ABDÜLHAMİD BAŞTA OLSAYDI KİMLERİ BAKIRKÖY’E ATARDI
Süleyman Çelik
Osmanlı’da modernizmin, seküler bilimsel ve teknik eğitimin başlamasıyla doğduğu kabul edilir.
Bu doğrultuda açılan ilk eğitim kurumu, Cumhuriyet’ten sonra “Deniz Harp Okulu” adını alacak olan “Mühendishane-i Bahri Hümâyûn”dur (1773).
Bu okulun, ülkeyi müneccimlerle yönetmeye çalışan ve bunu, zamanın en güçlü devleti Prusya Kralı Büyük Friedrich’ten ödünç müneccim isteyecek kadar önemseyen, cahil bir padişah olan III.Mustafa’nın zamanında açılmış olması ilginçtir…
***
Padişah cahil olmakla birlikte, zayıflamış olan Osmanlı Ordusunu güçlendirme arayışı içindedir. Prusya Kralı’ndan ödünç müneccim istemesi de buna bağlıdır. O yıllarda Prusya Ordusu’nun girdiği tüm savaşları kazanmasını, çok iyi müneccimlere sahip olmasına bağlamıştır…
Bu şekilde akıl dışı arayışlar içinde olan Padişah’ın, bir vesileyle karşısına çıkan Fransız kurmay subay Baron de Tott’u askeri danışman yapmasıyla akılcı (rasyonel) bir yola gidiş başlamıştır.
Osmanlı Ordusu’nu inceleyen Baron de Tott, görüşünü arz eder: “kullanılan silahlar eski teknoloji ürünleri. Fakat daha önemlisi subaylar bilgisiz. Cahil subayların yönettiği bir ordu savaş kazanamaz. Öncelikle subaylar eğitilmeli” der.
Padişah, “o kolay. Bizim medreselerimiz var. Oralarda, hepsi çok büyük alim olan hocalarımız var. Subaylarımızı onlar eğitir” der.
Bunun üzerine medreseleri inceleyen Baron de Tott, “Ulema” denilen büyük alimlerin de hurafelerden başka bir şey bilmeyen zırcahiller olduğunu görür ve Sultana “yeni bir okul açılması gerektiğini” bildirir. Fakat Padişah bunu kabul etmez. “Sen yanlış kişilerle görüşmüşsündür. Gel birlikte gidelim, görelim” der…
Birlikte bir medreseye giderler. Medrese Emini (rektör) ve tüm müderrislerin (profesör) karşısına geçen Padişah, Baron de Tott’a dönerek, “bunların hepsi, her şeyi bilen büyük alimdir. İstediğine, istediğin soruyu sor” der…
Baron, “ben ortaya bir soru soracağım, bilen yanıt versin” der ve müderrislere dönerek sorusunu sorar: “bir üçgenin iç açıları toplamı kaç derecedir?..”
Tümü, başı öne eğik bir şekilde duran müderrislerden, kimse başını kaldırıp tek söz etmez. Sessizliğin uzaması üzerine bir yanıt verme gereksinimi duyan Medrese Emini, “Sultanım, üçgenine göre değişir” der!..
Baron de Tott, Sultan’a dönerek “Ekselansları, Fransa’da bunu ilkokul çocukları bilir. Bunların matematik bilgisi sıfır” der.
Gerçekten medreseler çoktandır yozlaşmış, “beşik uleması” dönemi başlamış, yani alimlerin(!) çocuklarının doğuştan alim olacaklarına karar verilmiş; medrese öğrencileri (softa) askere alınmadığı için, asker kaçaklarının sığınağı olmuştu. Bu öğrenciler üç aylarda cerre çıkar, yani (güya) din hizmeti yapmak üzere köylere dağılırlardı. Fakat bilgisiz oldukları için halka hiçbir yararları olmaz, tersine üç ay yer, içer; giderken de para ya da erzak, halkın elinde, avucunda ne varsa toplar, medreselerine dönerlerdi. Bu iş zamanla tam soyguna dönüşmüş ve “softa şekaveti” (öğrenci soygunculuğu) deyimini doğurmuştu…
***
Bu olaydan sonra Padişah, Baron de Tott’a yeni okul açma izni vermiş; o sırada Çeşme’de, Ruslar Osmanlı donanmasını tamamen yakmış oldukları için, öncelikle denizci subayları eğiterek yeni bir donanma kurmak üzere Deniz Harp Okulunun açılmasına karar verilmiştir…
İlk seküler eğitim kurumu III. Mustafa zamanında açılmış olmakla birlikte, Osmanlı modernleşmesinin öncüsünün III. Selim olduğu kabul edilir. Çünkü III. Selim, Osmanlı toplumunun tümden yeniden yapılandırılması gerektiği görüşündedir.
Bilgili Denizci subaylar yetiştirmek üzere açılmış olan Mühendishane-i Bahri Hümayun’un yanına, o da bilgili topçu ve istihkam subayı yetiştirmek üzere “Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn”u açmıştır (1795). Yozlaşmış olan yeniçerilerin düzeltilemeyeceğini anlayınca yeni bir ordu (Nizam-ı Cedid) kurmaya çalışmış, fakat toplumdaki yerlerinin sallandığını gören medrese ulemasının yeniçerileri kışkırtmasıyla önce tahtından indirilmiş, sonra da öldürülmüştür…
Sultan II. Mahmud, III. Selim’in izinden gitmiş; tahtta kaldığı 31 yıl, Osmanlı tarihinin askeri ve siyasi açıdan en bunalımlı dönemi olmasına karşın, gerçekleştirdiği reformlarla imparatorluğun çehresini tümden değiştirmiştir:
Yeniçeri Ocağını kaldırıp, Batı tarzında eğitim gören yeni bir ordu kurarak modern Türk ordusunun temellerini attı. Buna koşut olarak mehteranı kaldırdı. İtalya’dan getirttiği ve paşa sanı verdiği, ünlü kompozitör Donizetti’nin yardımıyla bando sınıfı ile senfonik konserler vermek üzere, Cumhuriyet’ten sonra adı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olan Mızıkayı Hümâyun’u kurdu.
Eğitime çok önem verdiği için, en çok seküler eğitim kurumu onun zamanında açıldı. İlköğretimi zorunlu yaptı. Modern tıp eğitimi verilen Askeri Tıp Okulu ile savaş eğitimi verilen Kara Harp Okulu’nu açtı. Bu okullara öğrenci yetiştirmek üzere askeri ortaokul (rüştiye) ve liseler (idadi) açtı. Aynı şekilde ilkokuldan yükseğine kadar birçok sivil okul da açtı. Bu okulların gereksinimini karşılamak üzere, başta Fransa’dan olmak üzere Avrupa’dan öğretmenler getirdi. Bu şekilde eğitimde Arapça ve Farsçanın yerini Fransızca almaya başladı.
Ondan önce esas olarak Ordu’da yeni düzenlemeler yapılmıştı. O, sivil yönetimde (mülki idare) de köklü değişiklikler yaptı.
1828 yılında yayınladığı Kıyafet Nizamnamesi ile sarık, kavuk ve cübbe giyilmesini yasaklayıp ceket, pantolon, fes giyilmesi kuralını getirdi ve kendi de sakalını kısa keserek modern kıyafetler ile halkın içine çıktı. Portrelerini yaptırıp devlet dairelerine astırdı.
Sultan II. Mahmud, Osmanlı Hanedanı’nın son soy atasıdır. Ondan sonra gelen altı Osmanlıpadişahından ikisi (Abdülmecid, Abdülaziz) oğlu, dördü (V. Murad, II. Abdülhamid, Reşat, Vahdettin) torunudur…
Oğulları ve torunu Abdülhamid, reformları sürdürmüş ve yeni okullar açmışlardır.
Abdülhamid, özellikle taşrada en çok okul açan padişahtır. Cumhuriyet’ten önce Anadolu’da açılmış olan idadilerin (lise) çoğu (Kastamonu, Konya, Kayseri, Afyon, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır gibi) Abdülhamid zamanında açılmıştır.
Abdülmecid döneminde mevcut yüksek öğretim kurumları, bir çatı altında toplanarak üniversiteye dönüştürülmeye çalışılmış, fakat ulemanın karşı çıkması üzerine yapılamamıştır. Bu girişim, Abdülaziz döneminde de sürdürülmüş, üç kez kısa süreli açılış da yapılmış ve fakat gene aynı tepkiler yüzünden kapatılmıştır. Babasının ve amcasının başaramadığını Abdülhamid gerçekleştirmiş ve 1900 yılında, Osmanlı’nın ilk üniversitesi olan “Darülfünun” açılmıştır.
***
Abdülhamid, yaptığı reformlarla Japon Aydınlanma Devrimini gerçekleştirerek, Japonya’nın dünyanın en güçlü ülkeleri arasına girmesini sağlayan, İmparator Meiji ile aynı yıllarda hükümdarlık yapmıştır. Kendisinden 10 yıl önce tahta çıkmış olan Meiji’nin yaptıklarından bilgisi vardır. “Ben de yapmak istiyorum, ama bırakmıyorlar ki…” der.
Bırakmayanlar, o zaman “düvel-i muazzama” denilen emperyalist ülkelerdir. Jeopolitik önemi ve hiçbir doğal kaynağı olmayan Japonya’nın ne yaptığı ile kimse ilgilenmez. Ama onunla tam anlamıyla karşıt niteliklere sahip Osmanlı’yı kendi haline bırakmazlar. Günümüzde bırakmadıkları gibi!..
Derken, Japonya’dan Abdülhamid’e bir elçi heyeti gelir: Meiji, Japonların dini Budizm’in insanları tembelleştirdiğini düşünmüş ve değiştirmeye karar vermiştir. Seçim yapabilmek için diğer dinleri incelemek istemektedir. Bu amaçla Müslümanların Halifesi Abdülhamid’den, “kendilerine Müslümanlığı anlatacak din bilginleri göndermesini” rica etmektedir.
Abdülhamid, İmparator’un bu isteğini yerine getiremez. Nedenini de kendisi açıklar: “yok ki göndereyim. Olsa önce ben yararlanacağım. Ulema arasında tanıdığım saygın Hocalar var. İyi insanlar, ama bilgisizler!..”
***
Said Nursi de medreseler ve ulema konusunda Abdülhamid ile aynı görüştedir. Ailesi tarafından verildiği medreselerde, cahillikle suçladığı hocalarla kavga ettiği için atılmış, öğrenim görememiştir. Bu arada seküler okullardaki eğitimi ve ders kitaplarını incelemiş, çok beğenmiştir. Bununla birlikte bu okullarda din dersleri olmamasını büyük bir eksiklik olarak görmüş ve durumu padişaha arz ederek eksikliği gidermek üzere İstanbul’a gelmiştir.
Bir fırsatını bulup Abdülhamid’in huzuruna çıkmış ve görüşünü açıklayarak, “okullara din dersleri konulmasını” arz etmiştir. Abdülhamid, baştan savmak anlamında başını sallayarak biraz dinledikten sonra eliyle çıkmasını bildirmiştir. Fakat o, kitaplarındaki gibi anlaşılmaz sözcüklerle konuşmasını sürdürünce, ilgililere dönen Sultan, “bu adam deli. Bunu hemen tımarhaneye atın” buyruğunu vermiştir. Bunun üzerine yaka paça tutulup, doğru Toptaşı Tımarhanesine (akıl hastanesi) atılmıştır. Orada 6 ay kadar yatan Said Nursi, bir yolunu bulup kaçarak kurtulmuştur…
Düşünüyorum da okullara din dersi konulmasını istediği için Said Nursi’yi tımarhaneye attıran, onu çok seven siyasal İslamcıların deyişiyle Ulu Hakan Abdülhamid Han, günümüzde padişahlığını sürdürseydi, okulları medreseleştirip toplumu Osmanlı modernizmi öncesine, yani 17.yüzyıla götürmeye çalışan; ihrama soktukları ilkokul öğrencilerine dersliklerde namaz kıldıran, Kâbe maketi tavaf ettirerek şeytan taşlatan ve mezar maketi başında ağlatanlara ne yapardı, acaba?…
Bir yanıt yazın