Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
İslamın Çinlileştirilmesi Karşısında İslam İşbirliği Teşkilatı Tepkisi
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kur’an-ı Kerim yakma olaylarından sonraki kararları, batı başkentlerinde endişeyle karşılanmış, özür mesajları gelmiş, benzer olaylara karşı tedbirler alınmıştır. Aynı teşkilatın “İslamın Çinlileştirilmesi” projesine karşı da gerekli tepkiyi vermesi beklenmektedir. Başta Türkiye olmak üzere diğer Türk ve İslam devletleri yetkililerinin, mukaddes kitabımıza hakarette olduğu gibi protesto mesajları gelecektir. Zira hiçbir diktatörün, İslam’ı kendi kafasına göre reforme etme, ülkesindeki Müslümanlara bunu İslam diye dayatma hakları olmadığını, esasen devletlerin buna karışamayacaklarını haykırmaları beklenmektedir.
İnananlar için dinin temeli kitap ve sünnet olup bu kapsamdaki hükümler değiştirilemez. Örfe veya ictihada bırakılmış alanların gereği zaten yapılmaktadır. Ancak helaller, haramlar, farz ibadetler, kitap ve sünnete dayanmaktadır. Belirtmek gerekir ki Türkiye’de İslam’ı “Arap dini” olarak gösterip dinsizlik propagandası yapanlarla Şi Cinping’in İslam’ı Çinlileştirmesi, Macron’un Fransızlaştırması safsataları aynı kapıya çıkmaktadır. Peygamber aleyhisselam Arap’tan geldiği, Kur’an-ı Kerim Arapça nazil olduğu halde Veda hutbesinde “Arabın Arap olmayana Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur” hükmü ile İslam’ın bir kavme ait olmadığı duyurulmuştur. Nitekim Hucurat suresi 13. Ayette de şöyle buyurlmaktadır: “Ey İnsanlar! Bir size bir erkekle bir dişiden yarattık, tanışasınız diye soylara ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz en takvalınızdır…”
Mesela azılı İslam düşmanı Ebu Cehil, Baas idelolojisinin kurucusu Mişel Eflak, uluslararası ilişkilerin önemli kaynaklarından Oryantalizm yazarı Edward Said de Arap kökenlidir, ama Müslüman değillerdir. İslam Arap dini olmadığı gibi bütün Araplar da Müslüman değildir.
Kissinger ile görüşmesinden yaklaşık bir ay sonra Şi, Urumçi’den önemli mesajlar verdi. Daha görüşme sonrası açıklamada yeni bir savaşın Çin için de kötü olacağı, bu konuda uzlaşma yollarının konuşulduğu, fakat Tayvan’ın kesinlikle gündeme gelmediği belirtilmişti. 14 saat yolculuktan sonra 100 yaşındaki kurt politikacı Çin başkanıyla görüşmek için Pekin’e, savaşa yol açacak tavırlardan kaçınması tavsiyesiyle görüşmeye gitmiş, Tayvan konusu gündeme gelmemiş! Aklı başında kimse buna inanmaz. Cevaplamamız gereken ise akla ziyan böyle bir beyana niçin ihtiyaç duyulduğudur.
Yükselen güç vasfını daha çok üretmeye daha fazla büyümeye dayandıran Çin’de ekonomik göstergelerle sosyo-ekonomik gelişmeler yönetimi kaygılandırmaktadır. Tek adam vasfını gittikçe güçlendiren Şi, dış sorunları kaşıyarak muhalif serzenişleri boğmak istemektedir. Tayvan’ı hizaya getirmek için gereken bedeli ödemek temel stratejisi haline gelmiştir. Kissinger ise bu bedelin zannedilenden ağır olacağını hatırlatmıştır. Bu durumda içerideki kıpırdanmalara karşı ulusal duyguları kabartacak istikametin Doğu Türkistan olduğunu, belki de Kissinger’in böyle bir yönlendirmede bulunduğunu görüyoruz. Zira ağır indan hakları ihlalleri konusunda zaman zaman sesini yükseltebilen batılılardan da bir tepki gelmedi.
Soykırımın, vahşi asimilasyonun 2017’den beri ağırlaştırılarak uygulandığı bu coğrafyada Şi, zulmün daha da artırılması, merhamet edilmemesi, İslam’ın Çinlileştirilmesi talimatını vermiştir. Aslında benzer talimatlar daha önce de verilmiş, baskılar artarak sürmüştür. Camiler yıkılmış, Türklük ve Müslümanlıkla ilgili isimler dahil her türlü faaliyet, dua, ibadet, gelenek terör suçu sayılmış, işkence kamplarında nice erkekler öldürülmüş, tecavüz edilen kadınların bebekleri devlet kurumlarına gönderilirken anneler kanlar içinde ölüme terkedilmiştir. Kamplara gençler olarak girip de ölmeyenlerden yıllar sonra evlerine teslim edilenler ise zihni melekelerini, sağlığını kaybetmiş, yatalak iskeletler haline gelmişlerdir.
“Birlikte ye, birlikte yaşa, birlikte çalış” sloganı ile Müslümanlara domuz eti yedirme, hayatın parçası haline gelmiştir. Evlere zorunlu misafirliğe gidip geceleyen Çinliler çocuklara dahi alkol içirmektedirler. Bu gibi konularda ufak bir itiraz ise işkence kampına alınma sebebidir. Birlikte yaşa sloganına karşın eşler ve çocuklar birbirlerinden koparılarark kamplara veya beyin zehirleme birimlerine teslim edilmektedir.
Şi, Urumçi’de zulme devam talimatlarını tekrarlayarak parti zemininden başlayan siyasal tepkileri yumuşatmaya çalışmaktadır. Böylece iç kamuoyu nezdinde “Doğu Türkistan Fatihi” unvanına sığınmak istemektedir. Tayvan meselesinin soğumaya bırakılması durumunda Şi’nin geri adım attığı, milli menfaatlere sahip çıkmadığı eleştirilerini Urumçi’den mesajlarla telafi etmektedir. Nitekim Doğu Türkistan’ın Kuşak-Yol projesinin merkezi olduğunu da vurgulamıştır. Böylece Sincan’daki egemenliği etnik projelerle perçinleyip ülkesinin kurtarıcısı olarak eleştiri gerekçelerini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
Çin’in iç politik dengeleri, oldukça karmaşık olup birçok uzmanlık alanlarının bileşkesidir. Zamanında İngiltere’nin Çin gençleri arasında uyuşturucuyu yayma projesine karşı ayaklanmasıyla yaşanan afyon savaşları, İngiliz istihbaratının bu konuda çaresizliği toplumsal dinamiklerin sırlarındandır. Mao’nun dev ülkedeki ihtilal başarısı da siyaset sosyolojisi açısından son derece önemlidir.
Çin’in hızla kalkınmasının altında, milyarlık kitlenin yarı aç yarı tok çalışması bulunmaktadır. Ancak bunların da cep telefonu bulunup her şeyi izlemektedirler. Ülkenin gelişmişlik kaymağını yiyen yaklaşık üç yüz milyonluk kitle ise Şi’nin kafesteki tavukları değildir. Bunların içinde de “sen çok çaldın, bana az kaldı” temelli sürtüşmeler, parti teşkilatına ve sektörlere yansıyan kavga sesleri artmaktadır. Domino etkisi görülen iflaslarla bu tür çatışma alanları daha da büyüyecektir. Belirtmek gerekir ki benzer krizler demokratik ülkelerde görüldüğünde hükümet düşer, yönetim değişir, patlama aşamasına gelmez.
Ülkeyi yöneten Çin Komünist Partisi’nin üç direği bulunmaktadır: İdeoloji, ekonomi ve milliyetçilik. Yönetimde sosyalizm, ekonomikde milliyetçilik formülü sadece sloganlarda kalmış olup özellikle gençlik bu tür propagandalarla tatmin olmamaktadır. Bu bağlamda sosyalizm ve milliyetçilik söylemi, ihtiyaca göre ön plana çıkarılırken ekonomi, toplumu birleştiren çimento özelliği taşımaktadır. Ancak bu alandaki sarsıntılar gelecek beklentilerini tehdit etmektedir. Esasen karın tokluğuna çalışan milyarlık kitleye sabır nutukları, toplumsal patlama sürecini ateşlemiş gibidir.
Şi’nin İslamı Çinlileştirme, soykırımı derinleştirme, Müslümanları yok etme söylemleri ve uygulamalarının, iç politik yönü ağır basmaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı, Türk Devletleri Teşkilatı gibi örgütlerin de gerekli cevapları hazırladığı tahmin edilmektedir. Çünkü oldukça hassas ilişkilerin söz konusu olduğu devletlerin münferit politikaları yetersiz kalabilir. Bu alanda elbette Türkiye’den de yetkililerin mesajları, gerektiğinde yaptırım kararları, söz konusu teşkilatlarda öncü girişimleri gündeme gelecektir.
alaeddinyalcnkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink
Bir yanıt yazın