan ve Kur’an’da tarif edilen imandan habersizdin” şeklinde anlamak gerekir diyor.(8)
Şahsen haddimiz olmayarak biz de bu konuda İslam uleması gibi düşünüyoruz. Çünkü akıl ve mantık böyle söylüyor. Birçok kaynakta, Hz. Muhammed’in Peygamberlikten önce de putperestliğin ve putlardan medet beklemenin mantıksızlığına inandığına, çeşitli arayışların içine girdiğine, derin düşüncelere daldığına, kendisini toplumdan soyutlayarak Hira Mağarasında sık sık itikafa girdiğine ve inzivaya çekildiğine ilişkin bilgiler bulunmaktadır.
A.Bayındır’ın bahsettiği Şûra Suresi’nin 52. Ayetinin tamamının meali şöyledir: “İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.”
Acizane biz bu ayeti şöyle yorumlamak istiyoruz: “Sen zaten Allah’a iman ediyordun ve ona ortak koşmuyordun. Ancak kitabın ve imanın mahiyetinden habersizdin. Seninki, sırf puta taparlara benzememek için gelişigüzel bir din anlayışı idi. Biz Kur’an’ı göndererek senin gelişigüzel şekilde inandığın Tanrı anlayışını somut hale getirdik, dini esasları derli toplu halde sunduk, disipline ettik ki; insanlara anlatman kolay olsun. Zaten ilgi göstermediğin putperestliği de büsbütün yasakladık..”
Öte yandan o dönemde Mekke’de, İbrahim’in Tevhid dini olan ve Haniflik de denilen dine inanan bir grubun olduğunu söyler kaynaklar ve Bakara Suresi’nin 135. ayetinin buna işaret ettiğini belirtirler. Bakara Suresi’nin 135. ayetinde şöyle denilmektedir: “Onlar, ‘Yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız’ dediler. Sen de şöyle de: ‘Hayır! Biz, Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.’”
Demek oluyor ki; Hz. Muhammed, İbrahim’in dininden haberdardı ve o dine inanıyor ve o din üzere yaşıyordu! Elbette elde kalan ve unutulmayan kısmıyla ki; İbrahim’in dininde namaz da vardı, oruç da vardı, hac da vardı, zekât da vardı. İslam bir anlamda İbrahim’in tebliğ ettiği Tevhid dinini tekrarlamış yenilemiş ve belki de daha mufassal hale getirmiştir.
“Ebû Zer’den yapılan bir rivayete göre; Hz. Adem’e, on, Hz. Şit’e elli, Hz. İdris’e otuz ve Hz. İbrahim’e on olmak üzere peygamberlere toplam yüz sayfa verilmiştir (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VIII, 489) (İ.K.)”(9) “Zayıf olduğu kabul edilen bir rivayette Ebû Zer el-Gıfârî’nin Allah’ın resullerine kaç kitap gönderdiği sorusuna Hz. Peygamber 104 cevabını vermiş, bunlardan on sahîfenin Âdem’e, elli sahîfenin Şît’e, otuz sahîfenin İdrîs’e, on sahîfenin İbrâhim’e verildiğini” diyen kaynaklarda vardır(10) Yine “Ebû Zer el-Gıfârî’nin Hz. İbrâhim’e gönderilen suhufun içeriği hakkındaki sorusuna Resûl-i Ekrem bunun dinî-ahlâkî mesellerden ibaret olduğu cevabını vermiştir (Taberî, Târîḫ, I, 312-313; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, XV, 378).”(11)
İnanırsınız veya inanmazsınız, ancak Hz. Muhammed’in İbrahim’den ve onun Allah’ı tek ilah kabul eden Tevhid dininden haberdar olduğu ve o dinin esaslarına uyduğu anlaşılmaktadır. Ki; Tanrı, herhalde kime peygamberlik vereceğini en iyi bilendi. Eğer insanlar gibi düşünceydi, Peygamberliği toplumda Muhammed gibi daha az tanınan birisine değil, mesela Ebu Cehil’e ya da Ebu Süfyan’a verirdi. Zaten peygamberliğini ilan ettiğinde müşrikler bu görevin itibarlı, hatırı sayılır kişilere verilmesi gerektiğinden hareketle “Bu Kur’an, Mekke‘nin ulusu Velîd b. Muğîre veya Taif‘in ulusu Urve b. Mes‘ud dururken Muhammed’e mi indirilmeliydi”(12) şeklinde itiraz etmişlerdir.
Kur’an’da, İslam’daki Namaz ve Hac ritüellerinin edâ şekli hakkında bilgi verilmemektedir. Bu tür ibadetlerin eda şekli, peygamberin uygulamasıyla oluşturulmuştur. Peki Peygamber, Namaz ve Hac ibadetlerinin edâ şekillerini kimden ve nereden öğrendi? “Cebrail öğretti” demek akılcı mıdır, yeterli midir? Meşhur deyimle söyleyecek olursa; “Hayatın olağan akışı” çerçevesinde düşündüğümüzde ve elbette bize göre; Hz. Muhammed, Peygamber olmazdan önce de bu tür ibadetleri aynı şekilde yerine getiriyordu ve Peygamber olduktan sonra da değiştirmeye gerek duymadan aynı şekilde icraya devam etti.
Yani bize kalırsa; İslam’daki ibadetler ve bu ibadetlerin edâ şekilleri, İbrahim’den beri, yaklaşık 4000 yıldır fazla bir değişikliğe uğramadan aynı şekilde devam ettirilmektedir.
Esasen, Müşrik denilen insanlar da direk putlara tapmıyorlardı, sadece duâlarının Allah’a daha çabuk ulaşmasına yardımcı olmaları için putları aracı kılıyorlardı. Bir anlamda putları Allah’a ortak ediyorlardı. “Mekke toplumu İslam’dan önce de ‘Allah’ biliyor, tanıyor ve Onu büyük ilah olarak kabul ediyordu. Kur’an, İslam öncesi durumları itibarıyla onlara ‘müşrik’ adını verdiğine göre zaten ‘müşrik’ olmanın olmazsa olmaz şartı Allah’a inanmış olmaktır. Zira müşrik demek, Allah’a inanan, ama bir şekilde Ona ortak koşan kimse demektir”(13)
Müşrikler, kim bilir belki de ibadet ederken putları bir nevi kıblegâh, yani yön vasıtası olarak kullanıyorlardı. Tıpkı Tek tanrıya inanan Zerdüştlerin, namaz kılarken güneşi ve güneşin yerine kaim olmak üzere ateşi kıblegâh yaptıkları gibi. Yani hem Müşrikler hem de Zerdüştler farklı isimlerle de olsa tek tanrıya inanıyorlardı. Bu tanrıya Müşrikler “Allah”, Zerdüştler “Ahuramazda” diyorlardı mesela.
Eğer öyle olmasaydı, Müşrikler çocuklarına Abdullah ve Abdurrahman, hatta Muhammed isimlerini vermezlerdi. Evet, Müşrikler de çocuklarına “Allah’ın kulu” anlamında Abdullah ve “Rahmanın kulu” anlamında Abdurrahman gibi isimler veriyorlardı. Mesela Peygamberin dedesi Abdulmuttalip bile erkek çocuklarından birisine Abdullah, birisine de Abduluzza adını vermiştir. Abdullah peygamberin babası, Abduluzza ise amcası Ebu Lehep’tir. Yakın arkadaşlarından Abdullah b. Mesut, Abdullah b. Cahş ve Abdurrahman b. Avf, bu isimleri İslam öncesi dönemde almışlardır..
Belki de çocuklarına bu isimleri verenler, İbrahim’in Tevhit dinine inanan Mekkeli Haniflerdi kim bilir! Düşünsenize; sizin bugün “İslami İsim” olarak çocuklarınıza verdiğiniz Arapça isimlerin hemen tamamı, İslam öncesi Arap kültürüne ait isimlerdir.
Özetle; orucun İslam’a özgü olmayıp, diğer dinlerde de olması, onun farz olmadığı anlamına gelmez. Ayrıca, Hz. Muhammed’in, peygamberlik gelmezden önce puta tapar olduğuna ilişkin hiçbir sağlam bilgi yoktur elimizde. Bu tür iddiaların tamamı, batılı müsteşriklerin temelsiz iddia ve iftiralarından ibarettir. Elbette Kur’an’a inanıyorsanız.
____________
1-Bakara/183
3-Neslihan Kılınç, “Müsteşriklerin Hz. Peygamber’in Putlara Taptığı İddiasına Dayanak Aldıkları Rivayetin Tahlili” başlıklı makalesi; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3217199.
4-Neslihan Kılınç, agm.
5-Neslihan Kılınç, agm.
6-Neslihan Kılınç, agm.
7- Agm.
8- https://www.youtube.com/watch?v=86YWMzDoj5c Abdulaziz Bayındır’ın söyledikleri, motamot değil, söylediklerinden bizim anladığımız kadarıyla aktarılmıştır.
9-https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/64-suhuf#:~:text=Adem’e%2C%20on%2C%20Hz,VIII%2C%20489)%20(%C4%B0.
10- https://islamansiklopedisi.org.tr/suhuf
11-Age.
12- Prof. Dr. Zeki Duman, “Kur’an-ı Kerim’de Ehli Beyt” başlıklı makalesi, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/66706; http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00038/2001_11/2001_11_DUMANMZ.pdf
13- Prof. Dr. Mevlüt Güngör, “Kur’an Bağlamında İslam Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Ahiret İnancı” başlıklı makalesi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/51889
Görsel: https://www.tarihduragi.com/2018/11/islamiyet-oncesi-arap-tanrilari-hubel.html internet adresinden alınmıştır.
Bir yanıt yazın