YENİ BİR ‘HALKÇILIK’ TANIMINA DOĞRU (4)

            Rusya’daki ‘Narodnik’ düşüncenin kurucuları ile Fransa’nın ‘Sosyal Tarihçileri’ arasında bir ‘iletişim’ ve ‘etkileşim’in olduğu bilinmektedir.

            Öyle ki, Rus ‘romantik sosyalizm’inin giderek ‘bilimsel sosyalizm’le kaynaştığı bile söylenebilir.

            Nitekim, günümüzde nasıl halkın ‘anlaşılması zor’ (illisible) bir terim olduğundan yakınılıyorsa Rus halkçılığının önderlerinden olan Vera Zassoulitch de (1848-1919) bir ‘Halk çocuğu’ (fils du peuple) olarak, Rus  köylüsünün görünmez varlığına (paysan invisible)  karşın o’nun gücüne inanıyordu.

            Burada, liberal iktisatçıların piyasanın bir ‘görünmez el’ tarafından yönetildiğine inandıklarına benzer bir biçimde, toplumların da ‘halkın feraseti’ sayesinde iyi yönetildiğine olan inançları anımsatılabilir.

            O zaman, ‘piyasa’nın genelde yolaçtığı yıkımlar gibi, bugün ‘başımıza ne geldiyse bu halkın feraseti yüzünden geldi’ sonucu da çıkarılabilir.

            Demek ki, ‘görünmez’ ya da değil ama halkın bir ‘yıkıcı gücü’ olduğu baştan kabul edilecek demektir.

            Önemli olan, bu ‘yıkıcı güç’ten iyi bir yönledirme ile nasıl ‘yapıcı güç’ olarak yararlanılabilir sorusuna yanıt bulmaktır, ki bizim ‘Halkçılık’ ile anlamaya çalıştığımız şey bundan başkası değildir.

Vera Zassoulitch’in Marx’la yazışmaları ünlüdür. Ki, temel kaygısı Rus köylüsünün ‘insanca yaşaması’ olan bu düşünür, ‘Halkçılık’tan ‘Anarşist’liğe ve oradan ‘bilimsel sosyalizm’e geçmiştir.

Kuşkusuz, sadece ‘düşünce planı’nda değil ama maddi yaşam koşulları bakımından da, örneğin yine bir Rus Halkçı lider olan Alexandre Herzen (1812-1870) “Rusya’da kırsal komünlerin dağılmamasının Rusya için büyük bir mutluluk olduğunu”, çünkü böylece bireysel mülkiyetin ortak mülkiyeti parçalamasına engel olacağını ileri sürecektir.

Nitekim Herzen ‘Rus halkçı sosyalizmi’nin babası olarak anılmaktadır.

Görülüyor ki, başlangıçta ‘romantik’ veya örneğin İngiltere ve ABD’de olduğu gibi ‘ütopik’ Halkçılıklar, giderek, yoğunluğu ülkesine göre değişen bir ‘sosyalizm’ veya daha ileri bir ‘komünizm’i savunmak ve ya da uygulamak durumunda kalmışlardır.

Türkiye’de ise, ‘meleklerin cinsiyeti’ dahil her şeyi konuşmak boşboğazlığına karşın, salt ‘Halkçılık’ terimi bile kitlelerde bir ürkeklik ya da karşıtlığı çağrıştırmaktadır.

O nedenle Cumhuriyet öncesi ‘Halka Doğru’ gibi yayınlar yapılmış olsa da, ‘Halkçılık’, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘ilke’leri arasına sıkışıp kalmıştır denilebilir.

Ve gerek CHP karşıtlığı ve gerekse ‘Halkçılık’ın kulaktan dolma bilgilerle açılabileceği ‘gizemli’ alanları çağrıştırması, ciddi ve bilimsel çalışmaların yapılmasının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Kuşkusuz biz burada ‘Halk’ın ne etnolojok, ne antropolojik ve ne de sosyolojik çözümlemesini yapacak değiliz.

Somut durumun somut çözümlemesi’ demek olan ‘Halk’ın nasıl yönetiliyor olmasından başlayarak nasıl yönetilmesi gerektiğine ilişkin ‘olasılık’lar üzerinde durmak istiyoruz.

Değil mi ki, bir halkın ‘niteliği’ en doğru bir biçimde, nasıl bir yönetimi benimsemiş olmasından çıkarılabilir denilmektedir.

            Bir başka deyişle, ne kadar ‘demokrat’ olduğu ne kadar ‘Halkçı’ olduğuna bağlıdır da denilebilir.

            Çünkü ‘demokrasi’, en yalın tanımıyla ‘halkın halk tarafından halk için yönetilmesi’ ise, başta ‘Halk’ için belirttiğimiz üzere, o da ‘toplumsal yapı’nın ‘değişim/dönüşüm’ süreçlerine bağlı olarak biçimlenecek demektir.

            ‘Halk’ için tasarlanan ‘ideal tip’ ile yönetim için tasarlanan ‘ideal tip’in diyalektik süreci, topluma içkin olan ‘çelişki’, ‘çatışma’ ve ‘uzlaşmazlık’ları ortaya çıkaracak ve ya da çözümüne yardımcı olacak demektir.

            Kaba bir söylenişle; ‘Halk’a bakarak  ‘yönetim biçimi’ ya da ‘demokrasi’sini ve ya da ‘yönetim biçimi’ne bakarak ‘Halk’ı tanımlamak mümkün olabilecektir.

Nitekim, ‘Eski Mısır’ ve ‘Eski Yunan’da olduğu gibi nasıl bir ‘Halk dehası’ (Génie du peuple) ortaya çıkmış ise, yüzyıl arayla da olsa bir ‘Fransız’ ve ardından ‘Türk dehası’ndan sözetmek mümkün olabilmişti.

Sorun şu ki, bu her iki ‘Halk deha’sının, farklı düzeylerde de olsa, günümüzde silinip sönümlenme ‘bunalım’ına girdiği gözlemlenmektedir.

Ve şu da var ki; sorunun çözümü için, ne bir ‘halk adamı’ (homme-peuple) ve ne de bir ‘halk-parti’den (parti-peuple) umut beklemek yeterli değildir.

‘Halk’ın bizzat kendisi olarak (en soi) kendisi için (pour soi) ortaya çıkması gerekmektedir.

İşte aranıp da bulunamayan halk (introuvable) tam da budur.

(Sürecek)


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir