99’ncuyılını idrak ettiğimiz Lozan Anlaşmasını hak ettiği coşku, duymamız gereken ulusal onur ve de gururla kutlamamız gerekmez mi?
Yaşadığımız günlerin koşulları içerisinde, yanı başımızdaki ülkeler çatışmalar içerisindeyken, bu kutlamayı evrensel bir gösteriye dönüştürmek anlamlı olmaz mı? “Kutlu doğum” haftası kadar da mı önemi ve anlamı yok, Türkiye Cumhuriyeti’nin evrensel onayını kopara kopara aldığı bugünün?
Hepimiz aynı kayığın içindeyiz…
Kayık, bu acımasız bataklıkta alabora olursa, artık işlevsiz kalmış olanlar kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Hepimize artniyetsiz can yeleği uzatacak birileri var mı?
Bırakalım temelsiz gevezelikleri… Yumuşak koltuklarda geyik muhabbetlerini… Bu vatan sokakta bulunmadı beyler… Belki zor olacak ama, Lozan’ın, Misak-ı Millînin baha biçilmez kıymetinin lütfen farkına varın, artık…
Lozan, 1936 Montrö Boğazlar sözleşmesi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin, Anadolu ve Trakya’nın yoksul halkınca, mazlum ülkelere örnek olurcasına, yoktan var edilen tapusu, asıl kimlik belgesi, kuruluş ve uluslararası meşruiyetinin tescil senedidir. Ve de bu tapuyu deldirtmemek her yurttaşın vazgeçilmez şeref ve namus borcudur.
Her iki anlaşma, imzalandıkları tarihten bugüne değin ayakta kalan, hayatiyetini sürdürebilen yegâne iki uluslararası belge niteliğini ve önemini taşıyor, Şehitlik mertebesine ulaşmış kınalı kuzuları için “Vatan sağ olsun” diyebilen Anadolu ve Trakya halkının engin sabrıyla ve yine onların yorgun omuzlarında.
İnkârcılara bir çift sözümüz var…
Ama yine de, “İstiklal Savaşı antiemperyalist bir savaş değildir, Lozan’da ne yapıldı” diyenlere, “Kuvva-i Milliye Destanını” küçümseyenlere birkaç yanıt vermek gerekiyor.
Eğer iddia ettiğiniz gibi, bu bir destansı İstiklal savaşı değilse, sadece işgalci Yunanistan’la savaşmışsak, mesele bu denli basitse, Lord Curzon İsmet Paşaya şu sözleri niçin etmiştir, beyler:
“Tam Bağımsızlık diyerek her istediğimize karşı çıkıyorsun, yoksul bir ülkesiniz ve Anadolu harap durumda, paraya ihtiyacınız var. Kabul etmediğiniz tekliflerimizi, kartları şimdi cebime koyuyorum, yarın para için geldiğinizde, cebimdekileri kartları tek tek çıkarıp önünüze koyacağım.”
Sevr ve Wilson prensipleri ile “Doğu Sorunu ”nu dilediğince çözmek isteyen kimlerdi beyler? Yunanistan mı? Yoksa İngiltere, Fransa ve hariçten gazel okuyan A.B.D.mi?
1921 Kars Anlaşması ile çizilen bugünkü sınır dururken, Lozan’da, Rize ve Hasankeyf’ten geçip Erzurum’u dışarıda bırakarak, Muş’u ve Van gölünü de içerisine alarak İran sınırına uzanan, Ceyhan, Suriye sınırı ve Fırat arasında Maraş’ı da içine alan bölgeye 1.300.000 Ermeni yerleştirerek bir “Ermeni Yurdu” oluşturmaya(1) çalışan kimlerdi?
Lozan’ da köküne kibrit suyu ekilen kapitülasyonlar Yunanistan’a mı verilmişti?
Düyun-u Umumiye ‘in başına kimler çöreklenmişti?
Tüm mazlum uluslar için bağımsızlık ateşinin Prometheus’u olan Mustafa Kemal’le, Hindistan’dan Arap yarımadasına, Uzak Asya’dan Afrika’ya kadar yarattığı heyecanla üzerinde güneş batmayan imparatorlukların sonunu getiren Patagonya İstiklal Savaşı mı, yoksa “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan…”bu ülkenin İstiklal Savaşı mı? Evet, büyük ozanın dediği gibi “Bu memleket bizim…” Hep “Taraf” olmak yerine, birazcık da memleketinizi, dramatik ve şanlı yakın geçmişini özümseseniz…
Ege adalarının yitirilmesini ağızlarına sakız yapanlara da bir çift sözümüz var.
Ünlü on iki ada’nın 1912 tarihli UŞİ anlaşmasıyla İtalya’ya, daha sonra da İtalyanlarca Yunanistan’a, kıyılarımıza yakın Sisam, Sakız ve Midilli gibi adaların da Balkan Savaşları sonrasında, Yunanistan’a bırakıldığından haberiniz var mı?
“Titreyip kendinize dönün” dememi bekliyorsunuz değil mi?.. Öyle demeyeceğim…
Yakışanı, ışıklar içinde yatsın Lozan’ın mütevazı mimarı İsmet Paşanın sözleri: HADİ CANIM SEN DE…
(1)Deniz BÖLÜKBAŞI; Dışişleri İskelesi, Doğan Kitap, 2011, sh: 296
Bir yanıt yazın