HALKÇILIK TİPLERİ (13)

            ‘Halk’ sözcüğünün etimolojik kökenlerine inildiğinde, örneğin Arapça ‘Ümmet’ kavramıyla karıştırılabilir.

            Ki, bu sözcük, bilinmeden ‘din’le karıştılmaktadır.

Oysa, Arapça ‘Umma’, köken olarak ‘Anne’den (Umm) gelip, Türkçesiyle ‘Ana ocağı’ denilebilecek bir alanı kapsamaktadır.

Öyle ki, İbn Haldun’un (sha‘b) sözcüğü ve giderek (shu‘ūbiyya) ve oradan (‘asabiyya) terimlerini türettiği ve sonu ‘ırksal özgüllük’e varacak ‘toplumsal dayanışma’yı anlatmak istediği terimin karşısında yer almaktadır.

Yani, her ne kadar Aşiret (clan) bir toplumsal dayanışma biçimi ise de, ‘Ana ocağı’ demek olan ‘Ümmet’in dışında olup, günümüzde ‘Din kardeşliği’ biçiminde yorumlanması, yineleyelim, etimolojik olarak doğru değildir.

Demek ki, müslümanlık öncesi kullanılan bu (‘asabiyya) sözcüğünün, İbn Haldun tarafından ‘tarihin devindiricisi’ biçiminde yorumlanmasının, ancak ‘tarih felsefesi’ terimi olarak ele alınabileceği ve kimilerince ‘Milliyetçilik’ kavramının öncülü olarak kullanılması doğru değildir.

Bununla birlikte, yabancı dillerdeki ‘Nasci’ yani ‘doğmak’ kökünden gelen ‘Ulus’ (nation) ya da ‘Millet’ nasıl organik ve biyolojik kökenine indirgenemiyorsa, İbn Haldun’un yüklediği anlamıyla bir ‘Halk’ın oluşumu da ancak doğal güçlükler karşısındaki bir ‘ortak dayanışma’ (cohésion communale) olarak değerlendirilebilir.

Daha doğru bir deyişle, dış güçlüklere karşı  ‘bünyesel birlik anlayışı’ (ésprit de corps) sonucudur.

Oysa, modern zamanlardaki toplum anlayışı, en azından Rousseau’nun ayırımıyla ‘doğal durum’dan (état de nature) ‘toplum durumu’na (état de société) geçişle olmuş ve ‘toplumsal birlik anlayışı’ (ésprit de société) sayesinde oluşmuştur.

Bir ‘zihniyet’, ‘anlayış’ ve ya da ‘duygu’ birliği (ésprit) sonucu olmuştur da denilebilir.

Ve bu ‘duygusal birlik’ anlayışı ancak ve sadece ‘Devrim’ anlarında zirve yapmaktadır ki; ‘Halk’ ya da ‘Ulus’ların ‘doğuş’ ve genel söyleniş biçimiyle ‘kuruluş’ günleri olarak nitelendirilmekte ve üzerinden yıllar ve hatta yüzyıllar geçse bile, bir ‘anma’ gerekliliği duyulmaktadır.

Tüm ‘ulusal bayramlar’ bunun somut göstergeleridirler.

İşte bu ‘toplumsal oluşum’, kimyasal etkileşimdeki bir ‘ergime’ ve yeniden bileşim anlamındaki ‘füzyon’a benzetilecek olursa, sonuçta bir yeni bir kristalizasyona varmaktadır (cristalisation du groupe).

Fransa’da 1789, 1830, 1848 ve 1870 yılları; Türkiye’de ise 1876, 1908, 1923 ve 1960 yılları birer ‘yeni esprit’ dönemeçleri olarak anılabilirler.

Örneğin ‘1908 Esprisi’ (*), tüm Osmanlı topraklarında, bir grup askerin İstanbul’da yaptığı bir ‘Darbe’den çok, kendilerinin başardığı bir ‘Devrim’ olarak kabul edilmişti .

Öyle ki ‘her grup’un paylaştığı bir ‘ortak heyecan’ olmasının yanısıra, herbirinin bir anlamda  ‘doğum’ günü’ olarak değerlendiriliyordu.

Ve coğrafi olarak bulundukları yere göre, tarihe, ilgili grup insanlarının ‘ortak anı’ları olarak geçecekti.

Kozmik bir benzetmeyle, ‘Türk dünyası’ (ciel de Turquie) altında artık ‘Halkın sesi’ (voix de peuple) duyuluyor olacaktı, ki demokrasi-öncesi veya demokrasi-karşıtı olup olmamasına bakılmaksızın, bir ‘Halk’ın halk olmasının ilk ve gerçekçi ‘kanıt’ı olduğu söylenebilir.

Çünkü, bir ‘biz olma’ duygusu veya ‘kendi olma’ bilinci böylece ortaya çıkmış olmaktadır.

Ki, artık kendi ‘köken’, ‘tarih’, ‘tarihsel kahraman’ ve ‘kültür’ arayışları da böylece bir anlam kazanmış olacaktır.

            ‘Halk’ sözcüğünün etimolojik kökenlerine inildiğinde, örneğin Arapça ‘Ümmet’ kavramıyla karıştırılabilir. - halk millet ozgurluk

(Sürecek)

(*)Leyla Dakhli, « L’esprit de 1908 », un événement dans le Bilād al-Shām, Dans Une génération d’intellectuels arabes (2009), pages 57 à 72, Cairn.info le 24/08/2020


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir