Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
İslam İşbirliği Teşkilatından Gazze Soykırımına Destek
Dünyanın gözü önünde yaşanan Gazze soykırımı 40 günü geçerken, bölgesel, kültürel, dinsel sebeplerle konuya çok daha hassas olması gereken Türk Devletleri Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) da sadece durumu sözlü ifadelerle kınayarak geçiştirdi. Bu örgüt zirveleri kararlarıyla İsrail şiddetle kınanarak, yapılanların soykırımı olduğu ifadeleri kullanılırken halkın gazı alınmış oldu. Bu soykırım karşısında BM ve özellikle de bağlayıcı karar alma, yaptırım uygulama gücü olan Güvenlik Konseyi suçlanırken her bir devletin ve özellikle birçok sebepten sorunu sahiplenmesi gereken örgütlerin yaptırımları gündeme getirmemesi, İsrail’e doğrudan destek anlamına gelmektedir.
Gazze soykırımı devam ederken bu üç önemli uluslararsı örgüt nezdinde zirve toplantıları yapıldığı halde İsrail’i gerçekten rahatsız edecek bir kararın alınamaması hayreti muciptir. Türk devletleri teşkilatı üyeleri aynı zamanda İİT üyesi olup Türkiye ile birlikte Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’dan oluşmaktadır. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı üyeleri ise, sayılan beş devlete ilaveten Türkmenistan, Tacikistan, İran, Pakistan ve Afganistan’dan oluşmakta olup bunlar da İİT üyeleridir. Sayılan örgütlerin ve üye devletlerin İsrail ve Siyonist kartellerle yoğun ekonomik ilişkileri bulunmaktadır. Gerek örgütler ve gerekse devletler olarak elini taşın altına koymadan kuru kınama mesajları, sadece halkın öfkesini hafifletmiş, dolayısıyla soykırım desteklenmiş olur.
Küresel Siyonizm, Müslümanlara karşı her türlü şiddet, zulüm dahil soykırım uygulama örneklerine karşın Türk ve İslam dünyasının tepkisizliğini çok iyi bilmektedir. Halen devam etmekte olan Doğu Türkistan’da Müslümanlara, Karabağ’da Türklere, Rohingya’da Arakan Müslümanlarına ve diğer örneklerde bu vurdumduymazlığı başarılı bir şekilde test etmiştir. Soykırımcı Netanyahu’nun Müslüman ülke liderlerini tehdidi, çıkarlarınızı korumak istiyorsanız sessiz kalın açıklaması aynen karşılığını bulmuştur. Zaten onlar da aslında sessiz kalmışlar, sert açıklamalarla sadece toplumun gazını almışlar, İsrail’e zarar verecek ekonomik ve askeri tedbirlere teşebbüs etmemişlerdir. Milli ve milletlerarası medyada pek ilgi görmediyse de yıllarca Netanyahu’unun psikiyatristi olan Moşe Yatom’un intiharı sebebini açıklayan son mektubunda, aslında her bir Türk veya İslam ülkesinin dikkate alması gelen ikazlar bulunmaktadır. Yalan şelalesinden ibaret olan Netanyahu’nun zihin dünyası Siyonizmin kirli kanlarından beslendiği halde bugün Yahudilerin önemli bir kısmı bu beladan kurtulmanın çaresini aramaktadırlar. Buna karşı İİT üyelerinin koltuğu ve çıkarlarını korumak hevesiyle sessiz kalmaları, muhtemelen herşeylerini kaybetmeleriyle sonuçlanacaktır.
Türkiye açısından bakıldığında konuya temas eden akademisyenler ve uzmanlar her fırsatta ülkemizin görevini yerine getirdiğini, fakat kabahatin diğer Müslüman devletlerde olduğunu yazmakta, söylemektedirler. Halbuki İsrail’i sadece kınamak, suçlamakla bir netice alınamayacağı, başta ticaret, para, enerji olmak üzere bu ülkenin sadece yaptırımların dilinden anladığını herkes bilmektedir. Esasen petrol ihraç eden ülkelerin 1973’de başarıyla uyguladığı petrol ambargosu örneği ortada olup böyle bir konunun günümüzde pek gündeme gelmemesi makam hırsıyla boyanmış yüz karası anlamına gelmektedir.
Haziran 2010’da Devrim Sevim Ay’ın sorularını cevaplayan o dönemin parti sözcüsü Hüseyin Çelik, kendi ifadesiye görünüşte İsrail karşıtı beyanlarla sadece toplumun Siyonist politikalar karşıtı gazının alındığını, İsrail ile ticari ilişkilerin çok daha geliştiğini söylemiştir. O günkü sözcünün bu beyanatının ne kadarının kendi fikri ne kadarının hükümet adına olduğu elbette tartışılabilir. Ancak Gazze soykırımı sürecinde de (buna tekaddüm eden baskı, işkence soykırım örnekleri dahil) sertlik seviyesi yüksek açıklamalara karşın İsrail’in canını acıtacak ekonomik ve siyasi tedbirlerin henüz gündeme gelmediği görülmektedir.
Sivil toplum kuruluşları veya ferdi olarak görüşlerini beyan edenlerin ülke çıkarlarını ön planda tutarak yapılanların fazlasıyla yeterli olduğu açıklamaları, soykırıma destekle sonuçlanırken aslında yaptırımları gündeme getirme ve uygulama konusunda hükümetin elini zayıflatmaktadır. Zira çağdaş demokrasilerde görünüşte hükümetin politikalarına karşı kamuoyu oluşturma faaliyetleri, özellikle dış politikada etkin kararlar alma konusunda yönetime zemin hazırlamakta, dolayısıyla elini güçlendirmektedir. Önemli kararlarda, hükümetler el altından kamuoyu baskısını besleyerek muhatap ülkeyi rencide edecek kararlar alırken “ne yapalım, biz demokratik ülkeyiz, parlamento takdiri, mahkeme kararı, kamuoyu baskısı…” gibi bahanelere sığınabilmektedirler. Bu anlamda başta akademik ve uzman yorumları ve önerileri olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının baskısı, hükümetin uluslararası siyasette elini güçlendirmesi gerekmektedir. Halbuki Gazze soykırımında, sadece sözde kalan beyanları alkışlayarak somut yaptırım adımları atılmamasını eleştirmekten kaçınmak, bu tür adımların atılmasını da engellemektedir. Mesela saldırgan Ermenistan sokaklarında yönetimi protesto edenler, aslında soykırımcı politikalara güçlü zemin hazırlamaktadırlar. Bakü sokaklarında mesela tazminat talebindeki yetersizliği iddiasıyla Azerbaycan yönetimi protesto edilirse, hükümet tazminat konusunda batıyı ve Rusya’yı karşısına alarak daha güçlü taleplerde bulunabilecektir.
Belirtmek gerekir ki Türkiye gibi diğer ülkelerin de ABD ve İsrail başta olmak üzere soykırımı destekleyenlerle uluslararası hukuk çerçevesinde yapmış olduğu sözleşmeler bulunmaktadır. Mesela Türkiye’nin İsrail’e su temin eden sözleşmesi, Kerkük ve Azerbaycan petrollerinin Ceyhan üzerinden İsrail’e sevki, hergün limanlarımızdan kalkan gemilerin İsrail’e mal taşıması veya oradan sevkiyatı kapsamında birçok ikili ve çoklu anlaşmalar vardır. Anlaşmalara riayet ekonomik ve siyasi istikrar yanında uluslararası hukukun da gereğidir. Bununla beraber bütün dünyanın imzaladığı, imzalamayan devletler için de jus cogens (emredici hukuk kuralı) durumundaki Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi bulunmaktadır. Bu durumun diğer sözleşme hükümleri çelişmekte midir, sorusu akla gelebilir. Yani ahdi yükümlülükler sebebiyle ticaretin devam etmesi mi yoksa yine aynı yükümlülükler sebebiyle soykırım yapan İsrail ile onu destekleyen ABD’ye yaptırım mı uluslararası hukukun gereğidir?
1969 Viyana Antlaşmalar Hukukus Sözleşmesi’nin 53 maddesine göre, sözleşmelerin geçersizlik sebeplerin biri de jus cogens kapsamındakilerdir. Eğer soykırımı icra eden İsrail veya onun destekçisi ABD ile sözleşmeleri sayesinde bu soykırım devam edebiliyorsa, devletlerin bu sözleşmeleri (Türkiye açısından su, petrol, ürün sevkiyatı, üslerin kullanılması ile ilgili olanlar), uluslararası hukuk açısından geçersiz hale gelecektir. 7 Ekim öncesinde sözleşmeler imzalanırken bir soykırım olmadığı varsayılabilir, ancak soykırımın başladığı tarihten sonra bu sözleşmeler geçerliliğini yitirmiş olur. Öte yandan ABD’ye tahsis edilen İncirlik ve Kürecik üsleri, bu soykırım sürecinde kullanıldığına göre, bu sözleşmeleri iptal etmek Türkiye açısından uluslararası hukuk yükümlülüklerindendir. İsrail ile ticaret, ulaşım, diplomatik ve diğer ilişkilerini sürdüren her bir ülke için de bu kapsamda mükellefiyetler bulunmaktadır. İsrail’in soykırımını durdurabilecek tek çare bu yolları kullanmak olup, sözde kalan beyanatların gaz alma ötesinde bir sonuçları bulunmamaktadır.
alaeddinyalcnkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink
Bir yanıt yazın