Baskının sonu…


Geçenlerde deneyimli gazeteci kardeşimiz Cahit Çataloğlu’nun sosyal medyada yazdığı “Acı son” başlıklı İran devrimini anlatan yazısını yayınlamıştık. <yazı büyük ilgi gördü. Şimdi”  sonu” adlı yazıyı iki bölüm halinde sizlerle paylaşıyoruz.

“İran İslam Cumhuriyeti.

Şimdilerde nüfusu 84 milyon 620 bin kişiyi aşan İran 1 Nisan 1979 tarihinden itibaren dünyada kendine özgü şeriat anlayışıyla yönetiliyor.

Kadının bazılarınca erkeğe hizmet etmekle görevli “Et” olarak görüldüğü, saçının tek bir telinin bile görülmesinin sakıncalı sayıldığı salakça, çağdışı bir düzen anlayışı.

Modern yaşam ve özgürlük seçeneği dururken, insanca yaşam sürmek varken neden ve hangi gereksinim için şeriat?..

Ne var bu şeriatta?

Akıl sağlığı yerinde olan normal bir insan modern hukuk yerine din hukukunu neden tercih eder?

Ortaçağda kalmış, günün gerçeklerinden kopuk hurafelere kapılarak yaşamak neyin kafasıdır?

Aydınlık düz otoban varken İran neden karanlık, bozuk yan yola saptı?

**********************

Tek başına yönettiği İran’da ülke kaynaklarını soyan, hürriyet ve adalet olgusunu ortadan kaldıran Rıza Şah Pehlevi Ocak 1979 da ailesiyle birlikte ülkesini terk etmek zorunda kaldı.

Zalim diktatör Pehlevi yandaşlarıyla sarayında mutlu şekilde yaşarken aslında 2500 yıllık köklü tarihi ve kültürü bulunan bu zengin ülkenin fertleri haketmedikleri sefaleti çekiyordu.

İşsizlik yaygınlaşmış, alım gücü azalmış, hayat her geçen gün daha pahalı olmaya başlamıştı.

Gençler ülkeyi terk etmek istiyorlardı.

Saray ve yakın çevresi haricinde halk İran’ın geleceğinden karamsardı.

Kitleler giderek isyan ediyordu ancak baskılardan ötürü sesini çıkaramıyor, sessiz isyanını içine gömüyordu.

Esnaftan aydınlara, üreticiden sanatçılara, işçilerden sanayicilere, ev hanımlarına, emeklilere varıncaya kadar herkes bir an önce Şah’tan kurtulmak istiyordu.

************************

Acem halkı süpermen tadında bir kurtarıcı bekliyordu.

Şah Pehlevi için daha önce “İranlıları Amerikanın köpeğinden bile daha değersiz hale getirdi” dediği için 18 ay hapis yatan, çevresinde sevilen ve sayılan Humeyni hapisten çıkınca Türkiye’ye Bursa’ya sürgüne gönderilmiş, kısa bir süre sonrada Şah’ın emriyle Irak’a sürülmüştü.

Şah bu defa Humeyni’yi Paris’e sürgüne gönderdi.

Aslında Paris havası Humeyni’ye çok iyi gelmişti.

Şah istemeyerek Humeyni’ye hayatının iyiliğini yapmış onu adeta cilalamıştı.

Zira hür bir ortamda özgürce konuşma ve Şah’ı eleştirme şansına kavuşmuştu.

Humeyni 5 aylıkken babasını kaybetmiş, 15 yaşında da annesi ölünce boynu bükük bir öksüz olarak çevresindeki insanların desteğiyle hayata tutunmuştu.

Dini eğitimle büyüyen Humeyni’nin hak ve hukuktan ayrılmayacağı, kul hakkı yemeyeceği, yalan söylemeyeceği ve en önemlisi halkını, devletini soymayacağı, soyulmasına izin vermeyeceği kesindi.

İşte aranan ideal profil bulunmuştu.

*************************

1973 yılının ilk haftalarıydı.

Ben o dönemde Paris’te öğrenciyim.

Çok katı yayıncılık kuralları olan Fransız devlet kanalı ORTF’nin en fazla izlenen 1. kanalı akşam ana haber akışında Humeyni ile kısa bir söyleşiyi ekrana getirdi.

Normalde olacak iş değildi.

Olduğuna göre bu görüntü olabilecek pek çok olaya da gebeydi.

Nitekim haftada 2-3 gün, sarıklı molla ekranlarımıza misafir olmaya başladı.

Sıradışı bu gelişmelerde ABD’nin, İngiltere’nin ve Fransa’nın parmağı olduğu kesindi.

Okuldan yakın arkadaşım Tahranlı zengin ve tanınmış bir ailenin kızıydı.

Babası Tahran Barosu Başkanı ve Şah Pehlevi’ye yakın duran kişilerden biriydi.

Arkadaşım günde iki defa babasını aradığından en son haberleri alabiliyorduk.

Sansasyonel bazı gelişmeler henüz Tahran’da duyulmamışken biz Paris’te öğrenebiliyorduk.

1973 yılının sonbaharına geldiğimizde, 70 yaşını aşan Humeyni’nin şayet yaşarsa İran’ın başına geçeceğinden adımız gibi emindik.

İran halkı Şah Pehlevi’nin artan baskısına ve mutlak yönetim şekline rağmen Humeyni’yi bağrına basmıştı artık.

İranlılar için doğum sancıları başlamıştı ancak bebeğin ne zaman avaz çıkaracağını kestiremiyor, tahminlerimiz 1975-76 yıllarına işaret ediyordu.

*******************

İran halkı o dönemde Şii imam Humeyni’nin arkasından değil de örneğin toplumsal liderliğine, ekonomi bilgisine ve yönetim anlayışına güvendiği bir Başpiskopos, papaz veya Hahambaşı’nın arkasından yürüseydi ne olurdu?

İran bugün İslam Cumhuriyeti değildi.

İran’ın şeriata teslim olması halkın İslamiyete yakın oluşundan değil, Şah’a duyduğu öfke ve tepkiden kaynaklanır.

Humeyni toplamda 14 yıl sürgünde kaldıktan sonra 1 Şubat 1979 günü Tahran’ın Mehrabad havalimanına Air France uçağıyla indiğinde kendisini rekor düzeyde, 3 milyon civarında İranlı karşıladı.

İzdihamdan ezilip yaralananlar, ölenler vardı.

Onu çılgınca alkışlayanlar arasında aydınlar, sanatçılar, müzisyenler hatta komünist partililer vardı.

Sevinçten gözlerinden yaşlar akan Tahranlı eskort kızlar vardı.

İslami kurallar bir yana, hayatında hiç oruç tutmamış, namaz kılmamış yetişkinler bile imam Humeyni ve arkadaşlarını bağrına basıyordu.

İran halkı sanki efsunlaşmış, tek bir kişiye hipnotize olmuştu.

Humeyni o gün havalimanında yaptığı kısa konuşmada, inanç, mezhep, meslek, eğitim, cinsiyet ayrımı yapmayacaklarını, İran’ın bir bütün olarak mutlu günlere yürüyeceğini söyleyince toplumsal coşku zirveye çıktı.”

Baskının sonu…(2)

Necdet Buluz

“İran ekonomisi hızla toparlanacak, soygun, talan, şatafat düzeni son bulacak, hak ve adalet kavramı geri gelecek, İran yeniden zengin, üretken, mutlu bir ülke olacaktı.

(Türk halkı bu dönüş olayını yeterince izleyemedi zira o gün akşam saatlerinde Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi Nişantaşı’nda evinin yakınında kurşunlanarak öldürülmüş ve kamuoyu gündeminin ilk sırasına oturmuştu)

*******************

İran’da teori mükemmeldi ama uygulama böyle olmayacaktı.

Humeyni’nin altındaki mollalar, dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip bir ülkede artık söz sahibi oluyorlardı.

Doğal olarak kendi aralarında sinsi bir güç kavgası başladı.

Öte yanda aydınlar, gazeteciler, sanatçılar, sivil toplum liderleri, sosyalist ve komünist partililer, Şah döneminin sivri isimleri teker teker yok olmaya başladılar.

Kimileri kaçtı, kimileri suikast kurbanı oldu, kimileri yargılanıp içeri tıkıldı, kimileri de vinç tepesinde sallandırılmaya başlandı.

Yeni dönemde kaç kişi öldürüldü? Kesin bir bilgi hiç oluşmadı.

Tahminler 100 bin ile 2 milyon İranlı’nın öldürüldüğü yolunda.

Kaç kişinin yurt dışına kaçtığı da kesinlik kazanamadı ancak sadece Türkiye’ye o dönemde 400 bin İranlı’nın sığındığı öne sürülür.

**********************

Bugün İran’da halkın yüzde 99.4’ünün müslüman olduğu, gayrimüslim ve bilinmeyenlerin oranının sadece yüzde 0.6 olduğu resmi bilgi olarak açıklanır.

Aslında kocaman bir yalandır.

Son olarak iki yıl önce yapılan geniş katılımlı, tarafsız anket ve araştırma sonucuna göre İran’da halkın inanç dağılımı şöyledir;

Şii müslümanlar yüzde 32.2

Dinsizler yüzde 22.2

Ateistler yüzde 8.8

Zerdüştler yüzde 7.7

Spiritüeller yüzde 7.1

Agnostikler yüzde 5.8

Sünni müslümanlar yüzde 5

Sufiler yüzde 3.2

Hümanistler yüzde 2.7

Hristiyanlar yüzde 1.5

Diğerleri yüzde 3.8

Toplam: Yüzde 100.

Görüldüğü gibi İran’da bugün müslüman olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 37 civarında.

Halkın yüzde 60’dan fazlası İslam karşıtı.

Bu tabloya göre İran’da şeriat düzeninin devamını isteyenlerin oranının yüzde 10’u bile bulması mümkün değildir.

*************************

İran’da günlük yaşam özellikler kadınlar için adeta işkencedir.

Bir kadının sokakta erkeğinin elini tutarak yürümesi hayal bile edilemez ama aynı çiftin az sonra bir apartman dairesinde çılgın seks partisine katılımını hiç bir güç engelleyemez.

Özel hayatlarına, günlük sade yaşamlarına burunlarını sokan devrim muhafızlarına inat, gençler evlerde çılgınlığın sınırlarını kaldırarak porno film starlarını bile şaşırtacak sahneler yaşarlar.

İran’da alkol ve uyuşturucu yasaktır ama bunları imal edecek her türlü malzeme sorunsuz bulunabildiği için alkol ve narkotik ürünler su gibi tüketilir.

Bu klasik ve doğal insan davranışıdır.

Etkiye tepkinin tipik örneğidir.

“..Sen sevgilimin elini tutmamı yasaklarsan ben de başka tarafını tutarım be molla..” refleksidir.

Yasakların yenilgiye her zaman mahkum olduğunun göstergesidir.

***********************

Pekala halkın çoğunluğuna rağmen zorbalık, şeriat kuralı dayatılabilir mi?

Evet maalesef aynen öyledir.

Bugün İran’da yetkilerle donatılan yaklaşık 2.000 molla var.

Rejimi yani şeriatı koruyan devrim muhafızlarının sayısı 130.000 kişi civarında.

Adı “Kudüs Gücü” olan yaklaşık 1.000 kişilik paramiliter bir güç İran dışında gizli operasyonlar yaparak düzen karşıtlarını, özellikle İranlı’ları avlarlar.

Ayrıca adına “Besic” denilen ve ülke genelinde görev yapan sayıları 100-110 bin civarındaki polis sokakta milletin giyimine, hatta yürüyüşüne bile karışır.

İran’da hiç bir iş bulamayan vasıfsız ve diplomasız gençler mutlaka Besic olurlar ve şeriat düzeninin dağılmaması için özveriyle görev yaparlar.

*****************************

Şunu da hemen ekleyeyim.. Molla Humeyni İran’a yanında 30 kadar kader ve dava arkadaşıyla birlikte inmişti.

Hepsi, onu ölümüne destekleyen mollalardı.

Aralarında oğlu Ahmed ile bacanağı Şeyh Sadık’da vardı.

Devrimin bu A Takımı çok kısa sürede İran’da çok önemli görevlere atandılar.

Ne de olsa tek adamın yakın arkadaşlarıydılar.

Bu kişiler kısa bir süre sonra teker teker esrarengiz şekilde ölmeye başladılar.

Kimi faaili meçhul cinayete, kimi trafik kazasına, kimi gıda zehirlenmesine, kimi sürgüne, kimi yargılanıp idama gönderildi.

Yakın arkadaşı Hassan Lahuti Eşkevari ise aceleyle yargılandıktan sonra hapse tıkıldı ve ne gariptir ki hapisteki ikinci gününde yediği yemekten zehirleniverdi !..

Humeyni ile Tahran’a gelen ekipten oğlu 1995 yılında kalp krizinden ve bacanağı 2015 yılında akciğer kanserinden öldü.

Humeyni’nin sadece iki yakını eceliyle ölürken A takımının bütün ünlüleri beklenmedik şüpheli son ile yaşamlarını noktaladılar.

Bilinen klişe sonuç yine karşımıza çıkmıştı.. Devrim, öz evlatlarını yemişti.

*****************************

Humeyni 1989 yılında ölünce yerine bugün de yönetimde olan Ayetullah Ali Hamaney geçti.

İran’da Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar değişir, zaten fazla etkileri ve yetkileri de yoktur.

Tek adam, başta oturan tam yetkili molladır.

Cumhuriyet lafları falan cilalı palavradan başka bir şey değildir.

İran halkı şeriat düzenine karşıdır ama ağır baskı ve kontrol altında şimdilik yapabileceği en ufak bir hareket yoktur.

Dönelim komşu Türkiye’ye.

Son zamanlarda kimi odun kafalı, hain dinci yobazlar ağızlarından şeriat kelimesini düşürmez oldular.

Türkiye’nin kendi arzusuyla şeriat düzenine geçme olasılığı, Vatikan’daki Papa hazretlerinin müslümanlığı seçme veya Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın papaz olma olasılığı kadardır.

Yani böyle bir olasılık söz konusu değildir.

Şeriat, Türk insanının kan grubuna uymaz.

Ama…

Dünyada devrimler tarihi incelendiğinde bütün ihtilallerin tek kişi veya çekirdek kadro tarafından başladığı, gözü kara azınlığın toplumdan güç ve moral aldıktan sonra kararlı adımlarla amacına ulaştığı görülür.

Küçümsenmemesi gerekir.

Bu nedenle şeriat Türkiye için elbette sinsi ve ciddi tehdittir.

Görüldüğü yerde başının ezilmesi gerekir.

Şayet yok edilmezse mutfağı saran hamam böcekleri gibi ne yapacağınızı şaşırırsınız.

Böcekler diğer odalara yayılırsa imha operasyonu hem pahalı, hem de yorucu olur.

Üstelik zehirlenme riski de vardır.

Bu nedenle böceği gördüğünüz yerde hiç duraksamayın, hemen ezin, yok edin.

Adına şeriat düzeni denilen manyaklığı yaşamamak için.”

Cahit Çataloğlu

30 Temmuz 2022


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir