KİMSEYE ETMEM ŞİKAYET AĞLARIM BEN HALİME

1 Kasım seçimleri  otokrasinin ve baskıcı  İslamcı bir rejimin kapısını araladı.
AKP’nin aldığı oy oranı bütün dünyada “Yeni Türkiye”nin yeni maceralara atılabileceği endişesi yarattı.
İsviçre’de 24 Heures Gazetesi, “Erdoğan’ın partisi parlak bir intikam aldı” başlığı ile çıktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim sonuçlarına saygı duyulması gerektiğini söyledi, “Tüm dünyada böyle bir olgunluğu görmedim” dedi!
 
*
Bendeniz Türk milletinin bazen efendi, bazen esir, bazen birbirlerinin amansız düşmanı olarak bozkırdan batıya hareketinin binlerce yıllık ihtilafları ve ittifaklarının sentezinde geldiği işbu Atatürk Cumhuriyet’i aşamasında,1 Kasım seçimlerinin;
Ergeç devlet hayatı, ekonomik hayat, fikir ve toplumsal hayatın Atatürkçülükten gayri referansı bulunmadığının neden anlaşılamamış olduğunun, nihayet sorgulanmasına yol açacağını ama sorgulamanın da çok fazla yakıcı olacağı inancındayım.
 
*
Mesela, Atatürk’ün “Biz büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir” ifadesine neden sırtımızı döndük?
 
*
Bilhassa 1960’larda Bülent Ecevit’in, Kemalist Devrimin bir üstyapı devrimi olmasının yüzeysel gelişme ve çağdaşlaşma sağladığını, devrime tanışık olmayan halkın demokratikleşme talebini 1946’da kazandığını savlamasına,
CHP’nin bu karşı devrim ve populist savdan yürüyerek Ortanın Solu politikasıyla Kemalist Devrimin inkârında Sosyal Demokrat fikre yönelmesine, neden razı olduk?
 
*
Neden Türkiye’nin tartışması anayasal açıdan lâik bir devlet oluş üzerinde keskinleştiği günlerde,
Bir kutupta Kemalist bir esas olan ve nihai amacı dini  bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında lâiklik,
Diğer kutbunda merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin veren pasif lâiklik tartışmalarıyla koca bir yarım yüzyıl geçirdik?
 
*
12 Eylül 1980 darbesinin bıraktığı aralıktan sızan Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in peşlerine takacakları Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler Örgütü ve benzerleriyle,
İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin toplumsal istikrarı sağlamadığı,
Ceberrut yönetimlerin varlıklarını sürdürmek için ülke dinamiklerini tükettiği tezleriyle,
ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak ve İsrail’in itikadî hedeflerine taşeron kesilmeleriyle gelinen şu 15 kahır yılını nasıl içselleştirdik?
 
*
Neden, siyasi lider Erdoğan ve dini lider Gülen’in bu sürede ekonomik,siyasal ve toplumsal güç kazanmalarına,
CIA ve MOSSAD’ın desteğiyle Emniyet ve İstihbarat’ta örgütlenmeyle giderek yargıda, merkezi, yerel ve özerk idarelerde, sivil-askeri bürokraside, üniversite, medya, CHP ve MHP gibi siyasi partilerde yer elde etmelerine, tüm sistemi kontrol ederek Kemalist Türkiye’yi alt üst etmelerine, 
Birbirine paralel yapıda AKP devletini ve cemaat derin devletini kurarken, Türkiye Kürdistan’ında Kürt derin devleti oluşturmalarına göz yumduk?
 
*
Neden, AKP’nin demokrasinin dayandığı “Milli İrade” ve “Hukukun Üstünlüğü” ilkesini yalnızca kendi dünyalarının paydaşlarına ve metazori karşısında ayrıkçı Kürtler için kurgulamalarına,
Yalnızca içi boşaltılmış Kemalizm ile ya da “Kemal Atatürk” rozetleri, bayrakları, döğmeleri, hediyelikleri üzerinden gayri samimi totemci bir anlayış ile karşı çıktık?
 
*
Neden, Sosyal Demokratların emperyalizmin sol ayağını temsil ettiğini bir türlü kavrayamadık? 
Neden, Deniz Baykal bir kaset komplosuyla devrilirken “CHP’yi yeniden dizayn etmek isteyenlere fırsat vermek için istifa ediyorum” ifadesini duymamazlıktan geldik?
 
*
Neden, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP merkezinde Kemalist ideolojiye ağırlık vermesi ve o ideoloji etrafında iyi örgütlenmiş, bilinçli bir çekirdek güç oluşturması gerekirken;
Cumhuriyet değerlerine ilgisiz kalmasına, Kemalizmi demokratikleştirmesine, Kemalist kadroları tasfiye etmesine, Yeni Türkiye resmine YCHP resmini yapıştırmasına isyan etmedik?
Neden, “Bir ıslıkta sen çal” şarkısını her duyduğumuzda  gerçeklere sırt dönüp, Kılıçdaroğlu’nu kadın-erkek göbek atarak teşyi ederken bir halt yaptığımıza inandık?
 
*
ABD’nin Recep Tayyip Erdoğan vasıtasıyla Osmanlı’nın ardından oluşan ülkelerde İslam Birliğinin ekonomik güç olması hevesi ve uygulamalarını geliştirdiğini neden göremedik?
Neden, ABD’nin türlü ekonomik, siyasi,askeri ve etki sağlamaya yönelik güçlerle değişim süreçlerinde ekonomik ve sosyo-politik değişkenlerin birbirini etkilemesine yol verdiğini, esasen bu ülkeleri himmetine muhtaç etmeyi dilediğini anlayamadık?
 
*
Neden, ülkemizin de hizaya getirilmesi için akla, bilime ve vicdan, düşünce özgürlüğü esasına dayanan muhteşem İslam dini, Ilımlı İslam’a yöneltilince taassuba dayalı toplumlar oluştuğunu fark edemedik,neden dinimize sahip olamadık?
Neden, her geçen gün taassubun Batı’dan intikam almayı emrettiği, taassup önderlerinin Sünni Müslümanları “İslami Cihad”a devşirmekte olduğunu ve radikal örgütlerin masum insanları hedef alırken imanlarının tazelendiğini sandıklarını, bunların Suriye ve Irak’ta müslüman kafir saydıkları insanlara karşı din savaşı başlatıkları dehşetine isyan etmedik? 
 
*
Kısacası neden, Büyük Önder Atatürk’ün “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” deyişinden nasiplenmedik?
Neden kendimizi, analığımızı,babalığımızı,insanlığımızı ve bu nasipsiz hali  sorgulayamadık?
 
*
Şimdi Yeni Türkiye ve Türk halkı 1 Kasım’ın diyetini ödemeye yürüyor.
Devlet Başkanı B. Esad’ın Suriye İç Savaşı’nın siyasi çözümünde ABD ve Rusya arasında belirten olduğu bir düzlemde;
BM statüsünün değişmemesini isteyenlerin “Esad’sız”, statünün değişmesini isteyenlerin  “Esad’lı” siyasi çözümü zorladığı bir süreçteyiz.
 
*
Yeni Türkiye, tek lideri Erdoğan’ın peşinde,
Rusya’nın işlenen hukuk ihlallerinden rejim kadar muhalif tarafların, teröristlerin, bunları destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmesini sağlayacak bir mekanizma öngörüsüne, 
Elde edilecek sonucun BM merkezinde uluslararası hukuka işlenerek yeni bir küresel statü oluşturulması  talebine karşı harekete geçmeye hazırlanıyor.
 
*
Birincisi;Suriye’de bir terör örgütü olarak kabul edilen PYD’nin, milli güvenliği rencide edici eylemleri,
İkincisi; Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’ın “Türkiye’nin 3 milyar euro karşılığında sığınmacıları kendi topraklarında tutma, Avrupa’ya yeni göç akımlarını önleme, sığınmacılara sosyal yardımda bulunma ve çocuklarının eğitimi için fırsat yaratmaya hazır olduğu” ifadesi doğrultusunda “İnsani hizmet” bahaneleriyle,
Suriye sınırları dahilinde güvenlikli bölge ilan edilen alana,üstelik askeri bir giriş yapmaya gün sayılıyor.
 
*
Ama daha önce Türk halkının iyice demoralize etmek ve dikkatini dağıtmak üzere,
“Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğunda dünyayı ikna eden Kıbrıslı Rumların uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirmek üzere, 
Uluslararası çevrelerin siyasi mülkiyet konusunda Türkiye’nin garantörlüğünün aşındırılmasına göz yumulacaktır.
Bu suretle Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesinin yolu açılacaktır.
 
*
Böylece Rusya’nın Suriye krizinin çözümünde sağlayacağı olası başarısı herhangi bir talepte bulunamayacağı şekilde gölgelenmesi,
Doğu Akdenizde İsrail-Mısır- Güney Kıbrıs’ın hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya iletimi öngörülüyor.
 
*
Erdoğan ise bu hizmetleri başararak,Başkanlık ve Anayasa referandumunu kazanma garantisini hedefliyor.
Ama bu gelişmelere Rusya ve koalisyonunun nasıl bir yanıt vereceğini kimse bilmiyor…
 
*
Böyleyse yeni CHP’nin kıyamete kadar tuş olduğu noktadan ayağa kalkamayacağını,
Yeni sureçte Türk milleti için çözümün, yine bugünün sahipsiz Kemalistlerinden geleceğini görmek gerekiyor…
Kısa bir süre daha…
 
4.11.2015

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir