Soyu-sopu belirsiz Selanik dönmeleri kimlerdir?

Sayın Başbakan, gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında sevmediği ve savunduğu düşüncelere ters gelen düşünce sahipleri hakkında demediğini bırakmıyor. Ağzına gelen her şeyi söylüyor. Ancak kendisine yapılan en küçük eleştiriyi bile “Hakaret” addedip bu kez de mahkemelerin yolunu tutuyor! Açmış olduğu davaları genelde kazanıyor da! Kazanıyor ve zenginliğine zenginlik katmakla yetinmiyor, çıkıyor meydanlara bununla övünüyor. Bu başarısında, yargıyı vesayeti altına almış olmasının bir etkisi var mı bilmem! Ancak Başbakan’a bakılırsa, açmış olduğu bu kabil davalardan yüklü miktarda bir gelir elde ettiği kesin. Keşke başbakan, toplumu germe ve topluma nifak sokma pahasına savunmaya kalkıştığı adamların, muhalifleri hakkında yapmış olduğu hakaretleri ve sövgüleri de gereği gibi değerlendirebilseydi. Ancak bunlar başbakanda ne gezer?

Şimdi ATASE arşivinde “Beyanname” başlığı ile bulunan ve “Anadolu’nun Muhterem ve Masum Ahalisi Teâl-i İslâm Cemiyeti’nin İşbu Beyannamesini Nazarı dikkat ve Ehemmiyetle Okuyunuz” çağrısıyla başlayan, üstelik de liderliğini, başbakanın diline pelesenk ettiği İskilipli Atıf Hoca’nın yaptığı Teali İslam Cemiyeti’ne ait bu belgeden bize ilginç gelen bazı kısımları sizlerin bilgisine sunuyoruz:

Ey Anadolu’nun Masum ve Mazlum Ahalisi!

On iki sene evvel “İttihat ve Terakki” namıyla memleketimizde bir bid’at (batıl  ve temelsiz düşünce) çıktı. Selânik dönmeleriyle aslü nesli ve mezhep ve meşrebi belirsiz ecnası muhtelife türedilerden mürekkep (etnik kökeni, şeceresi, inancı belirsiz  cinsleri ve cinsiyetleri başka başka yaratıklardan ibaret) olan bu cemiyet; istibdadı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahaliye zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında kadrimiz, itibarımız yükselecek diye bizi aldattılar…

Biçâre millet! Bu yan kesicilerin hilelerini, desiselerini hala anlayamamıştır yazık, bin kere yazık ki, gerek harp içinde ve gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal ve saire gibi beş on şâkinin (haydut ve eşkıyanın) vücudunu ortadan kaldırmak için icabeden küçük fedakarlığı göze aldıramayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selamete çıkarmak tarikini (yolunu) idrak edemedi ve hala da edemiyor!

Halbuki millet hala aldanıyor, aldatılıyor, lüzumsuz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir muharebenin ferdasında (sonrasında) da aklını başına toplayamıyor(*)! Kendisini hala aldatmaya çalışan heriflere niçin diyemiyor ki; “Ey hainler, Ey Allah’tan korkmayan ve  peygamberden hayâ etmeyen mahlûklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv-u perişan Ettiniz, devletlere karşı ‘mağlup olduk’ dediniz mütareke imzaladınız, silahlarımızı, boğazlarımızı, payitahtımızı (başkentimizi) teslim ettiniz. Şimdi neye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet (düşmanlık) ve gazaplarını (öfkelerini) davet etmekten ve istila olunmayan (işgal edilmemiş) bakiye-i memleketimizi (memleketin kalan parçalarını) de istila ettirmekten başka bir faydası olmayacak surette mecnûnâne (delice) hareketlere kalkışıyor ve bizi de eskisi gibi boşu boşuna kırdırıyorsunuz?!

İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harbte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin netayicine (sonuçlarına) katlanarak telafisini sabrı sükûn ve aklı tedbir dairesinde izale etmekten (savuşturmaktan) başka çare var mıdır? Yunanlılarla harbe tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan şöyle mukavemet ettik, böyle zayiat verdirdik gibi yalanlarla halkı iğfale (aldatmaya, ayartmaya) çalışıyorsunuz! Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz. Hudanegerde (Allah göstermesin) sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde ‘Bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakârlık ettim, böyle emek çektim’ diyerek halkı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve denî şâkiler (alçak haydutlar)! Kendi milletimize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekâvet ve şenaetleri (haydutluk ve alçaklıkları) irtikap edip (işleyip) dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemayı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvay-ı Milliye (Milli Kuvvetler) namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdafaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenab-ı Hakkın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun!

Şimdi sulh imzalandı Kuvay-ı Milliye belasının tevlit ettiği (doğurduğu) mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt (yükümlülük) altına girdik. Devletler şimdi bize: ‘Eğer Anadolu’da Kuvay-ı Milliye isyanını devam ettirir ve bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız’ diyorlar. Kuvay-ı Milliye eşkıyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar(1).

Ey Anadolu’un Mazlum ve Muhterem Ahalisi!

İyi biliniz ve emin olunuz ki; bu hal böyle devam edemez. Ve memleketin her sancağına ve her bucağına sarmış olan bu ateş-i vahşet ve şekâvet (haydutluk) böyle sürüp gidemez. Vaktimiz pek daraldı; ve bu asilerin, bâğîlerin (isyankarların- hainlerin), şekâvetlerinden (haydutluklarından), cinayetlerinden halk bunaldı kaldı. Eğer bu ateşi kendi kendimize söndüremeyecek ve Anadolu’da asayişi temin ile biçare vatandaşlarımıza refah ve huzur veremiyecek isek galip devletler tarafından bildirildiği vechile (gibi) payitahtımızdan sevgili İstanbul’umuzdan mahrum olunacağı şüphesizdir. Binaenaleyh bu bâğîleri (hainleri), bu âsileri mümkün olduğu kadar az zaman zarfında tedip ve tenkil etmek (tutuklayıp ortadan kaldırmak) cümlemiz için bir fârizedir (vazgeçilmez görevdir). Balâda münderiç (yüksek seviyede yazılmış) resmi ve kat’i vesikalardan anlayacağınız vechile İstanbul ahalisi ve hükümet-i Merkeziye nasıl vahim ve elim dakikalar yaşamakta olduğumuzu dikkate alarak kemal-i azmü ciddiyetle (son derece kararlı bir şekilde) lazım gelen tedabire (tedbirlere) tevessül etmiş (yönelmiş) olduğunu size bildiririz; ve haber aldığımıza göre Halife-i Zîşanımız (şanlı halifemiz) ve sevgili hakanımız Efendimiz Hazretlerinin de âsileri tedip etmek ve sizin rahatınızı temin eylemek için cem edilecek (toplanacak) kuvvetin başında olarak bizzat geleceklerini sizlere tebşir ederiz(müjdeleriz). Hazır olunuz! Ve bu hainlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen vazifeyi ifada kusur etmeyiniz(**).

Ey kahraman askerler!

Harp senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhûde yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de vardı! İşte hainlerin harp cephesi haricinde kalmış olan efradı ailenize (aile fertlerinize) kanlı elleriyle ne kadar fecayii irtikap etmiş olduklarını (fâcialara sebep olduklarını) harpten avdetinizi (dönmenizi) müteakip gördünüz! Bugün yine o şâkiler (haydutlar-eşkıyalar), bâğîler (hainler) dir ki; elleri bir takım yetimlerin, dul kadınların kanlarına mülemma (bulaşmış) olduğu halde kalpkâhınıza (Kalpkâh:Ana kıta, heartland) sokularak sizi mahvetmek ve evlat ve eyalinizi (ailenizi) yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen (tamamıyla, toptan) çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hile ve desaisi (hileleri) irtikap ediyorlar (kullanıyorlar). Siz bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvay-ı şerif (şerefli emir) ki;  Allah’ın emridir, okuduğunuz Hatt-ı Münif (yüksek dereceli yazı, ferman) ki; Halifemizin, Padişahımızın bir fermanıdır(Burada sözü edilen fetva, Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Efendi’nin vermiş olduğu idam fetvasıdır.

İslam Teali Cemiyeti’nin işbu beyannamesinde söz konusu fetvaya atıf yapılmakla, bu fetvanın aynı bölgelere daha önceden atıldığı veya en azından beyanname ile birlikte bu fetvanın da atıldığı anlaşılmaktadır) Siz Allah’ın emrine, Halifenin fermanına ittibaen (tâbi olarak, uyarak) bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları (yardakçıları) bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunların vücutlarını külliyen (toptan) dünyadan kaldırmak beşeriyet (insanlık) için, Müslümanlık için bir farz olmuştur.

Memleketin başına bu kadar felaket getirmiş olan bu hainler daha yaşatılacak mı? Siz daha ne kadar böyle gafletle bunların gayrimeşru emirlerine ittiba edeceksiniz (uyacaksınız)? Korkuyoruz ki; sizin bu aklınız, bu gafletiniz körü körüne hainlere itaatiniz daha pek çok mescitlerimizi ve mabetlerimizi harap eyleyecektir!

Askerler! Bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere alet olduğunuz artık kifâyet eyler!

Padişahımız Halifemiz Efendimiz Hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz (elde ediniz): İşte size ihtar eyliyoruz (sizi uyarıyoruz), Allah’ını, Peygamberini ve Padişahını seven bu tarafa gelsin!(2).

Dürrizâde Abdullah Efendi’nin vermiş olduğu fetvalar, 11 Nisan 1920 tarihinde Devlet’in (İstanbul Hükümetinin) resmi yayın organı olan Takvim-i Vekayi ile o tarihlerde İstanbul’da münteşir (yayınlanan) Peyam-ı Sabah Gazetesi(ki; başyazarı Ali Kemal’dir)’nde yayınlanmıştır. Keza, Damat Ferit Paşa, Anadolu hareketinin ve Mustafa Kemal Paşa’nın aleyhinde bir de beyanname yayınlamıştı. Bu beyanname de 11 Nisan 1920’de Takvim-i Vekayi’de yayınlamıştı (3)

Sürecektir

___________

(*) Çanakkale Savaşları, onlara göre lüzumsuz bir savaştır ve Osmanlı bu savaştan mağlubiyetle çıkmıştır. Onlara göre; ortada zafer diye bir şey yoktur. ö.s.

1-bk. Hulki Cevizoğlu, İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün, s. 20-21, Cevizkabuğu Yayınları, Ankara, 2007. Gazeteci Hulki Cevizoğlu, bu ve bir önceki paragrafta geçen ruh halini şöyle dile getirmektedir:  “Damat Ferit Paşa Kabinesinin’ Harbiye Nazırı ‘Savunma Bakanı’ Şakir Paşa ile görüş ayrılığına düşen Genelkurmay Başkanı Mustafa Fevzi Paşa, ani bir emirle görevinden alınarak, yerine Tevfik Paşa Hükümeti’nde Savunma Bakanlığı yapan Cevat Paşa atandı. Fevzi Paşa, İzmir’in işgaline karşı ‘direniş gösterilmesi’ gerektiğini savunuyordu. Teslimiyet her yere sindiği için, düşmana karşı en temel görevini yapmak isteyen bir genelkurmay başkanı bile artık görevinde tutulmuyordu. Avrupalıları kırmamak ve öfkesini çekmemek için, her türlü rezalet yapılıyordu. Görevden alınan Mustafa Fevzi Paşa, İzmir Kolordu Komutanı Nadir Paşa’ya verilen ‘silahları teslim et, direniş gösterme’ emrine karşı çıkıyordu”(Age, aynı sayfalar).

(**)  O günlerde yayınlanan Alemdar Gazetesi’nin manşetlerinden birisi “Ahmet Anzavur Bey” şeklinde atılmıştır. Anlaşılan Teali İslam Cemiyeti, Çerkez asıllı Aznavur Ahmet’in,  Balıkesir bölgesinde üst üste iki kez yapmış olduğu ayaklanma girişimlerini,  Halife Padişah’ın ordusu olarak görüyor ve halkı böyle kandırıyordu. Çünkü bu ayaklanmalar İstanbul hükümetince de desteklenmiştir. Oysa bu bildirinin yayınlandığı sırada aynı zamanda İslam Halifesi olan Padişah Vahidettin, değil ordusunun başında Anadolu hareketini bastırmak için yola çıkmak, muhtemelen kendi akıbetini düşünüyor ve kaçma planları yapıyordu. Dolayısıyla; bildiri, açıkça yalanlarla da süslenerek masum Anadolu halkı ifsat ve iğfal edilmeye çalışılmıştır. Aşağıda Alemdar’ın söz konusu manşeti görülmektedir.

2-bk. Mustafa Çalışkan, age, s.184-190. Metinde geçen bazı kelimelerin bugünkü karşılıkları tarafımızca bold halde paranteze alınarak verilmeye çalışılmıştır. ö.s.

Teali İslam Cemiyeti’nin Beyannamesini alıntı yapmış olduğumuz tezin sahibi  Mustafa Çalışkan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çeşitli kademelerinde çalıştıktan sonra, 2005 yılında Başmüfettişlikten emekli olmuş bir din adamıdır. Ayrıca Âtıf Hoca’nın da hemşerisidir. Halen Emekli olarak Ankara’da yaşayan Mustafa Çalışkan, tezini, 1990 yılında T.C. Ankara Üniversitesi İnkılâp Tarihi Enstitüsü’ne Yüksek Lisans Tezi olarak sunmuş ve bu tez kabul görmüştür.  Tez danışmanı Hacettepe Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali İhsan Bağış, jüri üyeleri ise  H.Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özkan İzgi ve Ankara Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu’dur.

3- M.Çalışkan, age, s. 79. Paragraf içinde bulunan parantez içi bilgiler tarafımızca eklenmiştir. ö.s.

 

 

 

 

 

 

Sayın Başbakan, gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında sevmediği ve savunduğu düşüncelere ters gelen düşünce sahipleri hakkında demediğini bırakmıyor. Ağzına gelen her şeyi söylüyor. Ancak kendisine yapılan en küçük eleştiriyi bile “Hakaret” addedip bu kez de mahkemelerin yolunu tutuyor! Açmış olduğu davaları genelde kazanıyor da! Kazanıyor ve zenginliğine zenginlik katmakla yetinmiyor, çıkıyor meydanlara bununla övünüyor. Bu başarısında, yargıyı vesayeti altına almış olmasının bir etkisi var mı bilmem! Ancak Başbakan’a bakılırsa, açmış olduğu bu kabil davalardan yüklü miktarda bir gelir elde ettiği kesin. Keşke başbakan, toplumu germe ve topluma nifak sokma pahasına savunmaya kalkıştığı adamların, muhalifleri hakkında yapmış olduğu hakaretleri ve sövgüleri de gereği gibi değerlendirebilseydi. Ancak bunlar başbakanda ne gezer? - cia

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir