KUR’AN; Özgürlük Kitabıdır.

KUR’AN; Yüceler Yücesi TANRI’nın Kendisini tanıttığı, muhteşem güzellikteki öğüt, öneri, tavsiyeleri ile uyarı ve sınırlarını içeren Sözlerini-Ayetlerini, son peygamber Muhammed aracılığıyla yazıya geçirttiği, -(Peygamberimizin elçilik görevi bitince canını aldı; artık yok, ne kaldı? Sadece KUR’AN!)- ve insanlığa rehber olarak bıraktığı, diğer Kitaplar-ilâhî metinlerdeki sapmaları düzelten son ilâhî Kitap’tır ve din hükümlerinin TEK kaynağıdır.

Sözün en güzel, en önemli, en değerlisi TANRI Sözleri KUR’AN’da ve TANRI’nın; din’de ki tüm ilke, kural, hükümleri de KUR’AN’da, sadece KUR’AN’da yer almaktadır. KUR’AN’da TANRI vardır. KUR’AN içinden, Sözleri olan ayetleri ile okuyan kişiye seslenir.

TANRI, Kitabı KUR’AN’da; ahlâkî öğüt, tavsiye, önerilerde bulunurken, dünya ve sonsuz yaşama dair de uyarılarını yapmakta, sürekli kullanılmasını, işletilmesini istediği akıldan bahsetmektedir. Akıl bir cevherdir ama kullanıldıkça, işletildikçe anlam kazanır; başkalarına ipotek edilirse tüm özelliklerini yitirir, bloke olur.

İşte KUR’AN’da TANRI, yarattığı kullarına sadece Kendisine bağlı kalarak, işletilen-kullanılan akılları ile kula kul olma onursuzluğundan kurtulmalarının ve özgürlüklerine kavuşmalarının ilkelerini verir.

Yüce Yaratıcı’yı tanımayı ve yaşam rehberi KUR’AN hakkında bilgiyi ana kaynağından yani KUR’AN’dan edinmemiz şarttır. Sonuçta eğer aklınızı işletir-kullanırsanız ve anladığınız dilde Yaratıcınızın Kitabını okursanız; KUR’AN sizi tüm aklınızı bloke eden aracılardan, tarikat-cemaatlerden-diyanetten ve inancınızı sömüren tüm şeyh, şıh, hacı, hoca, imam vb. din adına konuşan herkesten, tüm yanlış bilgilerden kurtarır ve tertemiz bir akılla Yaratıcınızla başbaşa kalmanızı sağlar.

KUR’AN’ı radikal dincilerde görülen vahşi teröre izin veren, Arapların örf ve adetlerinden ibaret, ilkel kabîle kitabı olarak bilen batı toplumları; hukuk-yaşam standardı anlamında ve teknolojik olarak gelişmişliklerine rağmen, kutsallaştırılmış kullara tapınmalarını eleştiren, din alanında yanlışlarını düzelten KUR’AN’ın verdiği bilgilerden habersiz; TANRI’nın oğlu(!) olabileceğini iddia ediyor, papaz-rahip gibi din adamlarından(!) günahlarının affını(!) diliyorlar, peygamberlerini-din adamlarını TANRI’ya ortak ediyorlar(ŞİRK). TANRI yaratılmışlara özgü -oğul edinmek gibi- nitelendirmelerden kesin uzak olduğunu, ‘af’ yetkisinin sadece Kendisinde olduğunu ve yalnızca Kendisine ortak koşulmasını affetmeyeceğini, KUR’AN’da çok açık olarak beyan etmektedir.

(Tevbe,30)”Kitap verilenlerden Yahudiler; “Üzeyr Allah’ın oğludur!” dediler. Hristiyanlar “İsa Mesih Allah’ın oğludur!” dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri gerçek dışı sözlerdir.”

(Âli İmran,135)”Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki-Allah’tan başka günahları bağışlayan yoktur.”

(Yunus,108)”Ey insanlar! Andolsun size Rabbinizden gerçek/Kur’an gelmiştir. Kim doğru yola girerse ancak kendisi için girer. Kim de saparsa kendi aleyhine sapar.”

(Hud,17)”O Kur’an, Rabbinden gelen gerçektir-Kur’an’dan hiç kuşkun olmasın!”

(İsra,107)”Allah’ın gönderdiği ayetlere ister inanın ister inanmayın!”

TANRI bizleri iyiye, güzele, doğruya, hakka, gerçeğe, adalete KUR’AN ilkeleri aracılığıyla çağırmaktadır. Çağrı bir tekliftir. Zorlama içermemektedir(Bakara,256). Gönüllü, bilinçli bir tercihle kabul edilmeyi beklemektedir. Yani TANRI KUR’AN’da emretmiyor; tercih-seçim hakkı vererek bizlere örgütlerini, tavsiyelerini ve uyarılarını, sadece söylüyor!

KUR’AN; insanların kendi gibi yaratılmış kullara asla -Allah adına, Allah yerine- hizmet edilmemesi gerektiğini ve uyarılarıyla bu çok tehlikeli olan yola girilmemesi için, bunun tüm olası yollarını göstermektedir.

(En’am,55)”Ayetlerimizi-ilkelerimizi ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz-uzun uzun anlatıyoruz ki, inkârcıların ne tarz bir yol izlediklerini açık-seçik göresiniz-günaha batmış olanların-suçluların yolu-nelerin suç, kimin suçlu olduğu iyice ayrılıp belli olsun.”

KUR’AN, temel kavramlardan olan ‘adalet-hak’ konusunda da öylesine muhteşem ilkeler verir ki, bu ayetleri(Mâide,8-Nisa,135) uygulamak insanı çok zorlar ama ana amaçlardan biri de zoru başarmaktır.

Yine bir KUR’AN ilkesi; size verilen her şeyin ihtiyacınızdan fazla olanını ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak! Bu gerçek de, KUR’AN’da hayata geçirilmesi istenen ana amaçlardan biridir.

KUR’AN, din adına yalan-yanlış konuşan zalimlerin-din tacirlerinin tüm foyalarını açığa çıkaracak muhteşem uyarılarla ve doğru olanı gösteren muhteşem ipuçları ile doludur. Sadece TANRI’ya bağlı kalma özgürlüğü içinde gerçek yaşam rehberliği yapar.

‘KUR’AN’ bazılarınca yalnızca ‘uhrevi’ olanla ilgili ve bilimden uzak konular olarak değerlendirilir. KUR’AN, esas bilimsel çalışmalarla anlamı, derinliği ortaya çıkacak yaşam Kitabıdır; insanlığı mutluluğa ve huzura kavuşturacak; doğruya, iyiye, güzele, gerçeğe, hak olana, adalete götüren yollara kılavuzluk-rehberlik eder. TANRI’nın da üzerinde olduğu dosdoğru yolda, TANRI ile birlikte yürütür.

Ve KUR’AN’da; arayışta olan kişi neyi arıyorsa, neyi bulmak istiyorsa onu buldurur! Kehanet arayana kehanet(!), şifre arayana şifre(!), çelişki arayana çelişki(!).

Sadece TANRI’yı arayana da, TANRI’yı buldurur! KUR’AN, TANRI ile ve TANRI’nın yasası ile, ilkeleri ile, en önemlisi sevgi ve şefkati ile buluşturur!

Yaklaşık binbeşyüz yıldır tartışılan, altıbin küsur ayetten oluşan, orjinal metne bir kelime dahi ilave edilemeyen bu muhteşem ilâhî Kitap KUR’AN, insanın ahlâkî erdemlerle donanması noktasında evrensel tüm kuralları içerir.

KUR’AN, hayatın kendisidir, dünyevi yaşamın da tam ortasında durmaktadır.

(Kamer,17,22,32,40)”Yemin olsun! Biz Kuran’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık; o halde yok mu öğüt alıp düşünen?”

KUR’AN; Yüceler Yücesi TANRI’nın Kendisini tanıttığı, muhteşem güzellikteki öğüt, öneri, tavsiyeleri ile uyarı ve sınırlarını içeren Sözlerini-Ayetlerini, son peygamber Muhammed aracılığıyla yazıya geçirttiği, -(Peygamberimizin elçilik görevi bitince canını aldı; artık yok, ne kaldı? Sadece KUR’AN!)- ve insanlığa rehber olarak bıraktığı, diğer Kitaplar-ilâhî metinlerdeki sapmaları düzelten son ilâhî Kitap’tır ve din hükümlerinin TEK kaynağıdır. - ozgurluk doga gunbatimi

Yorumlar

  1. Alper B. avatarı
    Alper B.

    İMANINDA SAMİMİ OLMAK VE ALLAH YOLUNDA MALINDAN HARCAMAK ÜZERİNE
    Konumuz İslam İşe Önce Olayın Özünü Konuşalım
    Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça fazilet mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz Allah mutlaka onu bilir. Ali İmran Suresi

    Fazilet; kişiyi doğruyu seçmeye ve iyiyi yapmaya teşvik eden erdemler bütünüdür. İyilik ve güzelliğe yönlendirme yapan, ahlaki görevlerin yerine gelmesi konusunda izin veren iyi nitelikli olarak da bilinir.
    Fazilet sahibi; erdemli ve ahlaklı anlamına gelmektedir. Ruhun iyi alışkanlıkları sindirmesine ve iyi niteliklerin seçim konusunda öne çıkmasına olanak tanır. Fazilet sahibi; iradesini kontrol altına alan ve daima doğru olanı yapmaya çalışan kişidir. Diğer anlamları ile cömert, başkalarına yardım eden, fırsatları başkaları için iyi kullanan olarak da geçmektedir.
    İslamiyet’in doğuşu ile gerçekleşenin en önce tevhit bilincinin yeniden canlanması, perçinlenmesi ve sonrasında da başta sosyoekonomik alanda olmak üzere toplumsal adaletin her seviyede ve tam manasıyla eksiksiz olarak bireyler arasında tesis edilmesi olduğunu unutmamak gerekmektedir. Nitekim kadınların haklarının tesis edildiği Nisa suresinde miras paylaşımının çok net ve tartışmaya mahal vermeyecek bir şekilde direk rakamlar üzerinden onlarca ayetle açıklanıyor oluşunu göz önünde bulundurduğumuzda hak din olan İslam öğretisinin müminler arasındaki ekonomik hadiselere ne derece önem verdiğini oldukça kesin bir şekilde anlayabilmekteyiz. Dolayısıyla müminin Allah rızası için malından harcama konusunu tam manası ile anlamak maksadı ile bir değerlendirme yapılırken; Hz. Peygamber’in vahyi tebliğ etmeye başladığı sırada Mekke’li mülk ve iktidar sahibi ileri gelen müşriklerin elçiye itaat etmekte ayak diremelerinin yegane nedeninin ekonomik kayba uğrama korkusu olduğunu çünkü İslamiyet’in doğuşunun o dönemin faiz başta olmak üzere tüm ekonomik nizamını yerle yeksan etme potansiyeli olan sosyoekonomik reformlar bütünü olduğunu hatırlamak ve anlamak çok önemlidir. Ve yine hak yolunda malından harcamadan iyi bir insan olunamayacağı hadisesini ve ilgili ayeti kerime ve hadisi şerifleri bu bilgi ışığında değerlendirmek islam dininin temel öğretisini samimi bir şekilde anlama ve uygulama gayreti içinde olabilmek için çok büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü islam öğretisinin elçisi (aynı zamanda ilk öğrencisi) ve onu anlayıp öğretiye gönül veren sayıları artarak büyüyen toplumun her kademesindeki insanın yaşadıkları onlarca olay ile birlikte 23 yıllık bir etüd şeklinde tamamlanan din Allah yolunda mal harcama kavramı ile ve yine diğerlerine haksızlık yapmama kaynakları eşit ve verimli olarak paylaşacak bir düzen inşa etme girişiminin gayreti ile başlamıştır. İslam öğretisinin bireysel ve toplumsal anlamda tarih sahnesine getirdiği kapsamlı ve faydalı bir çok önermesini bir bütün halinde tamamlayan ilk önermedir, allah yolunda diğerleri için malından harcamak ve pek tabi bunun toplumsal anlamda getirisi olan verimli kaynak kullanımı ve eşit kaynak paylaşımı.
    İmanında samimi olan bir inananın gayesi kötülüğü önlemek ve iyiliği şiar edinmek olmalıdır. Modern insanın var ola geldiği günden bu zamana yani kadim çağlardan bu yana dünya hayatı iki temel unsur üzerine bina olmuştur. Bunlardan birincisi inanç ise ikincisi de geçim yani ekonomidir. İnsanlar bu iki temel nedenden dolayı tarih boyunca, şehirler, ülkeler ve devletler kurarak ve toplumları oluşturarak bir arada yaşaya gelmişlerdir. Ve yine kadim çağlardan bu yana bu iki temel sosyolojik unsur olan inanç ve ekonomi üzere ihtilafa düşmüş ve savaşmışlardır. Dolayısıyla islam Allah’a bu dünyada tam teslimiyet göstermek ve onun emir yasak ve daha da önemlisi olarak tavsiyeleri üzere bireysel ve toplumsal yaşamı temellendirmek ve bina etmek ise ve her nasılsa İslamiyet Hz. Peygamber Resulullah (S.A.V.)’ın ilahi vahiy ile donatılmış ilmi neticesinde bize öğrettiği iyiliği şiar edinmek ise ve yine eylemlerimizi bu perspektifte salih bir şekilde icra ettikten sonra ancak ve ancak ahiret hayatında kurtuluşa erebileceğimiz hesaba katılırsa, iyiliği şiar edinmek arzusu ile samimi bir şekilde iman eden kişinin bir sonraki icraatı Allah yolunda malından harcamak olmalıdır. Nitekim Kuran-ı Kerim’in aşağıdaki ayeti dikkatli bir şekilde okunursa imandan hemen sonra değinilen hususun Allah yolunda mal harcamak olduğu görülecektir. Hatta iyiliğin tanımının örnek insanın davranışları şeklinde açıklandığı aşağıdaki ayette görüldüğü üzere; Hz. Peygamber döneminde sonradan değişen kıble ile ilgili o dönemdeki münazaralara da atıfta bulunularak Allah yolunda ve onun rızası üzere ilgili kişiler için mal harcamadıkça iman ve ibadetin samimi bir mana taşımayacağı ifade edilmekte ve örnek ahlaklı faziletli insanın nasıl davranması gerektiği en sade ancak oldukça açık ve kesin ilahi bir üslup ile bildirilmektedir.
    İyilik ve hayır yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir, asıl iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, sevdiği malını Allah’ı hoşnut etmek için, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, namazı hakkıyla ifa edip zekatı veren, sözleştiği zaman sözlerinde duran, hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın şiddetli esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır. İşte onlardır imanlarında samimi olanlar ve işte onlardır Allah’ı sayıp günahlardan korunan takvalılar. Bakara Suresi.

    İşte, Allah’ı hoşnut etmek için malından vazgeçecek kadar rabbine iman etmiş ve onu sayan bir mümin. Hz. Allah ile muhabbette de ileri olacak ve ayeti kerimede belirtilen diğer hususları doğal olarak da icra ediyor olacaktır. Çünkü asıl kazancın ahiret kazancı olduğuna iman etmiş ve onun rızası için dünya hayatının asli gerçeği olan malından vazgeçmiş olacaktır. İşte ayeti kerimeye konu samimi iman tam manasıyla budur.
    Yüce Allah CC’ü insanlığı Kuran- Kerim’de açıkça belirtildiği üzere hayırda yarışması ve iyilikte öne çıkmaları için yaratmıştır. Ve yine yüce Allah resulleri ve onlara indirdikleri kitapları aracılığı ile insanlığa dünyada bireyden başlayarak müreffeh bir toplumsal düzenin nasıl kurulacağını anlatmaktadır. Bilhassa son peygamber Hz. Peygamber (S.A.V) efendimiz ve Kuran-Kerim ile tamamlanmış olan Allah’ın dini insanın ve onun oluşturacağı ideal toplumsal düzenin hangi bireysel ve toplumsal davranış modellerini gerektirdiğini muhkem bir şekilde anlatmaktadır. Ve ahirette felaha ermenin yegane yolu ise dünyada ki işlerinde fazilet mertebesine ulaşmayı hedefleyen makbul ve güzel iş işleyen salih amel sahibi kişiler olmaktan geçmektedir. İnanç dışında değerlendirdiğimizde maddi dünya hayatının ve insanların kurduğu tüm medeniyetlerin yegane dinamiği ve sisteminin ekonomi olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliyor isek ve ahiret hayatımızı da dünya hayatımızdaki karnemiz oluşturacak ise Allah’ın ayetlerinde de belirtildiği üzere samimi olarak iman eden kişinin salih amel işlemede istikrar sahibi olabilmesi için bir sonraki ameli muhakkak Allah yolunda malından harcamak olmalıdır. Nitekim Ali İmran suresinde de Hz. Allah şöyle buyurmaktadır;
    Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça fazilet mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz Allah mutlaka onu bilir. Ali İmran Suresi

    O müttakiler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar. Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah’ta böyle iyi davrananları sever. O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında ve ya kendi nefislerine zulmettiklerinde (nefislerine uyduklarında) peşinden hemen Allah’ı anar günahlarının affedilmesini dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki. Birde onlar bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez o günahları sürdürmezler. İşte onların mükafatları; rableri tarafından büyük bir af ile kendilerinin ebedi olarak kalacakları içinden ırmaklar akan cennetler olacaktır. Güzel iş yapanların mükafatı ne de güzel. Ali İmran Suresi.

    Yüce Allah’ın tüm ilmin sahibi olduğunu düşünür isek bizlere başta son peygamber Hz. Muhammed S.A.V ve ondan önceki tüm resulleri ile gönderdiği mesaj dünya hayatımızı en mükemmel şekilde bireyden başlayarak toplumsal düzeyde nasıl tevdi edebileceğimiz değil midir? Dolayasıyla İslam’ın yani Allah’a teslimiyetin yegane koşulu olan iman ve ibadetin samimiyete ermesi ve kökleşmesi için gereken ana unsursun Allah yolunda mal harcamak ve onun rızası için onu hoşnut etmek için mal infak etmek olduğunu bunun dinin ve imanın vazgeçilmez unsuru olduğunu bilmemiz ve dini bu şeklide yaşamamız ve bu şeklide aktarmamız gerekmektedir. Çünkü Allah’ın peygamberinin sireti,(yaşam öyküsü) sünneti seniyyesi(gelenekten arındırılmış Kuran kaynaklı orijinal davranış ve tavırları) ve elbette ki ona vahy olunan Allah’ın kelamı bu hususu apaçık ve şüpheye hiç mahal olmayacak bir şekilde belirtmektedir. Lakin maalesef geçmiş ve günümüz İslam alimlerinin Allah’ın dini hakkında görüş beyan ederken yeterli önem hayz etmedikleri ve dikkatlerinden kaçan husus tam da budur. Yani müminin Allah yolunda ayeti kerimelerde belirtilen kişilere ve belirtildiği usulde malından harcaması hadisesidir ki islam ile ilgili herhangi bir mecrada ya da mecliste herhangi bir münazara söz konusu olduğunda iman, ibadet ve amel ile ilgili vaaz ya da diyaloglar da bu hususa maalesef gereken düzeyde ve yeterli derecede önem gösterilmemektedir. Üstelik yüce Allah’ın müminlere bir ders olarak lütfettiği mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’de defaatle belirtildiği halde ve samimi imanın hakiki ibadetin asli unsuru olarak işaret edilmesine rağmen bollukta da darlıkta da Allah yolunda mal harcamanın İslam’ın yani Allah’a teslim olmanın en mühim göstergesi olduğu maalesef, dikkatlerden kaçmaktadır.
    Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır. Beled şureşi
    Eski çağlardan şimdiye Dünya hayatının en temel dinamiği hiç şüphesiz ekonomidir, ekonominin varlığını ve sürekliliğini ise mal ve hizmet üretimi ve buna mukabil bireylerin tüketimleri ya da yatırımları için yaptıkları harcamalar oluşturmaktadır. Evreni, dünyayı ve insanları ve pek tabi tüm alemleri ve onların barındırdığı her bir zerreciği yaratan tek ilah Hz. Allah CC’nün, dünya hayatının inançtan sonra en temel ikinci unsuru olan ekonominin dolayısı ile bireylerin harcamalarının en mükemmel hali ile nasıl bir düzen içinde olması gerektiğini bizlere buyurmadığını düşünebilir miyiz? Anne babamız ile olan ilişkilerimizden, eşlerimiz kardeşlerimiz ile olan ilişkilerimizden hatta hayvanlara nasıl muamele edeceğimiz ile ilgili olarak bile bizlere en açık ve detaylı bir şekilde emir yasak ve tavsiyelerde bulunan yüce Allah’ın ahir dünya yaşamımızın tarihinin ve bugününün en önemli unsuru olan ekonomi ve onun varlığını devam ettirmesini sağlayan harcama alışkanlıklarımız ile ilgili pek kesin ve açık emir ve tavsiyelerde bulunmadığını düşünebilir miyiz? Ya da modern insanın medeniyetinin temeli olan ve tam anlamıyla günlük yaşamımızın aslını oluşturan ekonomiyi ve dolasıyla harcama alışkanlıklarımızı Allah’ın emir ve tavsiyesinden beri tutarak ahirette felaha erebileceğimizi düşünebilir miyiz? Ahiret yaşamımızın nasıl bir şekil alacağını tam anlamıyla dünyadaki amellerimiz oluşturuyor ise, başta aile ve yakın çevremiz olmak üzere dünyadaki diğer insanlar ile olan ilişkilerimizin asli unsuru olan ekonominin yani harcama alışkanlıklarımızın ilahi vahyin dışında ya da ilahiy vahiy ile tam manasıyla bir uyumluluk halinin dışında olabilmesi mümkün müdür? Elbette ki değildir, insanoğlunun dünya hayatındaki varlığının baş unsurlarından biri olan ekonomi ve harcama alışkanlıkları ilahi vahiyde de en baş önemde ve ilk inen sureler vasıtasıyla en önce belirtilmiş ve bu konuda imanında samimi olan müminlerin nasıl davranması gerektiği en kesin üsluplarla defalarca mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’de bizlere tebliğ olunmuştur. Hatta Adem A.S. babamızın iblis tarafından bir mülk iktidar ve zürriyet ile kandırılması neticesinde cennetten dünyaya indirilmesi sonucu insanın ahir yaşam sınavı başlamamış mıdır? İşte İnsanoğlunun cennette Adem A.S.’ın iblis tarafından mülk ile kandırılması neticesinde başlayarak kadim zamanlardan bu yana türümüzün ahir dünya hayatı sınavındaki bu en önemli hadisesi olan mal ve mülk ile ilgili başta samimi bir inanan olarak kendimizi Allah yolunda mal harcamak yönünde terbiye etmeliyiz ve yine gelecek nesilleri de bireysel olarak gönül rızası ile Allah yolunda mal harcama ve mal infak etmek alışkanlığı üzere yetiştirmeliyiz. Allah yolunda mal harcamayı yalnızca geleneklerimizle sabit olan elbette ki doğru ve pek faydalı vakf etme ve ya dernekler vasıtası ile muhtaca yardım etme olarak değil ya da sadece hali hazırda farz olan zekat vermek olarak ta değil tüm bunlara ek olarak tam manasıyla ayetlerde muhkem bir şekilde belirtildiği üzere bir yöntem ve sıklık ile her bir müminin düzenli olarak gerçekleştirmesi şeklinde değerlendirmeli ve uygulamalıyız. Çünkü hiç şüphesiz mümin için en hayırlı ve ebedi kazanç en güzel mal ahiret kazancı ahiret mülkü ve ondan da üstün olan pek tabi Allah’ın rızasıdır. İmanın da samimi olan kişi Allah yolunda mal harcamaktan, sevdiği bir malı muhtaca ya da yakına Allah rızası için hediye etmekten infak etmekten kaçınmaz aksine bu hususta gönüllü olur. İşte rabbimizin bizi yaratmasındaki esas gaye olan hayırda yarışmak en somut hali ile tam da bu değil midir? Amel ile hayatını idame ettiren insan Allah’a imanını ancak amel ile gösterir nitekim her türlü ibadette kalp ile yapılsa dahi bir eyleme konudur, secde etmenin de bir eylem olduğu gibi. Nitekim İslam tarihinde bireylerin toplumsal düzeyde yaygın olarak Allah yolunda mal harcamayı ve Allah’ı hoşnut etmek için sevdikleri malları infak (hediye) etmeyi şiar edindikleri dönemlerin örnekleri olmuştur. Lakin tarihte bu mali mekanizmanın tam manasıyla işlerlik kazandığı zaman diliminin en kusursuz örneği yoksulluğun ya da yetinmemenin ve açlığın neredeyse tamamen ortadan kalktığı Hz. Peygamber (S.A.V)’ın bizzat müminlerin hükümdarı olduğu İslam Devleti döneminde gözlenmiştir.
    İşte bu ahir asrın müminleri olan bizler yüzyıllar sonra bu durumu tekrar gerçekleştirebilirsek hem malın ve mülkün tek sahibinin Allah olduğu ve her şeyin ondan geldiği bilincinden kopmayacak dolayışıyla Allah’ın dinine ve ibadetlerine sımsıkı sarılacağız hem de böylesine bir paylaşma seferberliği ile de modern dünyadaki en büyük sorunlarımızdadan bazıları olan kaynak verimsizliği ve eşitliksiz kaynak paylaşımının neden olduğu yoksulluk açlık ve israf ile başta ulusal ve sonrasında da küresel ölçekte çok daha güçlü mücadele edebileceğiz hatta belki önüne geçilebileceğizdir. ve pek tabi üzerimizde müdahele iradesine sahip yüce Allah’ın ihsanı ve lütfu da bizden yana olacaktır. Ve yine günahlardan sakınmada nefsimizden sakınmada büyük bir yardım yüce Allah’tan tarafımıza nasip olacaktır inşallah. Ve hal böyle olunca elbette birlik içinde müreffeh ve bilge bir yaşam düzeni Müslümanlar tarafından sağlanacak günümüz haberleşme ve iletişim koşulları da düşünüldüğünde bu durum İslam’ın tebliğine çok büyük bir katkı sağlayacak İslamiyet’e dünya toplumları tarafından bir büyük teveccüh doğuracak ve belki de nice insanların iman ederek hak dine girmesine neden olacaktır.

    Ey ümmeti Muhammed; siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği yayar kötülüğü önlersiniz çünkü Allah’a inanırsınız. Ali İmran Suresi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir