“RESTORE” EDİLİYORMUŞUZ, HABERİN VAR MI?

Hüseyin Mümtaz 57. Alay

“RESTORE” EDİLİYORMUŞUZ EY MİLLET, HABERİN VAR MI?

HÜSEYİN MÜMTAZ

“Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün İstanbul’da Conrad Otel’de düzenlediği basın toplantısında Türk dış politikası açısından 2010’u değerlendirdi..

                Davutoğlu’nun kavramlaştırma ve akıl yürütme tarzında, şimdiye kadar çok az sayıda devlet adamı ve politikacıda görmüş olduğum, tarihsel, coğrafi ve kültürel boyutları kucaklayan, lezzetli bir felsefi derinlik var. Bu zenginlik onu ziyadesiyle dinlenir kılıyor.

                Davutoğlu’nun dünkü toplantıda sarf ettiği şu cümlenin altını çizdim: ‘Bütünü anlamaya çalışırsanız, parçalara gitmek kolay olur, parçalara takılırsanız bütünü algılayamayız.’

                Tipik bir tümdengelimci yaklaşım… Davutoğlu burada ‘bütün’den, kurduğu ‘Türkiye paradigması’nı kastediyor. Bizden bunu anlamamızı ve kendisine hak vermemizi istiyor. Dışişleri Bakanı, Osmanlı ve onun tarihsel sürekliliği içinde Türkiye’nin uluslararası şartlara intibak maksadıyla dört restorasyon dönemi geçirdiği tespitini yapıyor. Önce Tanzimat, sonra Cumhuriyet, 2. Dünya Savaşı’nın akabinde geçilen çok partili hayatla birlikte güvenlikçi bir demokrasi ve nihayet, partisinin iktidara geldiği yıl olan 2002’den beri sürdüğünü söylediği dördüncü restorasyon dönemi…

                Bu sonuncusunda, ‘AB referanslı ve özgürlük ağırlıklı bir demokrasi kurmaya çalıştıklarını’ ileri sürdü Davutoğlu…

                ‘Küresel siyaset sahnesinde görünür ve aktif, bölgesinde ise düzen kurucu olmayı hedefleyen, sadece Doğu ile Batı’yı değil, Kuzey ile Güney’i de buluşturan, kısacası, merkez ülke Türkiye’… Paradigmanın özet tarifi dünkü ifadelerinden pekala böyle derlenebilir” diyor Kadri Gürsel 26.12.2010 tarihli Milliyet’te yayınlanan yazısında..

Çarşıda,sokakta, pazarda gezen dolaşan; divânda, dergâhta, bargâhta oturan sade vatandaşın anlayacağı dile tercüme etmeye kalkacak olursak;

1. Fotoğrafın bütününü görmeye çalışmalıyız; 2. ‘Türkiye paradigması’ dört restorasyon dönemini ihtiva eder ki bunlar a)Tanzimat, b)Cumhuriyet, c)Çok partili Cumhuriyet dönemi ve d) Partisinin dönemi; 3. Türkiye AB referanslı ve özgürlük ağırlıklı demokrasi olmaktadır; 4. Ve Türkiye ‘küresel ölçekte aktif olan’, ‘düzen kurucu’ ve ‘merkez ülke’dir.

Şu yazıyı da yukarıdaki değerlendirmeden üç yıl sonra Sedat Ergin yazdı; (4 Ocak 2014)

“2013, dış politikada hatırlamak istemeyeceğimiz bir yıl. İleride Türkiye’nin dış politika tarihini yazan akademisyenler, 2013 yılını muhtemelen pek çok başarısızlığın birbiri ardına meydana geldiği, izlenen politikaların üzerine oturduğu bütün varsayımların çöktüğü, ülkenin dünyadaki algısının başkalaştığı ve bölgesel ağırlığının baş aşağı gittiği talihsiz bir dönem olarak kaleme alacaktır.

                Birkaç yıl önce ‘sıfır sorun’ söylemi ve ‘düzen kurucu’ olma iddiasıyla ortaya çıkan ve bölgesel ağırlığını arttırarak bu iddialı yönelişini dünyaya büyük ölçüde kabul ettiren Türkiye’nin, 2014 başına gelindiğinde kazanımlarının çoğunu bir mirasyedi gibi tüketmiş olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.

                Dış politikayla ilgili temel olumsuzluk, Türkiye’nin kendi coğrafyasındaki ülkelerin çoğuyla problemli ya da açıkça kavgalı bir duruma girmiş olmasıdır. AK Parti hükümetine karşı komplolar içinde olmakla suçlanan ABD de –uzakta olmakla birlikte– bu kümeye dahil edilebilir. Neredeyse herkesle kavgalı olmak, uluslararası alanda kızdığınız bütün aktörlere bağırıp onları azarlamak dış politikada rol oynayabilme, inisiyatif alabilme yeteneğinizi de kaçınılmaz olarak sekteye uğratıyor, hatta sıfırlayabiliyor.  Bir dönem kendi mahallesiyle ilgili konularda kapısı çalınan, görüşü sorulan Türkiye, bugün aynı mahallenin düzenini ilgilendiren gelişmelerde –muhtemelen işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirebileceği endişesiyle de- dışlanan bir ülke haline gelmiştir. Örneğin, Suriye’de rejimin envanterindeki kimyasal silahlar sorununa bulunan çözüm ya da ABD ile İran arasındaki nükleer anlaşmazlığın giderilmesinde varılan mutabakat gibi yakın çevresiyle ilgili hayati gelişmeleri daha çok ajans haberlerinden izleyen bir Türkiye var bugün.  Arap dünyasının en büyük güç merkezi olan Mısır’la diplomatik ilişkiler neredeyse kopma noktasındadır. Irak’taki merkezi hükümet ile ilişkiler 2013’ün sonuna doğru yapılan barışma hamlesi hariç tutulursa, yılın büyük bir bölümünde karşılıklı husumet havası içinde seyretmiştir. İran’la genellikle mesafeli bir zeminde yürüyen ilişkiler bu ülkedeki seçimden sonra yeni yeni toparlanmaktadır. Bütün bu tablo içinde galiba en büyük olumsuzluk, Türkiye’nin yaklaşık 900 kilometrelik bir sınır
paylaştığı güney komşusu Suriye karşısında izlenen politikalardaki feraset eksikliği ve hesap hatalarıdır. Hükümetin Türkiye’yi savaşta açıkça taraf bir konumda müdahil hale sokan Suriye politikası, Baas rejiminin, çökmediği gibi kendisini Batı nezdinde yeniden geçerli bir muhatap olarak tescil ettirmesi sonucu iflas etmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin bu mahallenin ‘masum ağabeyi’ olmadığı da ortaya çıkmıştır. Suriye’de içsavaşın bu noktaya kadar tırmanmış olmasında, rejimi çökertmek amacıyla köktendinci unsurların geçişi ve silah sevkiyatı açısından Türkiye’nin sınır bölgesinin bir ‘yol geçen hanı’na dönmüş olmasının rolü görmezlikten gelinemez.

                Buradaki basiretsizliğin de etkisiyle, köktendinci terör bugün Suriye’de kendisine aynen Afganistan’da olduğu üzere istediği gibi at koşturabileceği emniyetli bir hayat alanı bulmuştur. Türkiye’nin yeni jeopolitik realitesi, El Kaide ile komşuluktur. Türkiye’nin artık bu realitenin taşıdığı bütün potansiyel tehlikelerle beraber yaşamaya hazır olması gerekiyor. El Kaide’nin Suriye’nin kuzeyinde kuvveden fiile çıkmakta olan özerk Kürt yönetimi ile çatışma içinde olması Ankara açısından işi daha da karmaşık bir hale getiriyor. Ayrıca, Türkiye’nin bölgesinde rol modeli olduğu yolundaki teoriler de laboratuarda test edilip geçersizliği tescil edilmiş önermeler olarak dış politika literatüründeki yerini almıştır geride bıraktığımız yıl… Bunun başlıca nedeni, rol modeli olabilmenin gereklerinden Türkiye’nin kendisinin uzaklaşmakta oluşudur…

                Dış politikadaki ayarların bozulması etkisini Batı ile ilişkilerde de gösteriyor. ABD ile ilişkiler rasyonel ölçüler içinde tahlil edilebilir olmaktan çıkmıştır. Mayıs ayında Başbakan’ın önüne kırmızı halı serilerek karşılandığı Beyaz Saray gezisi sırasında tarihinin en parlak dönemlerinden birinden geçtiği ilan edilen Türk-ABD ilişkilerinin bugün üst düzeyde bütün kanalların kapalı olduğu ciddi bir güven bunalımına sahne olması, ancak ruhsal bir kopma hali ile açıklanabilir.AB ile tam üyelik müzakerelerinde üç yıl sonra bir başlığın açılmış olması bu müzakerelerin fiilen durmuş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Başbakan’ın, Moskova’da Rusya lideri Vladimir Putin’den Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne almasını isterken AB’yi kastederek sarf ettiği ‘Bizi bu sıkıntıdan kurtarın’ sözleri, AB’ye bakışının en sahici ifadesi olarak görülebilir. Tam üyelik sürecinin ana defosu, hem AB hem de Ankara cephesinde karşılıklı samimiyetsizliğin artık gizlenemeyecek boyutlara varmış olmasıdır…

                Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu cephesindeki dizginlenemeyen ego ve hülyalı bakış da Türk diplomasisini zaman zaman sanal bir âleme taşıyabilmektedir. Sonuçta, elindeki potansiyeli değerlenemeyen, bölge ve dünya barışına katkı yapamayan, uluslararası sistem içinde öngörülemezlik ölçüleriyle değerlendirilen, temel perspektifleri, yön duygusu belirsizlik gösteren bir ülke profili çiziyor Türkiye 2014 başında. Dış politikada Cumhuriyet tarihinin en başarısız yıllarından birini geride bıraktığımızı söylemek hata olmaz” diyor Ergin..

Üç yılda bu ne kadar kökten değişiklik!

“Komşular” böyle.. Ya AB?

Sedat Ergin’den bir gün sonra 5 Ocak 2014 günü Selçuk Gültaşlı, Zaman’da şunları yazıyor;

“Elan kabinede Avrupa Birliği bakanımız olsa da AK Parti iktidarının Brüksel’den gelen mesajları ne kadar ciddiye aldığı sorusu sık sık gündeme getiriliyor…. Kâğıt üzerinde, yani müzakere fasılları çerçevesinde, 2013’e baktığımızda üç buçuk yıl aradan sonra bir faslın açıldığı, bir de vize muafiyeti yolunda Geri Kabul Anlaşması’nın imzalandığı görülüyor. Öte yandan, Fransa’nın 2007’de askıya aldığı 5 fasıldan sadece birini müzakereye açması ve Mayısta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Türkiye’ye ‘benden daha fazlasını bekleme’ mesajı göndermesi, 2014’ün fasıllar açısından durağan geçeceğine işaret ediyor.

                Yaşananlara göz attığımızda ise daha karamsar ve gittikçe karamsarlaşan bir tablo var karşımızda. 2013’te patlayan iki olay ve iktidarın bu hadiselere tepkisi 2014’ü AK Parti’nin en zor AB yılı yapmaya aday”.

Ergin ve Gültaşlı’nın yazdıklarını da yine çarşıda,sokakta, pazarda gezen dolaşan; divânda, dergâhta, bargâhta oturan sade vatandaşın anlayacağı dile tercüme etmeye kalkacak olursak; üç yıl önce Kadri Gürsel’in Conrad Otel’de duyduğu, rüyasını gördüğü sanal âlemin sadece üç yılda “hâk ile yeksan” yahut yerle bir olduğunu hissediyoruz..

Ergin ne diyordu; “Davutoğlu cephesindeki dizginlenemeyen ego ve hülyalı bakış da Türk diplomasisini zaman zaman sanal bir âleme taşıyabilmektedir”.

Ego, hayal, rüya, hülyalı bakış, restorasyon, Osmanlı ve Tanzimat sanal alemlerinden ne zaman çıkıp ayaklarımız yere basacak?

Gerçek dünya ile, yaşamakta olduğumuz hayatın, bölgenin, coğrafyanın, dünyanın gerçekleri ile ne zaman yüzleşeceğiz?

Kendimize dönüp ne zaman bakacağız?

Ne zaman kendimize döneceğiz?

“Dünyayı restore etme” paradigmasına soyunmuşken “güneydoğumuzun restore edilmekte olduğunu” ne zaman göreceğiz? 11 Ocak 2014

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

"RESTORE" EDİLİYORMUŞUZ EY MİLLET, HABERİN VAR MI? - 16781287

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir