Yurttaşlık kavramı öylesine derin bir kavramdır ki, o bilinmeden ne çağdaş Devlet ve ne ‘Millet’ (doğrusu Ulus’tur) anlaşılabilir.
Eski Yunan’da yurttaşlık bir ‘ayrıcalık’ idi.
Ancak bu ‘ayrıcalıklık’, ondan ikibinbeşyüz yıl sonra pekâlâ ‘insan’ olmak ayrıcalığı biçimine dönüştürülebilir.
Nitekim Büyük Fransız Devrimiyle birlikte, günümüz yurttaşlığının temelleri atılmıştır denilebilir.
Çünkü böylece bir ülkede yaşayan tüm insanlar ‘eşit’ olarak kabul edilmişlerdir.
Burada ‘eşit yurttaşlık’ anlayışının bir ‘totoloji’ olduğu ve üzerinde durmayacağımızı belirterek, yurttaşlık kavramının ülkesine göre nasıl değişebileceği konusunu ele alacağız.
Örneğin Fransız, Alman, Amerikan yurttaşlığı ile Türk yurttaşlığı gibi yurttaşlık tanımları ve anlayışları olabilmektedir.
Yani ‘evrensel’ bir yurttaşlık kavramı henüz yoktur.
Sadece 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları bildirgesi, 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından ‘Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ biçimine dönüştürülerek, sözde ‘evrensel’ bir nitelik kazandırılmak istenmiştir.
Kuşkusuz ‘İnsan Hakları’ üzerine derinlemesine bir çözümleme yapacak değiliz.
Burada, daha çok yurttaşlık ‘hak’ ve ‘ödevleri’ üzerinde duracağız.
Demek ki, yurttaşlıktan sözederken sadece ‘hak’lar değil ama kimi ‘ödevler’in olduğu da belirtilmelidir.
Sıradan bir Yurttaşlık Bilgisi kitabında, ‘yasalara uymak’, ‘ayrımcı olmamak (être fraternel)’, ‘vergi vermek’, ‘ulusal savunmaya katılmak’ gibi ‘ödevler’ sayılabilir.
Ancak, örneğin ‘seçmek ve seçilmek’ hem bir ‘hak’ ve hem de bir ‘ödev’ olarak değerlendirilebilir.
Benzer biçimde ‘mülkiyet hakkı’ da, aynı zamanda bir ‘görev’i içermektedir.
Çok uzağa gitmeden, örneğin Fransa’da köpek ve kedi gibi evcil hayvanlara ‘sahip olmak’ nasıl bir ‘hak’ ise, onlara gereği gibi bakmak da zorunlu bir ‘görev’dir.
Bu görevi yerine getirmeyenlere tahminlerin ötesinde yaptırımlar yapılabilmektedir.
Ve yine ‘bilgi almak’ ne kadar ‘hak’ ise de, ülkede cereyan etmekte olan olayların ‘ayırdında olmak’ da vazgeçilmez bir ‘görev’ olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yani genel olarak ‘medya’nın hipnotize etme çabalarını ‘eleştirel bir yaklaşımla’ aşmak da bir ‘yurttaşlık görevi’dir.
‘Seçme ve seçilme’ ne kadar ‘hak’ ise ‘seçilenleri denetlemek’ de o bir o kadar ‘yurttaşlık görevi’dir.
Kaldı ki, Fransız filolog Louis Havet (1849-1925), Fransa’da Dreyfus Davası günlerinde, insan hakları üzerine verdiği bir konferansta, seçilenlerin ‘görevlerini kötüye kullanma’ları halinde, onları seçim günü geldiğinde değil ama bu tesbitin yapıldığı günlerde ‘indirmek’ (supléer les pouvoir prévaricateurs) görevinden sözetmektedir.
Bu bağlamda ‘yurttaşlık kavramı’nın ne denli derin bir içeriğinin olduğu görülmektedir.
Oysa Türkiye’de ‘seçilenler’in yeni bir seçimde bile bırakıp gitmeyecekleri konusu tartışma konusu olabilmektedir.
Demek ki, ‘Evrensel’ olmak şöyle dursun, ‘ülkesine göre’ ve daha doğrusu ‘insan’ına göre değişen önemli yurttaşlık ‘görevler’i sözkonusudur.
Öyleyse ‘eşit yurttaşlık’ gibi fanteziler yerine gerçek bir ‘yurttaşlık’ anlayışının geliştirilmesi ve ‘hak’lar kadar ‘ödevler’in yerine getirilip getirelememesi üzerinde yoğunlaşmak gerekir diyebiliriz.
Türkiye gibi, özellikle ‘seçilme hakkı’nı ‘kötüye kullananlar’ın göz çıkarırcasına göz önünde bulunduğu ülkelerde, bu indirme ‘görev’inin sorgulanmayışı da seçme hakkını kullananların ‘yurttaşlık görevi’ni kötüye kullandıkları anlamına gelmeyecek midir?
Yoksa henüz ‘yurttaşlık’ aşamasına geçilemediği mi söylenecektir?
O zaman ileri geri ‘Millet/Ulus’ kavramını kullanmak da size ‘Hak’ değildir denilebilir.
Bir yanıt yazın