NECDET BULUZ
Suriye’deki iç çatışmalar 5 yıldan bu yana sürüyor. Bugüne kadar çatışmalardan kaçarak Türkiye dahil komşu ülkelere sığınan Suriyeli sayısının 5 milyonu aştığı ifade ediliyor. Halen de kaçarak komşu ülkelere sığınmaya çalışanlar var. Bunların çoğu da Avrupa’ya geçmeye çalışıyor.
Bazen sığınmacılarla karşılaşıyoruz. Çokları da gruplar halinde geziniyor. Yaşlarına baktığımızda 20-40 arasında görünüyorlar. Kadınları, çocukları ve yaşlıları bir kenara bıraktığımızda bazen kendi kendimize soruyoruz:
“Bu insanlar nasıl oluyor da ülkelerini terk ediyor? Neden kendilerini, evlerini, ailelerini savunmuyorlar? Topraklarını terk ederek kaçmak doğru bir hareket mi? Türk insanın ne pahasına olursa olsun, ülkesini terk etmesi, kaçması mümkün değil. Verdiğimiz kurtuluş savaşında bu mücadeleyi gösterdik. Bu insanlar topraklarını terk edip kaçarak sığınmacı durumuna düşüyor. Başkalarının yardımına ve merhametine muhtaç oluyor. Bunu nasıl kabullenebiliyorlar?”
Bazen de bu genç sığınmacılarla karşılaşan bayanlardan bile “Ülkenizi neden terk edip kaçıyorsunuz? Neden mücadele etmiyorsunuz? Eliniz ayağınız var, silah tutabilecek güçtesiniz” diye sitem ettiklerini bile duyuyoruz.
Çünkü biz geçmişte ülke ve topraklarımızı savunmamızda kadınlarımızla, çocuklarımızla müthiş bir dayanışma örneği sergilemiştik. Bugün, aynı tehlike kapımıza dayanmış olsa, bu müthiş dayanışma ve savunmamızı yineleyeceğimizden hiç kimse şüphe etmesin.
Kaldı ki, sığınmacılar Esad yanlısı olsa zaten yönetimin emrinde olacaklar, ellerinde yine silah bulunacak ve savaşacaklar. Esad karşıtı gruplar içinde yer almış olsalar, yine kendilerine ulaştırılan silahlarla yönetime karşı savaşıp, kendilerini ve ailelerini savunacaklar. Kaçmak da neyin nesi?
Bazen sosyal paylaşım sitelerinde de yazılanlara, çizilenlere bakıp, ülkesindeki çatışmalardan kaçarak başka ülkelere sığınanlara karşı bir tepkinin oluştuğunu da görüyoruz. Çokları “Niye ülkenizi, topraklarınızı, evinizi, işyerinizi bırakıp kaçıyorsunuz? İnsan ülkesini terk eder mi?” diye soruyor.
Kadınların, çocukların, yaşlıların sığınmacı durumuna düşmelerine bir şey demiyoruz. Ancak, gencecik çocukların, eli silah tutacak nitelikte olanların kaçmasına bir anlam veremiyoruz.
Kaçanların çoğu neredeyse karın tokluğuna her şeyi yapabilecek konuma düşüyor.
Kabile olarak yaşamaya alışmışlar. Kabile devleti kurmuşlar ama millet olamamışlar. Birçok ülkenin de aynı konumda olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi gelelim, konumuzun ikinci kısmına:
Esad güçleri ile Rusya’nın işbirliği ile Bayır-Bucak Türkmenlerine karşı başlatılan saldırılarda kaçarak sınırımıza yığılan Türkmenler de var. Ancak, bunların durumu kaçan Suriyeli sığınmacılardan çok farklı. Nasıl mı?
Türkmenler kadınlarını, çocuklarını, yaşlıları sınırda bırakıyor, yoğun bombalardan kurtulmalarını sağlayıp, yeniden topraklarına dönüyorlar. Yani savaşıyorlar. Topraklarını, evlerini, dükkânlarını, daha da önemlisi onurlarını koruma mücadelesi veriyorlar. Kaçmıyorlar. Sığınmacı durumuna düşmek istemiyorlar. Yaptıkları açıklamalarda da “Kanımızın son damlasına kadar savaşıp, bu topraklarda ölmeyi daha doğru buluyoruz” diyorlar.
Türkmen yetkilileri daha önce de açıklamalarda bulunmuşlar “Biz hiçbir zaman yaşadığımız bu toprakları terk etmeyeceğiz. Hiçbir zaman kaçmayacağız. Sonuna kadar mücadele ederek kendimizi, ailelerimizi, gururumuzu koruyacağız. Yeter ki Türkiye Devleti bizi yalnız bırakmasın. Bize kendimizi savunacağımız silah sağlasın. Biz başka bir şey istemiyoruz” demişlerdi.
İşte millet olmanın özelliği budur.
İşte, damarlarında “Türk” kanı taşımak böyle bir duygudur.
Hiç değilse ülkelerini terk ederek kaçmaya çalışanlar, Bayır Bucak Türkmenlerinin bu durumundan ders alabilseler. Kaçmakla bir noktaya varılamayacağının bilincinde olabilseler. Millet olabile özelliğini az da olsa taşıyabilseler.
Geçenlerde gazeteci arkadaşlarımızda Ahmet Faruk Urfalı da sosyal paylaşım sitesinde bu durumu anlatmış. Şöyle diyor:
“İşte Türk olmak bu….Kadınını ve çocuğunu güvenli bir yere bırakıp topraklarını korumak için geri dönmek…Ben çoluğu çocuğu kapıp kaçarak Türkiye’ye gelen ve oradan da Avrupa’ya geçmeye çalışan Suriyelilere boşuna kızmadım…Türkten sığınmacı, esir, mülteci olmaz…Dünya yıkılır yeni bir düzen kurulur ama Türkler yine devletini kurar….Avrupalıların Türklük kavramını yok etmek istemelerinin ve onların taşeronlarının ülkemizde Türklük düşmanlığı yapmalarının, Türklüğü ayaklar altına aldık demelerinin, bayrakla, milli marşla, andımızla uğraşmalarının nedeni Türklerdeki vatan sevgisini yıkmaktır……Ne mutlu Türküm diyene….”
Fazla söze gerek var mı?
Türk olmakla, damarımızdaki asil kanla ne kadar övünsek azdır. Türk olmanın gururunu her yerde övünerek taşımak kadar güzel ne olabilir?
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz
Bir yanıt yazın