Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Z Kuşağı/Tuzağı
Dijital tekonoloji ürünlerinin yaygınlaşarak kullanılması, yarardan çok zarar sorununu gündeme getirdi. Yeni şeyler öğrenmek gelişme çağında çok daha kolaydır. Çocukluk yaşlarında okuma-yazma öğrenemeyenler, asker oğlundan gelen mektubu okutmak, onlara mektup yazmak için torunu yaşındaki çocukların bulunduğu komşuların kapısını çalardı. Bazen gazete resimlerindeki resimlere bakarak yazıyı okuturken torunlarını hayranlıkla izlerdi.
Okur-yazar olmayanın milyonluk kütüphaneden istifadesi sınırlıdır. Sıklıkla gördüğümüz gibi dev kütüphaneye girip saatlerce cep telefonuyla meşgul olan ile hiç okuma yazma bilmeyen birisinin bu kütüphaneden istifadesi arasında fark yoktur. Buna karşın kütüphanede terör örgütleri konusundaki kitapları karıştırarak uyuşturucu, organ ticareti-mafya ilişkileri hakkında bilgisini artırıp uygulamaya geçirenlerin kütüphaneden istifadesi ise olumsuzdur.
Araştırmacı kişiliği, zekası, okuma, anlama ve uygulama yeteneği ile bilgileri toplayıp başarılı bir terör veya mafya örgütü kuran, milyonlarca kişiyi zehirleyen uyuşturucu trafiği yöneticisinin okuması takdir edilemez. Belirtmek gerekir ki suç örgütü liderleri, genellikle toplumdan/çevresinden dışlandığı halde akranlarından daha fazla okuyan, araştıran kişilerden çıkmaktadır. Öte yandan bir suç örgütü, mafya teşkilatı nasıl kurulur, kârlı bir uyuşturucu şebekesi nasıl yönetilir konusunda da yazılmış nice kitaplar, hazır rehberler var! Sorun kitapta veya kütüphanede değil, fakat yanlış kitapta yahut kitapları yanlış işlerde kullanmadadır. Bu fayda/zarar ikilemi aynen internet kaynakları için de geçerli.
Çocuklarımızdaki cihazların ulaştığı bilgi, oyun, film imkanları binlerce kütüphanenin ötesindedir. Birçok öğrencimi sadece telefonları üzerinden Japonca ve Korece gibi zor dilleri öğrenmeye yönlendirdim, başarılı olanları gördüm. Halbuki önceki nesil için böyle bir dil öğrenmek oldukça zor ve masraflıydı.
Teknoloji imkanlarını faydalı yollarda kullananlar oldukça sınırlı. Daha doğrusu bu cihazları kullanmaktan ziyade onların esiri olmuş, beyin ve ruh yeteneklerini kaybetmiş kitleler hızla genişlemektedir. Bütün dünyada zaten böyle diyemiyoruz, çünkü internetteki ANTİ-sosyal sitelerde vakit geçirme bakımından dünyanın öncülerindeniz. Bu sitelerde göz, diz, beyin çürütmek ile antidepresan kullanımı arasında doğru ilişki konusundaki bilimsel araştırma sonuçları ülkemizde pek ilgi görmedi, nedense haber değeri dahi olmadı. Hatta doktorlar da suskunluğu tercih ediyor.
İnternette zehirlenen beyinler konusunda gelişmiş ülkelerde ciddi araştırmalara dayanan katı düzenlemelere yıllar önce geçildi. Google’ın o zamanki patronu, 10 yaşındaki kızına cep telefonu almadığını, bilgisayardan uzak tuttuğunu, bu yaşlarda çocuklar için internet ortamının tehlikeli olduğunu, fakat düğme dikmeği öğrettiğini söylemişti. Halbuki bu kişi/kişiler, diğerlerinin çocuklarına dayatılan cihazlar ve programlar üzerinden servet yığmıştı.
Bir dönemin çocuklarının zihinleri, yeter ki rahatsız etmesin, istediği kadar televizyon seyretsin ile köreltilmişti. Şimdi ise asansörde dahi cihazdan kafasını kaldırmayan çocukları görüyoruz. Bir şirkette yönetici annesi, 6 yaşındaki çocuğunun bu hastalığından “Z nesli” diye iftiharla bahsediyor. Asansörlerde birinden diğerine koşturup tuşlarını kilitleme yolunu keşfeden çocuklar ikaz edildiğinde “aman kimse karışmasın, bunlar Z kuşağı, bunların dilinden anlamayız” diyen ebeveynler görüyoruz. Evine gittiğinizde hoş geldin demesi öğretilmemiş, eğlenceli iletişim kapsamındaki sorular karşısında dahi algılama yeteneğini kaybetmiş çocuğun babası, 300 oyunu başarıyla oynuyor diye övmüştü.
Okullarda dersin başında cep telefonlarının toplanması, son derece zaruri bir adımdır. Bununla beraber oldukça geç kalınmıştır. Elbette sadece yasakçılıkla değil isteyerek, inanarak, ikna olarak bu hastalıktan kurtulmak, kurtarmak gerek. Sadece çocuklar için değil ebeynler için de birçok tedbirin alınması gerekmektedir. Ürkütücü olan ise doğru dürüst bilgisayar kullanmasını bilmeyen ebeveynler de günün çoğunu ANTİ-sosyal sitelerde çürütmekte, çocuklarıyla ilgilenmeye vakitleri kalmamaktadır. Çocuklarına düğme dikmeği öğretmek zaten çağdışı kalmış olup bazı salonları “dikiş diken babaanne” tabloları süslemeye başlamıştır.
Bütün gün keçilerini otlatırken kitaplardan çalışan bir çocuğumuz LGS şampiyonlarından oldu. Günlerini internet başında oyunlarla çürütenler ise bir aşama sonra muhtemelen bu şampiyonun hazırlayacağı programların abonesi olacaktır. Abbas Güçlü, dört yıl önceki bir program gezisinde, dünyanın en fazla patent üreten sarmaşık (iv) üniversitelerinde derslerde tebeşir ve karatahta kullanıldığını yazmıştı. Kampüslerdeki kafelerde, hangi bölüme yakınsa o bölümle ilgili kitapların, ders notlarının kenarlarda yığıldığını, öğrencilerin öbek öbek bunları karıştırarak konuştuklarını da yazmıştı. Bizde kampüs ve civarı kafelerdeki arkaşdaş gruplarının ellerindeki cihazdan başka bir şey görülmemekte, bu yüzden wi-fi ve şarz imkanları kafeler için tercih sebebi olmaktadır.
Çeyrek asır önce kara tahtadan kimyasal kokan kalemlere geçmiştik. Artık bunlar da çağdışı olup dersler hazır slaytlar üzerinden gidiyor. Halbuki Easton’ın siyasal sistemini anlatırken ekrandaki hazır tablo yerine adım adım sistem aşamalarını tahtada çizerken yaşayarak öğrenme/öğretme çok daha başarılı yöntemdir. Tebeşirle yazmak, silmek, kasları kullanmak, bir taraftan tozunu solumanın eğitim-öğretim, sağlık ve kalsiyum ihtiyacını karşılama açısından faydalarını da merak ediyorum. Belirtmek gerekir ki halen tebeşir kullanan dünyanın önde gelen bu üniversiteleri aynı zamanda en gelişmiş bilgisayar laboratuvarlarına sahip olup öğrenciler ileri program derslerini de almaktadır. Zaten nice yazılımların patentleri bu üniversitelere aittir.
Beynin ve ruhun sağlıklı bir şekilde gelişimi süreciyle beraber dijital imkanlardan istifade etmek, geliştirmek son derece gerekli ve önemlidir. Ancak yeni neslin, küresel sermayeye ve kadrolara sahip emperyalistlerin zehirli ürünlerinin bağımlısı haline gelmesi, Z kuşağı yerine Z tuzağı gerçeğini gündeme getirmektedir. Uyuşturucuya bulaşanların bir şekilde izlenmesi ve tedavisi mümkün iken uyuşturucu programlarının fuzuli esiri olmayı, Z kuşağı övgüsüyle açıklamak son derece tehlikeli bir aşamadır. İlkokuldan üniversiteye öğrenciler kadar ebeveynlerin zihni olduğu kadar fiziki ve ruhi çürümesine yol açan bu tehlikeler konusunda, kuru yasakçılıktan öteye daha fazla eğitilmesi, bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Tabiiki bu zehirli oyunları, programları üreten, pazarlayan, vazgeçilmez hale getiren küresel acentalardan ve onlara mecbur, gafil yetkililerden, yöneticilerden kurtuluş mümkün olursa.
Bu gerçekleri dile getirenin, dijitalleşmeye karşı olmayıp fakat “yapay zeka ve uluslararası ilişkiler” lisansüstü programı sürecinin başlatıcısı olduğunu bildireyim. Program, her ne kadar dijital gelişmeleri anlama kapasitesi sorunundan dolayı yıllardır engellendiyse de elbette başlayacaktır. Çünkü başlattığım işleri her dönemin kendine has engellemelerine karşın eninde sonunda tamamladım. Böyle bir programa öncülük, ekip işi olup genç, dinamik ve heyecanlı, bir anlamda Z kuşağının olumlu yönlerini başarıyla sahiplenmiş zinde kadrolar hazır beklemektedir. Bu süreçte robotik diplomasi çalışmaları da gündemdedir. Herşeyi batıdan beklemeyi tercih sendromu devam ederken zehirli paketler halindeki oyunlar ve diğer ürünler için her türlü kolaylık sağlanmaktadır. Yapılması gereken ise Z kuşağı dönemindeki zararları engellemek üzere çok daha kapsamlı tedbirler almak, öte yandan faydaları artırmak üzere her türlü teşvikleri sunmaktır.
alaeddinyalcnkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink
Bir yanıt yazın