Kürt Memo’nun da, işçi Ethem’in de katili ABD – AKP – PKK Şer İttifakıdır. / TÜRKİYE KAÇ ÜLKEDİR, KİM YÖNETİR, KİM KORUR?

 

LICE

 

İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, bir basın açıklamasıyla Diyarbakır Lice’de meydana gelen son olayları değerlendirdi:

Kürt Memo’nun da, işçi Ethem’in de katili ABD – AKP – PKK Şer İttifakıdır.
Tayyip Erdoğan birinci dereceden sorumludur.
“Barış, barış… Analar ağlamasın” diye yutturulan sürecin ürünü işte budur.
Bugün Lice’de 2 ana ağlıyor.

Devlet ve Türk Ordusu halkın güvenliği için karakol da yapacak, ihtiyaca göre büyütecek de. Bu Güneydoğu’da yaşayan Kürt yurttaşlarımızın da güvenliği içindir.

Bölgeyi karıştıran ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’dir. Türk milletinin ayağa kalkmasından duyduğu korku ve telaşla Van’a ve diğer Güneydoğu illerimize gitti.
Hemen ardından PKK, asayiş teşkilatı kurduğunu açıkladı ve çalışmaya başladı.
TÜSİAD da kervana katılmakta gecikmedi. Apar topar Cizre’ye giden TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz “Buraya açılım ekonomisi için geldik” dedi.

ABD, Haziran ayaklanmasının karşısına açılımla çıkma gayretinde. Ancak çabası nafiledir. Ayağa kalkan Türk milleti, Tayyip-Öcalan koalisyonunu bozguna uğratmıştır.
Tayyip Erdoğan – Abdullah Gül iktidarı yıkılacak, Türküyle, Kürdüyle Türk Milleti birlik içinde, kardeşçe ve başı dik, Batı Asya’da bölge ülkeleriyle barış ve refah içinde yaşayacaktır.

======================================================

 

     TÜRKİYE KAÇ ÜLKEDİR, KİM YÖNETİR, KİM KORUR?

 

  Son bir-iki haftada yurdumuzun bir bölümünde meydana gelen olayları anımsayalım;

– Diyarbakır’da KUZEY KÜRDİSTAN Birlik ve Çözüm Konferansı düzenlendi. Bölünme amaçlı istekler açıklandı.

– Sınır ötesine geçmekte olan PKK’lıları uğurlamaya giden vatandaşlara asker su verdi, ancak askerin ortalıkta görünmesine bile kızdılar.

– Bir terörist için düzenlenen törene, PKK’lılar  silahlı olarak katılıp gösteri yaptılar.

– Generallerin bulunduğu bir helikoptere PKK’lılar ateş açtı, dört mermi isabet etti.

– Lice’de, karakol binası yapılmasını istemeyen halk inşaatı bastı, çadırları yaktı, olayda bir kişi öldü. Sonrasında yol kesen örgüt bir uzmanı kaçırdı.

– Pülümür’de PKK maden ocağını bastı, araçları yaktı, bazı işçileri kaçırdı.

Cizre’de yerel asayiş birimi diploma töreni düzenlendi, poşulu,özel giysili asayişçiler caddelerde kimlik kontrolü yaptı.   Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş sınırları içinde oldu.

Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına aykırı olarak gerçekleştirildi.

 

Bu olanlara karşı ülkeyi yönetenler ne yaptı?

Kulağının ve gözünün üzerine yattı.

Hiç bir tepki göstermedi.

 

Evet, bunların hiç biri olmadı, diyebilecek kimse çıkamayacağına göre, bütün bu olan, yaşanan aykırılıkların bir anlamı olsa gerek değil mi?

Örneğin, bunlar suç değil ise (ki bal gibi suç aslında ve hem de basit suç sınıfından bile değil) o halde, nedir?

Bir devlet, elbetteki ancak hukuk sistemi ile vardır, yoksa, yoktur; bu temel ilke iken, aynı devlet içinde çifte hukuk standardı olabilir mi? Olamaz. Fakat ya pratikte bu varsa, olmuşsa, yapılmış ise? Ki, yapıldığı sabittir. O zaman, bunu yapan devlet veya yaptıran devlet yetkililerinin bu fiiline ne denir; devleti bizzat devlet olmaktan çıkartmak, değil ise bu yaplan?

 

 

Lice’de, 1937 Dersim isyanını anımsatan, devlet otoritesini reddeden olaydan sonra, TC Hükümeti adına “Yeni karakol yapmıyoruz, aynı yere yeni bina yapıyoruz, dokuz adet karakolu da kapattık” açıklaması yapıldı.

“Biz sizin istemediğiniz bir şeyi yapmayız, devlet kontrolünü sürekli azaltıyoruz, merak etmeyin” der gibi.

Gibisi fazla.

Evet, elbette ki gibisi fazla. Resmen bunu demişlerdir, de, bunun peki, pratikteki anlamı nedir?

Daha doğrusu, bu bölgeyi size bırakıyoruz veya bırakacağız, demek değil midir bu?

Evet. Evet ama, devlet yetkililerinin görevi bu mudur, yoksa tam aksi midir?

Yani, devletin, ülkenin gerek demokrafik ve gerekse cağrafi bütünlük ve birliğini korumak değil midir ülkeyi yöneten, askerine, güvenlik birimlerine komuta edenlerin birincil görevi? Evet.

Peki niye tam amsini yapıyorlar?

Bu yaptıkları sahi, Türk milletine saygı olamayacak ise, saygısızlık ve hatta tahkirin dikalası sayılmaz mı?

 

Bu yapılanların hiçbiri, devlet olan yerde yenilip yutulamaz.

Devletin yasal güçleri derhal gerekeni yapar.

ÇÖZÜM SÜRECİ bozulursa, diye korkmanın kime ne yararı olacaktır?

Çözümden amaç ” Kavga etmeden, kan dökmeden bölünmeyi sağlamak” ise o başka.

 

Evet, aynen böyle. Yani, günümüzdeki devlet, daha doğrusu onu yönetenlerin güttükleri niyet veya yaptıklarının anlamı aynen bu; bölünmenin önüne geçmek, önlem almak değil, aksine, adeta, gönüllü bölünme ve parçalanmayı idare edmek. Ve de, bu sanki, kesinlikle öyle değil imiş gibi de, halkı, yalan dolanlarla, oyalamak, avutmak.

 

O zaman da bu kararı verenler halka hesabını da verirler.

Verebilirler mi? Orasını düşünmeliler.

 

Anlaşılan o ki, ya böyle bir duruma, kesinlikle gelinmeyeceğini, gelmeyeceklerini, düşünüyorlar, veya yaptıkları gerçekten o değil, ya da, o  ama, onlar bunun hiç farkında değiller?

Gerçek duruma uyan hal hangisi, bilemiyorum ama, bu üç durumdan birine uydukları,  düşündükleri muhakkak.

 

Başka ne yapıyor devleti yönetenler?

Bu olaylara tepki gösterecek gücün yasal yetkilerini elinden alıyor.

Neymiş, 35.madde darbeye dayanak sağlıyormuş?

Darbe yapana dayanağa gerek varmış gibi?

Darbe dayanağını kendi bulur, boşuna olayı saptırmaya çalışmaya gerek yok.

Hayır. Bu hiç de öyle değil ve de bilakis. Zira geçen gün, yazarın, vatandaşın biri, tam da bu konuda, bu yasayı Genel kurmay kasten çıkarttırıyor; kendini sorumluluktan kurtarabilmek için, demişti. Gerçeklik payı yok mu peki bunda? Daha doğrusu, hangisi daha mantıklı; hükümet mi ordunun elini kolunu bağladı veya bağlamakta, yoksa, ordu mu bütün bunlara (her nedense?) ta baştan beri, hükümetleri uydurmaktadır?

Silah kimde ise, güç onda değil midir yoks?

Yoksa, tabii kurallar tersine mi işlemeye başladı bu ülkede?

Askerler, hiç gık bile demeden, kendilerine karşı yapılan inanılmaz ithamlara ram olup, adeta suçlarını muğur olarak, (yani, aynı zamanda millet adına, adımıza dayak yemeği göze alarak veya doğrudan yiyeyerek; çünkü onlar her şeyden önce Türk ordusunu temsil edip, onun adına yazılıyor her şeyleri; başarıları da, başarısızlıkları da ve dolayısı ile, yedikleri dayaklar, uğradıkları her türlü zillet) Adliyelerin, sonra da ceza evlerinin yolunu tutmalarının anlamı neydi? Daha doğrusu, bu sahi tabii bir durum mu idi?  Bence, hiçbir zaman tabii değildi ve olamazdı da. Onun için, öncelikle bu işin arkasında Türk gibi görünen idarecileri, komutanları ile Genel Kurmay Karargahının olması gerektiğini söylemiş, yazmışımdır. Nedeni bilemem, belki satılmışlardır, belki alayı şantaja maruz bırakılmışlardır. Ama, olan bu idi ve muhtemel sebepler de bunlardı. Hiçbir iktidar, hiçbir bahane (başörtüsü veya dindışı davranışlar vs.) ile orduya karşı bu tarz bir pervasızlık içinde olamazdı; zira, şimdiye kadar olamamıştı da. Şimdi olabilmesinin tek koşulu, bu işte onların figuran olup, aynı zamanda da kendilerini seçmiş olan halkı, milleti aldatmalarıdır; her şeyi kendileri, resen yapıyorlar imiş gibi göstererek. Bazıları da, esas durumu gözardı etmek için, bu işin arkasında Amerika veya AB var, ya da her ikisi birlikte. Diyerek, millet, biz bunlarla nasıl olsa başa çıkamayız, bari fazla tantana yapmayalım, demişlerdir; bilerek veya bilmeden, ama, yaptıkları bu anlama gelmiştir.

Gele gelip, zurnanın zırt dediği yerde dayandık. Onun için de işte, sayın yazar,   içinden çıkılası, vavabı verilesi olmayan,  bu soruları soruyor.

 

 

Bu düzenleme ile yapılan TSK’nın PKK’ya karşı adım atmasını engellemektir.

 

Demek ki, işin aslı bu değilmiş. Yani, yazar burada yanılıyor; maateessüf. Zira, oysa, madem ki o kadar, haberdar, münevver, hassas, ciddi vatanseverdir, o halde, gerçek  olayı, durumu gerçek hali veya en uygun şekli ile fotoğraflayıp, millete ona göre takdim edebilmeliydi.

Askerin  elini kolunu bağlıyorlarmış… da, peki daha önce elleri, gözleri, aklı nerelerde geziyormuş bu askerin? Gözö kör değil , kulağı sağır, aklı çelinmemiş ve görülüp, gösterildiği gibi Türk askeri, ( bir takım gerzek ve  ödlekler değil), ise, o halde, dahane demeğe durup bekliyor ve demiyor ki, ey millet, bunlar bu yasaları çıkarırsa, siz engellemez, biz de böyle seyreder isek, sonunda öyle bir durum olur ki, elimiz kolumuz bağlanıp, ülkemiz de, milletimiz de bir anda bölünmüş olur. Ne diyorsunuz bu duruma? Razı mısınız?

Hiç böyle şeyler diyen bir komutan görüldü mü? Yok.

Görülen ne idi? Türk askerleri, subayları vs. hep bir takım, ipe sapa gelmez ithamlarlar, isnatlarla suçlanmış onlar ise, silaha boru, imzaya, hayır imza değil bu, vs. saçmalıklardan sonra, biz hukuka güveniyoruz, dedikleridir. Yalan mı? Hayır. Gerek hukuk, gerek se millet vicdanında her türlü haklı kuşkuyu üzerlerine celp edecek şekilde davranıp, sonra da alayı birden içeri doluşmuş ve ama şimdilerierde birileri uyanıp (Engin Alan paşa gibi) inanamıyorum bütün bu durumlara, diye şaşıyorlar.

 

Bölünmeye engel olacak asli gücü engellemektir.

 

Anlaşıldığı gibi, öyle bir güç, maalesef yoktur, ya da, daha doğrusu, gücün politikası öyle değildir; her ne kadar asker politikaya karışmayacak olsa bile!

Pratikteki sonuç böyle gösteriyor, biz de onu oldğu gibi okuyoruz.

 

TSK komuta kademesi zaten elleri havaya kaldırmış. 35. madde ile kendisine verilen görevi unutmuş. Siyasi iktidarın dümen suyuna girmiş.

Evet, aynen böyledir. Ve biz bunu, en azından on sene önce böy fark ve tespit etmiş idik. Ama, kimseye anlatamazdık; kolaykolay…

 

Sokakta sopa yiyen ama,karşılığını veremeyen cılız-korkak çocuğun “Anne şu çocuk beni dövdü” demesi gibi salya sümük ağlıyor.Helikopterin KAÇMA MANEVRASI ile kurtulduğunu açıklıyor.

 

Evet,  ama bütün bunlar o başa gelmeden önce öyle kurgulandı ve orda da, her şeyi aslına döndürecek ne niyet, ne kabiliyet varsa, ne diyecek? Uyacak ve bir takım bahaneler öne sürecek; yenirse, yerseniz…?

 

Sen karşılığında ne yaptın? Ne yapman gerekirdi? diyen vatandaşına verecek yanıtı yok.”İktidar öyle istiyor” dese, yutturamayacak, biliyor.

 

Daha önce demiştik. İktidar, birincil müsebbip olamaz. Değil de. İktidar ikincil müsebbip ve onlarda da, ne yazık ki, aynen o komutanda olmadığı gibi, bu işin aslını, doğrusunu yapabilecek kabiliyet, yetenek, hatta niyet de, yoktur.Yeri geldikçe, suçu, topu birbirlerine atarak, süreci ilerletip, rollerini yapıyorlar… da, nereye kadar, işte onu bilmiyorlar. Bilen de yok; Allahtan başka.

Neyse, gidilen, tutulan yol, akla da, mantığa da, tabiiatın kurallarına da aykırı. Onun için, bir gün, an gelip, duvara toslanacağı muhakkak, ama ne zeman? O belli değil. Benden bu kadar.

 

 

En iddiasız İDDİACI:

Husrev Özel

İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, bir basın açıklamasıyla Diyarbakır Lice'de meydana gelen son olayları değerlendirdi: - LICE