GEL DE İNANMA !

            ‘Bilim’e inanan insanlarda bile ‘inanma duygusu’ vardır denilebilir mi?

            Buna ‘inanma duygusu’ değil ama ‘güven duygusu’ demek daha doğru olacaktır.

            Örneğin ‘Devlet’in gücü’ne inanmak ile ‘devlet gücü’ne güvenmek aynı şeyler değildirler.

            Birinci duruma örnek olarak, ‘bilim öncesi dönem’lerde olduğu gibi, ‘Devlet’ ve onu eline geçirenlerin ‘Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi’ olarak görülmesi gösterilebilir.

            İkincisi, ‘Egemenlik kayıtsız koşulsuz milletindir’ uzsözünün gereği olarak, ‘Devlet gücü’nü yurttaşlara ve onların seçtikleri temsilcilerine yükledikleri bir ‘güç’ olarak görmek demektir.

            ‘Laiklik’i şurada burada, çıkan yasalarda veya kimi uygulamalarda arayanların tersine, gerçek ‘laiklik’in işte bu ‘egemenlik’ kavramının içinde yeraldığını belirtmek isterim.

            ‘Mündemiç’tir de denilebilir ‘içkin’dir de denilebilir.

            Yani ‘laiklik karşıtı’ olmanın ‘türban’la, namaz ve niyazla zerre ilişiği yoktur.

            Elini kolunu bağlayıp boynunu bükerek ‘Devletin merhameti’ne sığınmak demektir.

            O ‘Devlet’ ki, gerçekte kendi oylarıyla seçtiği ve sadece ‘temsilcisi’ olan ‘siyaset’çilerin yönettiği bir ‘mekanizma’dan başkası değildir.

            ‘Mekanizma’dan ‘merhamet’ beklenebilir mi?

            İşte başlarını örtüp alınlarını secdeden kaldırmayanlar, bu eylemlerinden dolayı değil ama ‘Devlet’i tanıyamadıkları dolayısıyla ‘laiklik karşıtı’dırlar.

            Oylarıyla seçtikleri ‘siyasetçi’lere ‘ilahî güç’ atfettikleri için ‘laiklik karşıtı’dırlar.

            Dolayısıyla sözde ‘seçilmiş’ olanlar da kendilerinde bir ‘karizma’, bir ‘yücelik’ en azından bir ‘ayrıcalıklık’ görebilirler.

            Ki Türkiye’deki durum tam da bundan başkası değildir.

            Bu ve benzeri toplumlarda ister istemez ‘gaipten gelen’ seslere, ‘keramet’lere ya da ‘uğursuzluk’ belirtileri olduğu sanılan şeylere inanılır.

            Örneğin Anadolu’da, köpeklerin uluması bir uğursuzluk belirtisi ya da çağırsı olduğu için, hemen ‘hoşt’ diye köpek susturulmaya çalışılır.

            Bugünlerde sahibi olduğum üç Beauceron cinsi köpek ile ev sahibinin üç Border Colie cinsi köpek, sabahın erken saatlerinde ulumaya başladılar.

            Neredeyse bu altı köpeğin ulumasıyla uyanıyorum desem yeridir.

            Ardından Türkiye’de önce deprem ardından sel felaketlerinin olduğuna ilişkin haberleri izlemeye başladım.

            Kendini bildi bileli ‘Bilim’e güvenen biri olarak neredeyse bu geleneksel söylentiye inanasım gelmeye başladı.

            Ancak dikkatimi çeken bir başka veriyi de paylaşmak isterim.

            Şu seçim döneminde ve özellikle de o büyük deprem felaketinin ardından en karizmatik siyasetçinin yerli yersiz ve apansız ulumaya başladığını görüyorsunuz.

            Ki hemen ardından, üç gün önce büyük şaşaa ile açtıkları yol düzenlemesinin sele kapıldığına tanıklık ediyoruz.

            Öyle ki, bu sel baskını hemen hemen tüm deprem bölgesine yayılmış bulunuyor.

            İster istemez ‘siyasetçi’ diye bilinenler dahil tüm köpek ulumalarının büyük felaketlere yol açacağına inanasım gelmeye başladı.

            O nedenle, çok daha büyük felaketlere yol açmaması için her uluyanın ‘hoşt’ diye kovalanmasını öneriyorum.

            Belki yararı olur, ben ne bileyim?

            Yoksa en iyisi duymazlıktan gelmek midir, siz karar verin artık.

            ‘Bilim’e inanan insanlarda bile ‘inanma duygusu’ vardır denilebilir mi? - Habip Hamza ERDEM

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir