Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Filistin Kararı ve Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 1950 yılında imzaya açılmış, 1953 yılında yürürlüğe girmiştir. Taraf ülkelerin AİHS’ye uyumunu denetlemek amacıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oluşturulmuştur.
Türkiye Avrupa Konsey’inin kurucu üyeleri arasındadır. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, 2014, İstanbul, Beta Yayınevi, s. 95-198) AİHS’nin denetim sürecine başvuru hakkını 1987 yılında, AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini ise 1990 yılında kabul etmiştir. Avrupa Birliği’nin demokrasi ve insan hakları kriterlerinin tamamı, büyük ölçüde bu Sözleşme hükümleri ve Mahkeme içtihatlarına dayanır.
AİHM 2023 yılı raporuna göre mahkeme önünde bekleyen başvurularda Türkiye, ilk sırada yer almıştır. AİHM verilerine göre mahkemenin 68 bin 450 davalık toplam dava yükünün 23.397’ni Türkiye kaynaklı davalar oluşturmuştur. Bu sayı bir rekor olup, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün tartışılmasına yol açmıştır.
Üç hakimden oluşan komiteler 6.386 başvuruyla ilgili karar alırken, tek hakim oluşumlarında 25.834 başvuru olmuştur. Davalı devletlere 16.623 yeni başvuru iletilmiştir. Bu sayı, bir önceki yıla göre yüzde 144’lük artıştır. 2022 yılı Faaliyet Raporu’nda yer alan ülkeler arasında Türkiye’den sonra Rusya Federasyonu (12.450), Ukrayna (8.750), Romanya (4.150) ve İtalya (2.750) gelmektedir. 2022 rakamlarıyla karşılaştırıldığında Rusya Federasyonu ve İtalya’dan yapılan başvurularda 5.000 ve 1.000 civarında düşüş olmuştur. (https://www.echr.coe.int/documents/d/echr/speech-20240125-oleary-jy-pc-bil)
AİHM 2023 yılı Rapor’unda Türkiye’nin ilk sırada yer alması dikkat çekicidir. Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 Mart 2021 tarihinde İnsan Hakları Eylem Planı Tanıtım Toplantısı’nda 9 farklı amaç, 53 hedef ve 393 faaliyetten oluşan İnsan Hakları Eylem Planı’nın iki yıllık zaman diliminde uygulanmak üzere hazırlandığını, temel ilke ile başlayan eylem planın amaçlarını açıklamıştır:
• Daha Güçlü Bir İnsan Hakları,
• Yargı Bağımsızlığı ve Adil Yargılanma Hakkının Güçlendirilmesi,
• Hukuki Öngörülebilirlik ve Şeffaflık,
• İfade, Örgütlenme ve Din Özgürlüklerinin Korunması ve Geliştirilmesi,
• Kişi Özgürlüğünün ve Güvenliğinin Güçlendirilmesi,
• Kişinin Maddi ve Manevi Bütünlüğü ile Özel Hayatının Güvence Altına Alınması,
• Mülkiyet Hakkının Daha Etkin Korunması,
• Toplumsal Refahın Güçlendirilmesi ve Kırılgan Kesimlerin Korunması,
• İnsan Hakları Konusunda Üst Düzey İdari ve Toplumsal Farkındalık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan eylem planını kamuoyuna açıklarken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının ve Avrupa Birliği’nin müktesebatının insan haklarına ilişkin standartlarının, sürekli yükselten uluslararası enstrümanlar olduğunu vurgulamıştır.
Fakat, Euronews’te 2023 istatistiklerini açıklayan Siofra O’leary, en fazla başvurunun Türkiye’den yapıldığını belirtmiştir. Dublin’de doğan Siofra O’Leary, 2015 yılından bu yana Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargıç olarak görev yapmaktadır. Avrupa Konseyi’ne üye tüm ülkeleri bağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de ilk kadın başkanıdır.
Mahkeme, bekleyen tahsisli başvuru stokunun bir önceki yıla göre azaldığını ve 74,650’den 68,450’ye düştüğünü açıklamıştır. 2022 yılında 45,500 olan yeni başvuru sayısı, 2023 yılında 34,650’ye gerilemiştir. Rapor’da, “Mahkeme’nin 2023 istatistikleri, bir adli oluşuma tahsis edilen gelen başvuru sayısında bir düşüş olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum temel olarak Rusya, Türkiye, Sırbistan ve Yunanistan’dan gelen başvuru sayısındaki düşüşle açıklanabilir” denilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi her yıl ülkelere karşı AİHM’de açılan davaları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki maddelerine göre yaptığı ihlalleri “Violations by Article and by State” başlıklı raporda yayınlamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1950’de imzaya açılmış, 1953’te yürürlüğe girmiştir. Taraf ülkelerin AİHS’ye uyumunu denetlemek amacıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oluşturulmuştur. Türkiye Konsey’in kurucu üyeleri arasındadır. AİHS’nin denetim sürecine başvuru hakkını 1987 yılında, AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini ise 1990’da kabul etmiştir. Anayasa Mahkemesi, AİHM kararlarının ulusal yargı sistemimiz tarafından esas alınmasını öngörmektedir. AB’nin “Kopenhag Kriterleri” olarak tanımlanan demokrasi ve insan hakları kriterlerinin temeli, büyük ölçüde Sözleşme hükümleri ve mahkeme içtihatlarına dayanır. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği, Beta Yayınevi, 11. Baskı, 2014, s.113, 217)
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’nin genişlemesinin merkezi Doğu Avrupa ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri belirtmiştir. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve Topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, Beta Yayınevi, 2013, s. 622, 649)
1995 yılında düzenlenen Madrid Zirvesi’ndeki kriterlere; mevzuatın uygun idari ve adli yapılar aracılığı ile etkin biçimde uygulanması kriteri eklenmiştir. AB’ye katılmaya aday ülkeler; istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, azınlıkların korunması gibi kriterler açısından değerlendirmeye alınmaktadır.
Bu kriterler açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin işi çok zordur. Zaten Türkiye’nin AB üyeliği hedefi de kalmamıştır. Çünkü bürokraside AB ile ilişkileri düzenleyen bir yapılanma ortadan kaldırılmıştır. 1982 yılında rahmetli Turgut Özal’ın oluru ile DPT’da “AET Dairesi”ni (sonra Genel Müdürlük) kuran biri olarak bu Daire’nin ve sonra da AB Bakanlığı’nın kaldırılması, bunun delilidir. DPT’daki son AET Genel Müdürü, şimdiki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’dır.
Avrupa Birliği’nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, Batı Balkanlar, Ukrayna ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülke için genişleme raporlarını paketini 8 Kasım 2023 tarihinde açıklamıştır.
Ukrayna, Moldova ve Bosna Hersek için adaylık müzakerelerinin başlatılması tavsiyesinde bulunan Komisyon, Türkiye’nin AB’den uzaklaşma eğilimini geriye döndürecek bir adım atmadığını kayda geçirmiştir. 141 sayfalık raporda, Türkiye’nin son yıllarda olduğu gibi insan hakları, temel özgürlükler, sivil toplum ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda ciddi gerileme içinde olduğu açıklanmıştır.
Bu kapsamda AİHM kararlarının Türkiye tarafından uygulanmaması dikkat çekicidir. Çünkü, Büyük Daire’nin HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın tutukluluğunun siyasi gerekçelere dayandığını belirtilerek, “derhal serbest bırakılması” yönünde verdiği karar uygulanmamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararın bağlayıcı olmadığı yönünde yaptığı, “Esasen AİHM bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez” açıklaması doğru değildir.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 Md.) Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümleri esas alınır.
AİHM’de bekleyen tahsisli başvuru stoku, bir önceki yıla göre azalmış ve 74 bin 650’den 68 bin 450’ye düşmüştür. 2022 yılında 45 bin 500 olan yeni başvuru sayısı, 2023 yılında 34 bin 650’ye gerilemiştir. Rapor’da, “Mahkeme’nin 2023 istatistikleri, bir adli oluşuma tahsis edilen gelen başvuru sayısında bir düşüş olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum temel olarak Rusya, Türkiye, Sırbistan ve Yunanistan’dan gelen başvuru sayısındaki düşüşle açıklanabilir” denilmiştir.
AİHM kararları üye ülkeleri bağlar.
Türkiye, Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini kabul etmektedir. Anayasa’nın 90’ncı maddesinin son fıkrasına göre kararların bağlayıcılığı vardır. AİHS’nin 46’ıncı maddesine göre 22 Aralık’ta Büyük Daire’den çıkan karar, saat 17.00’da AİHM’nin internet sitesinde yayınlanmasıyla birlikte herkes için kesin ve bağlayıcı olmuştur. Karar, Türkiye’nin sözleşmeye taraf olması sebebiyle bağlayıcıdır ve uygulanmak zorundadır. AİHM’nin kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetleyen, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’dir.
Tahliye kararının uygulanmaması durumunda bir yaptırım söz konusu olur mu? Azerbaycan Ilgar Mammadov davası buna örnektir. AİHS’nin 46’ıncı maddenin 4’ncü fıkrasına göre eğer bir devlet ısrarla İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kesin ve bağlayıcı kararları yerine getirmez ve bunda direnirse, Bakanlar Komitesi 3/2 oy çokluğuyla şikayet sürecini işletir. İlgili kişiler tahliye edilmemiş ise, Bakanlar Komitesi, İnsan Hakları Mahkemesine, mahkemenin kararını yerine getirmeyen devleti şikayet etme yetkisine sahip olur.
Buna örnek Azerbaycan’dır. Bu ülke kararı yerine getirmediği için AİHM’e şikayet edilmiş ve bunun sonucunda Azerbaycan ilgili kişiyi serbest bırakmak ve beraat ettirmek zorunda kalmış, ayrıca tazminat ödemiştir. Çünkü süreç, Avrupa Konseyi seçimlerinde tekrar aday olmamaya, Avrupa Konseyi’nden çıkarmaya kadar bir dizi yaptırım getirebilmektedir. Bunun için Azerbaycan Mammadov’u serbest bırakarak yaptırım ihtimali ortadan kaldırmıştır.
Eğer Selahattin Demirtaş serbest bırakılmaz ise, aynı süreç Türkiye için de geçerli olacaktır. 20 Kasım 2018 tarihinde Demirtaş hakkında verilen ilk AİHM kararı uygulanmadığında ve Demirtaş tutuklandığında Avrupa Konseyi, bu yola gidilebileceği yönünde açıklama yapmıştır. Hem Kavala hem de Demirtaş bu kararlara rağmen serbest bırakılmazsa, Türkiye bir yaptırımla karşı karşıya kalabilecektir. Türkiye, AİHS kapsamında taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’sı gereğince, hakkında verilen kararlara uymak zorundadır.
11 Aralık 2023 tarihinde, Avrupa Konseyi’nin icra organı olarak görev yapan Bakanlar Komitesi 5-7 Aralık tarihlerinde yaptığı toplantılarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasında yaşanan sıkıntıları ele almıştır. Komite, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında AİHM kararlarına uymayan Türkiye’ye bu kişilerin derhal serbest bırakılması çağrısında bulunmuştur. Komite, Mart 2024’te yapılacak toplantıya kadar Ankara ile temasın artırılmasını kararlaştırmış, ayrıca, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısının evrensel standartlara uymadığını ve değiştirilmesi gerektiğini açıklamıştır.
Bakanlar Komitesi, 2017’den bu yana cezaevinde bulunan iş insanı Osman Kavala ile ilgili kararında, AİHM kararlarına ve Komite’nin sayısız çağrısına rağmen başvuru sahibinin serbest bırakılmamasından ve kendisi hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmiş olmasından derin üzüntü duyulduğunu açıklamıştır.
Dava sürecinde Türk ceza yargılama sisteminin istismar edildiği, Kavala’nın susturulmak için cezaevinde tutulduğu görüşlerine yer verilen kararda, hakkında hüküm verilmiş dahi olsa başvuru sahibinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan haklarının ihlaline devam edildiği vurgulanmıştır.
Eğer bu süreç devam ederse, Türkiye Avrupa Konseyi’nden ihraç edilme riski ile karşı karşıya kalabilir. Türkiye ile ilgili ihlal sürecinin başlatılması için delegelerin üçte ikisinin “evet” oyu kullanması gerekir. Bu da 47 üyelik Avrupa Konseyi içinde, sürecin başlatılması için en az 32 üyenin Ankara aleyhine el kaldırması anlamına geliyor. Eğer Türkiye Avrupa Konseyi’nden ihraç edilirse, zaten olmayan AB üyelik hayali de böylece son bulmuş olur.
***
Son 80 yıldır “soykırım mağduru” denilerek küresel sistemde ayrıcalıklı bir yere konulan İsrail, 26 Ocak 2024 tarihi itibarıyla bir soykırım sanığıdır. Güney Afrika’nın başvurusunu değerlendiren Uluslararası Adalet Divanı, Gazze’de yeterli kanıt olduğuna hükmederek, İsrail’in soykırım suçundan yargılanmasına karar vermiştir. Bu kapsamda başvurunun doğru yere yapılmadığına ilişkin görüşler de vardır. İsrail’in işlemiş olduğu soykırımı suçlarının yargılanması gereken doğru makamın Uluslararası Ceza mahkemesi (UCM) olmalıydı görüşü önemlidir.
Daha önce Filistin devletinin şikayeti üzerine o zamanki UCM Savcısı Fatou Bensouda’nın Filistin ile ilgili dava açma yetkisi sorusuna UCM 5 Şubat 2021 tarihinde savcının Filistin’de işlendiği iddia edilen muhtemel savaş suçları konusunda dava açmaya yetkisi olduğuna karar vermişti. ( https://www.reuters.com/article/idUSKBN2A52CV/ ).
2021 yılında Savcı Bensouda “Doğu Kudüs dahil Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde Filistinli ve İsrailli aktörler tarafından savaş suçları işlendi veya işleniyor” diye iddia ederek soruşturma başlatmıştı ( https://www.icc-cpi.int/news/statement-icc-prosecutor-fatou-bensouda-conclusion-preliminary-examination-situation-palestine ).
O tarihten bu yana UCM’ye Filistin ile ilgili birçok resmi şikayet yapılmıştır. 6 Aralık 2022 tarihinde Filistinli muhabir Shireen Abu Akleh’in İsrail askerleri tarafından öldürülmesinin ardından Al Jazeera Medya Ağı tarafından verilen şikayet dilekçesi ( https://www.aljazeera.com/news/2022/12/6/al-jazeera-takes-the-killing-of-shireen-abu-akleh-to-the-icc ) 8 Kasım 2023 tarihinde insan hakları örgütleri Al-Haq, Al Mezan ve Filistin İnsan Hakları Merkezi tarafından verilen şikayet dilekçesi ( https://www.aljazeera.com/news/2023/11/9/three-rights-groups-file-icc-lawsuit-against-israel-over-gaza-genocide .) 9 Kasım 2023 tarihinde Filistinli mağdurların UCM nezdindeki temsilcisi Gilles Devers, beraberindeki 4 kişilik delegasyonla UCM Savcılığına verdikleri şikayet dilekçesi ( https://www.aa.com.tr/tr/dunya/filistinli-magdurlarin-avukatlari-israilin-gazzedeki-soykirimini-ucmye-sikayet-etti/3049016 ) 23 Kasım 2023 tarihinde İstanbul 2 No’lu Barosu Başkanı Yasin Şamlı ve 15 avukat tarafından , Türkiye’den ve çok sayıda ülkeden avukatların imzaladığı İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma ilişkin İsrail hakkında soruşturma açılması için Hollanda’nın Lahey kentinde kendileri tarafından bizzat UCM’ye verilen dilekçe ( https://www.sabah.com.tr/gundem/2023/11/25/turk-avukatlar-filistin-icin-laheyde ) 24 Kasım 2023 tarihinde Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu’nun İsrail’in işlemiş olduğu suçlarla ilgili UCM’e başvuruda bulunması gibi. (https://www.hukukihaber.net/tbb-israilin-islemis-oldugu-suclarla-ilgili-uluslararasi-ceza-mahkemesine-basvurdu )
Bana göre başvuru, Güney Afrika yerine Türkiye tarafından yapılmış olsaydı, çok daha yerinde bir eylemde bulunulmuş olurdu. Çünkü Galata Köprüsü mitingi iç kamuouyuna yönelik olup, uluslararasında bir etki yaratmamıştır.
Bir yanıt yazın