KIBRIS TÜRKÜ’NÜN BAŞINA ÇUVAL
HÜSEYİN MÜMTAZ
Birkaç gün sonra 15 Kasım’da, Kıbrıs’ta Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 32’inci yıldönümünü kutlayacağız.
Bir taraftan son sürat AB-D, BM tezgâhlı teslimiyet projelerini yürütürken öte yandan 32’inci yıl anısına görkemli törenler, kokteyl ve resepsiyonlar düzenleyip; o gecenin anısına özel olarak alınmış pahalı tuvaletler ve koyu renk kat-kravatlar eşliğinde boy göstermek için kuyrukta bekleyeceğiz.
O gece ve sonraki günler, tam 12 yıl sonra bu defa Kıbrıs Türkü’nün başına geçirilmek istenilen çuvalı görmezden geleceğiz.
Şimdiye kadar yaptığımız gibi..
24 Ekim tarihli “KIBRIS’TA NEREDE KALMIŞTIK?” başlıklı yazımızda;
“İş geldi dayandı mezarlara, anıtlara, şehitliklere..
‘Kayıp bulmak için’ 40 yıl sonra Murataağa-Atlılar-Sandallar şehitlerinin mezarları açılıyor.
Aynı gerekçeyle Lefkoşa Tekke Bahçesi’ndeki şehit mezarlarının da 50-55 yıl sonra açılması isteniyor..
Kimsede tık yok.
Rum’un güveninin artması için Derinya Kapısı, Rum’un istediği yer ve istikametten açılıyor, güzergâhtaki asker ‘geri çekiliyor’.
‘Sarı Öküz’ bir kere verilince arkası gelir, daha anlamadınız mı?” diye sormuştuk..
Son haberler “Sarı Öküz”lerin arkasının geldiğini gösteriyor.
“Kuzeyde yapılan kayıp çalışmalarında, tarihi bir kararla, askeri bölgede bulunan ve kayıpların bulunduğundan şüphelenen ve kayıp şahıslara ait kalıntıların bulunması umudu taşınan 30 gömü yerinde kazı çalışması yapılmasına izin verildi” diye yazıyor gazeteler..
Şehitlikler, anıtlar ve askeri alanlar..
Hepsi kazılıyor.
Rum’un güveni artıyor..
Biz askeri alanlarda kazı izni verirken; Derinya’da açılacak kapının yolunu, ille de 1996’da Türk bayrağını indirmeye çalışırken vurulan Solomos Solomu’nun vurulduğu noktadaki askeri bölgeden geçirmek istiyor Rum, “olur” diyoruz, Rum’un güveni artıyor.
Ama şu “roaming” bir türlü olmuyor.
KOP, “Çok istiyorsanız katılın ama bizle oynayamazsınız, ancak kendi aranızda amatör maç yapabilirsiniz” diyor.
40 yıldır gezdiğimiz, mangal yaktığımız topraklardaki mayın tarlalarının krokisini veriyor..
E, tabii bizim de güvenimiz artıyor..
Haravgi, Rum Eğitim Bakanlığı’nın Güney Kıbrıs genelindeki okullara 5 Ekim’de genelge yollayarak, okul gezileri programına EOKA tedhiş örgütünün faaliyetlerini anlatan tarihi yerler ve müzeleri dahil ettiği; Rum Eğitim Bakanlığı’nın gayrı resmi ve spesifik hedefinin, “Grivasçılığı yaşatmak” olduğunu yazıyor.
Bizde TMT “lütfen” hatırlanıyor, “1 Ağustos”ta kimse ortalarda görünmüyor
Bizim “güvenimiz artıyor”.
“Birleşilince” ada sathında 4 Rum’a karşı 1 Türk olacağına alıştırıyorlar bizi yavaş yavaş ama Güney Kıbrıs’ın, dünyada en çok silah bulunduran ülkeler sıralamasında 5’inci sırada yer aldığını söylemeyi “unutuyorlar”.
Güvenimiz artıyor.
“Çözüm” konusunda herkes bir şeyler geveliyor, herkesin dilinin altında bir şeyler var. Herkes bir şeyler geveliyor ama kimse bir türlü neyin ne olduğunu net olarak ortaya koymuyor..
Erhürman; “İki Bölgeli Federasyon hukuken Türk tezidir” demektedir.
Kızılyürek; “Ayrı bir bölgede yaşamak, kendi kendini yönetmek, federal devletin eşit ortağı olarak bütün adayı yönetmek, dönüşümlü başkanlık veya buna benzer bir sistemle federal devletin dönüşümlü olarak başı olmak… Bunların hepsi elde edilmiştir ya da elde edilebilir. Karşılığında ne mi verilecek? Biraz toprak, biraz mülk… Gerçekte Türk tarafına ait olmayan toprak ve mülkiyetten söz ediyoruz…Dünyada %18’lik hiç bir nüfus yoktur ki, kendini böyle bir konumda bulsun ve federal bir devletin kurulması konusunda naz yapsın…” demektedir.
Talat; “Annan Planı’nda haritalar vardı, ikinci harita referanduma sunulmuştu, bizim tarafımızdan kabul edilmişti, ama şimdi harita o şekilde mi kalmalı tartışma konusudur. Zor bir haritaydı. Bence başka şekilde de ele alınabilir, terapiye ihtiyacımız var” demektedir.
Bu arada “Kıbrıs Barış Sürecinde Dini Yol” çalışmaları devam ediyor, “Kıbrıs’taki dini liderler”, İsveç Dışişleri Bakanı Annika Söder’le bir araya geliyor.
Görüşmeye “Din İşleri Başkanı” Talip Atalay, Güney Kıbrıs Başpiskopos’u Hrisostomos, Kıbrıs Latin Kilisesi’nden Jerzy Kraj’la birlikte, İsveç Dışişleri Bakanlığı’ndan Anders Kallin, İsveç’in Lefkoşa Büyükelçisi Klas Gierow ile Büyükelçilikten Sara Brandt ve “Kıbrıs Barış Sürecinin Dini Yolu Ofisi”nden Salpy ESKİCİYAN katılıyor.
Görkemli “Kıbrıs Barış Sürecinde Dini Yol” isimli toplantının daha mürekkebi kurumadan Hrisostomos, “Türkiye kökenli vatandaşlar ile onların burada doğan çocuklarının adayı terk etmediği bir çözüme onay vermeyeceğiz” diyor.
Hrisostomos, Avusturya’da yayın yapan “Wiener Zeitung” isimli gazeteye Kıbrıs sorununa ilişkin açıklamalarda bulunurken; “Kıbrıs sorununun çözümüne onayını ancak, çözüm Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasındaki ilk oranı sağlarsa vereceğini, bunun da Türkiye’den gelen yerleşiklerin ve onların burada doğan çocuklarının gitmesi anlamı taşıdığını” söylüyor. Bu şekliyle Kıbrıs’ta çözüme onay vermeleri duruda “intihar etmiş olacaklarını” kaydediyor..
Peki, bizim “başkan” bunla ne konuşuyor? “Rutin” buluşmalarında ne görüşüyorlar? Tutanakları var mı? Tanık/tercüman var mı? Bizim “başkan”ın hiç “çözüme”, Türk tarafının vazgeçilmezleriyle ilgili söylediği tek bir kelimeye şahit oldunuz mu? “Başkan” gerçekten “başkan” ise, her toplantıda papazın yanında boy gösteren Hala Sultan müezzini ne arıyor orada?
“Başkan” kimden yetki/izin alıyor, kim atıyor, kime hesap veriyor?
Lefkoşa Surlariçi Arabahmet Bölgesi’ndeki Ermeni Kilisesi ve Manastırı’nın restorasyonu sonuçlanıyor, restorasyon o kadar başarılı oluyor ki, Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülü’(Europa Nostra)ne layık görülüyor.
İngiltere Muhafazakâr Parti Milletvekili David Barrowes, Maraş’ın yasal sahiplerine iade edilmesi çağrısı yapan ve 50 bin kişi tarafından imzalanan bir önergeyi İngiltere Başbakanına sunmaya hazırlanıyor.
Kıbrıs’ta her şey “planlandığı gibi” yürütülüyor 15 Kasım’ın 32’inci yılında..
Alttan alta yeniden “Almanya modeli” ısıtılıyor.
“İki Almanya” nasıl birleştiyse Kıbrıs ta öyle birleşmeliymiş.
“İki Almanya” dili, dini, tarihi, soyu, sopu aynı olan ve komünizm tarafından ikiye ayrılan tek bir devletti.
Kuzey/Güney Kore ile Çin/Tayvan da öyledir.
Onları birleştirmek neden AB-D, BM/İsveç’in bu kadar derdi olmuyor da “dili, dini, tarihi, soyu, sopu” her şeyi farklı iki apayrı toplumu “birleştirmeye” bu kadar çalışıyorlar?
“İki Almanya” örneğinde kafamıza geçirilmek istenilen çuval aslında “Yugoslavya” örneğidir.
“Garantörlük kalksın, Maraş/Güzelyurt verilsin, Türk askeri gitsin” den sonra lütfen görüşülecek asıl konu kuzeye “dönecek” 100.000 Rum ve Karpaz ve Kormacit’teki özerk bölgelerdir.
Ama önce Fileleftheros;
“Kıbrıs Rum tarafı 100 bin Rum’un Kıbrıs Rum oluşturucu devletçiğinden geri dönmesini istiyor. Federal Devlet’e tabi olacak özel bölgeler (Maronitler, arkeolojik ve dini alanlar, Karpaz) oluşturulması da konuşuldu”.
Can alıcı nokta, çuval işte tam da burasıdır.
Fotoğrafın bütününe bakalım.
“Sonunda”, yâni “birleşilince” Federe Rum tarafı silme Rum olacak; Federe Türk tarafı ise, önce 100.000 Rum’u alacak; onları eski evlerine, geri gönderilen askerden boşalacak yerlere yerleştirecek ama Türk bölgesinde bulunan Kormacit’teki Maronitler ve Karpaz’daki Rumlar, “arkeolojik ve dini alanlar” bahanesi altında Federal Devlet’in kontrolünde olacak.
İyi de Yugoslavya Ay’da değildi ki!
Yugoslavya federatif bir devletti. Tito’nun ölümünden sonra toparlanamadı ve 1991’de dağıldı.
Yugoslavya’nın; 1991’de Avrupa’nın göbeğinde ve dünyanın gözü önünde Sırplar tarafından Boşnaklara katliam/soykırım uygulanarak dağılmasından sonra Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Kosova Devletleri meydana geldi.
Hepsi bağımsız idi, hepsi sadece kendi etnisitesini içeriyordu.
Biri Hariç..
Bosna Hersek; Boşnak, Sırp ve Hırvatları da barındıracaktı ve bu üçü arasında dönüşümlü başkanlık olacaktı..
Yâni Sırbistan’ı Sırplar, Slovenya’yı Slovenler, Hırvatistan’ı Hırvatlar, Makedonya’yı Makedonlar, Karadağ’ı Karadağlılar, Kosova’yı Kosovalılar yönetecekti ama Bosna-Hersek’i hem Boşnaklar, hem Sırplar, hem Hırvatlar yönetecekti.
“Avrupalı Barış Planı”; Bosna-Hersek’teki Sırp ve Hırvatların, kendi bağımsız devletleri olduğu halde oralara taşınmasına izin vermemiş, Boşnakların içinde kalarak devleti ortak yönetmelerini “uygun” görmüştü.
Çünkü hepsi “ehil”di ama Müslüman Boşnaklar kendilerini yönetemezlerdi, yanlarına bir değil, iki “gözetmen” lâzımdı. Aslında zaten Hristiyan Avrupa’ya da yakışmıyorlardı.
Tıpkı Kıbrıs Türkleri gibi!.
Rumlar Rum Federe Devleti’ni oluşturacaklardı ama Türk Federe Devleti’nde mutlaka Hristiyan Maronitler ve Karpaz’da Rumlar olmalıydı.
Oyun budur.
Çuval budur.
Kıbrıs Almanya değildir, KKTC de Bosna değildir.
Yapılmamalıdır, olmamalıdır.
Kıbrıs Yugoslavyalılaştırılmamalı..
KKTC de Bosna olmamalı..
“Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez” demişti Mehmet Emin Resulzade..
İnmesin..
32’inci yıl kutlu olsun..
ÇOK YAŞA SEN KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ! 6 Kasım 2015
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın