Laiklik bakımından Cumhuriyet ve Demokrasi arasındaki farka gelince; Cumhuriyet’te Devlet Dinin tüm etkilerinden bağımsız, Demokrasi’de ise Din Devletin tüm etkilerinden bağımsızdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde, Cumhuriyet, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurarak Devlet’in din işlerine müdahalesinden çok, ‘Dinin özgürleşmesi’, onun bağnaz kişi ve kurumlar elinde yozlaştırılmaması ve Devlet işlerinden bağımsızlaşmasını amaçlamıştır denilebilir.
Müftü, imam gibi din görevlilerinin Devlet memuru olmaları, memuriyet gereklerini yerine getirmenin ötesinde dinsel herhangi bir zorunluluk dayatmıyordu.
Örneğin müftünün kravat takması abdestini bozmaz, ama bir Arap gibi giyinmesi ‘giyim kuşam yasası’na aykırı olacaktır.
Tam da bu nedenle, örneğin ‘Türban’ı Demokratik bir hak olarak görmek, Devlet’i Din karşısında silip süpürmek anlamına gelmektedir.
Nitekim Régis Debray, adı geçen makalesinde, Fransa’da diyor, Kilise Devlet’in karşısında silinmek (s’effacer) zorundadır, çünkü örneğin ABD’de Devlet Kilise karşısında silinmiştir.
Böylece Türkiye’de, ABD ‘başkanlık rejimi’, ABD sosyolojisi, ABD ‘ekonomi politikaları’, ABD ‘yaşam biçimi’ ve ABD demokrasisini savunarak gelinen aşamada, Diyanet İşleri Başkanı’nın, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın açılış günlerini duayla açması olağan görülmeye başlamıştır.
Yarın Cumhurbaşkanı’nın mazbatasını da Ali Erbaş verecek demektir.
Ki, bu Ali Erbaş’ın ne kadar müslüman olduğunu doğrusu ben bilmiyorum.
Eğer o gerçek müslüman ise, örneğin Fetullah Gülen Hristiyan mıdır?
İşte Demokrasi, Din’i de böyle çığırından çıkarmaktadır diyerek, konumuza dönelim.
Debray, dinsel anlayış (esprit) bakımından, Fransa’da, yani Cumhuriyet’e geçişte, Din’in tekelinde olan sonsuz ‘Gerçek ve İyi’yi Kilise’nin egemenliğinden söküp almak gerekiyordu diyor.
Oysa Demokrat ABD’de, Protestanlık, zaten Din’e içkin olan bir ‘başkaldırı hakkı’nı içeriyor idi.
Bu konunun derinliğine girmek, ne bu yazı dizisinin ve ne de yazarın özel ilgi alanı olmadığı için, bu kadarıyla yetinmek durumundayız.
Ancak şu kadarı söylenmelidir ki, Cumhuriyet’te, resmi geçit protokollerinde bilim adamları, akademisyenler ve düşünürler önde, Diyanet İşleri Başkanı ve dinsel görevliler onlardan sonra yer alırlar (almalıdırlar).
Çünkü ‘bilim’, gerçeği araştırmak ve savunmak bakımından Din’in önüne geçeli yüzyıllar olmuştur diyerek, bu parantezi de kapatabiliriz.
Evrensellik ve yerellik konusuna gelince; Cumhuriyet evrenselliğin Demokrasi ise yerelliğin kurallarını araştırıp uygulamakla kendilerini sınırlandırmış gibi görünmektedirler.
Örneğin Fransa ve o arada Türkiye’de bir milletvekili, tüm milletin milletvekilidir.
Oysa Amerika’da bir Senatör ya da Temsilci sadece kendi seçim bölgesini (circonsription-constituency) temsil etmektedir.
Böyle olunca, Cumhuriyet’teki temsilcilerin ‘evrensel’, Demokrasilerdeki temsilcilerin ise ‘yerel’ değerleri savunacakları söylenebilir.
Oysa Cumhuriyet’teki temsilcilerin, ulusal olduğu kadar uluslararası değerleri de savunmaları gerekmektedir.
Örnek olsun, Gürsel Erol’un Elazığ ve Mustafa Sarıgül’ün Erzincan milletvekili olmaları, sırasıyla Elazığ’ın ve Erzincan’ın sorunları olduğu kadar ‘evrensel insan hakları’nı da savunmaları gerektiği anlamına gelecektir.
Öyle ki, yine Debray’a göre, Amerikan, İngiliz, Alman ya da Türk milletvekillerinin sadece ‘somut ve yerel’ sorunlara öneri getirmeleri Demokratik olabilir, ama Cumhuriyetçi olmayabilir.
Çünkü Cumhuriyetçiler, ‘somut ve yerel’ sorunları olduğu kadar ‘soyut ve evrensel’ sorunlara da kayıtsız kalamazlar.
Tam da bu nedenle, Cumhuriyetçiliğin gelişmeye açık Demokratçılığın yerellikle sınırlı olduğu söylenebilecektir.
Bu çözümleme doğru ise, Cumhuriyet’i ‘Demokrasi ile taçlandırmak’ değil ama Demokrasi’yi ‘Cumhuriyet ile taçlandırmak’ gerektiğini ileri sürülebilir.
Ancak ve ne var ki, ne Cumhuriyet ve ne de Demokrasinin özde değil ama sözde olduğu durumlar için, bu tür çözümlemelerin, denildiği üzere ‘fildişi kule’den yükselen bir ‘seda’ olarak kalacağı apaçıktır.
Hele ABD’deki Demokrat ve Cumhuriyetçileri, salt adlarından dolayı, bu çözümlemeler için örnek göstermenin tamamen yanlış olduğunu da ayrıca belirtmekte yarar vardır.
Bununla birlikte, Türkçesiyle, ‘aklın bir kenarında tutulması’ amacıyla çözümlemelerimizi sürdüreceğiz.
(Sürecek)
Bir yanıt yazın