Ölüme giden o son anda hayatımızın film şeridi gibi geçtiğini söylerler. İnanın öyle değil!
Geçmişte yaşadığım yelkenli felaketinde 9 saat boyunca teknenin metrelerce yüksekten sulara her çarpışında teknenin parçalanmasını beklerken, gözümün önünden sadece tekneyi yapan adamların hayatı geçti. Gücü ancak tekneyi dalgalara karşı döndürmeye yeten motorun ne zaman duracağını düşünürken onu bilmem hangi fabrikada, hangi paraya döken, vidalarını sıkan insanlar geçti gözlerimin önünden. O ortamda yerine tam oturmayan bir kapının, açıkta bırakılan bir bıçağın ne gibi tehlikeler yaratabileceğini bizzat yaşarken her bir parçayı tasarlayana, imal edene, belki de ölümleri ile bu tekneye tecrübelerini katanlara teşekkür ettim.
İşte o zamanlar kafaya takmaya başladım o son andaki film şeridine. Her şeyi görmek o kadar kolaylaşıp, ucuzladı ki artık görüntü hazinemiz eskisi kadar değerli değil. Görüntülerin yerine ne koyabileceğimi ancak Almanya’da pırıl pırıl buzlu bir kış gününde pazardaki domuz eti kokusu, Sibirya steplerindeki aynı buzlu havada süzülen at eti kokusuna karışıp beni insanlığımın geçmişine götürdüğü zaman keşfettim.
Öyle değil mi ya? Kokular görüntülerden çok daha yakın, çok daha seçilmiş, çok daha özel. O zaman işte belki de bir daha hiç koklamayacağım, koklamak bile istemeyeceğim ama hayatımın o son anında son bir kez hafızamdan burnumun önüne sereceğim kokuların listesini yapmaya başladım.
En az Amerika’nın mağazalarından ve havaalanlarından sokaklara yayılan zenginliğin kokusu kadar yapay Rusya’da sokaklara hakim fakirliğin metalimsi pis kokusuna karışan kürklü parfümler. Baykonur uzay üssündeki çalınmaya müsait uydu parçaları sanki evrenin kokusunu getirmişler kadar uzak, yanlarından bolca yürüdüğüm İstanbul güneşinde eriyen demiryollarının kokusu kadar yakınlar.
İlk kez Almanya’da yaşadım mide bulantısı yapabilecek kadar aşırı çiçek kokusunu, ve Portekiz’de gördüm taşın,toprağın Anadolu kokabileceğini. Asla hatırlamayı tekrar istemediğim çocukluğumun tren ve otobüs yolculuklarında kafanı dayadığın kumaşa sinen o pis sigara kokusunu gene de o son anda bir kez daha istiyorum.
Her sabah kalktığımda pırıl pırıl orman havasında hafif odun yanığı kokusunun getirdiği aslında çocukluğumda hiç de yaşamadığım köy yaşamını çıkartıyorum belki de kuşaklar öncesinin koku hafızasından.
Ve daha insanlara gelemedim bile. Hafızanıza girmeyi ve hafızanızdan gün yüzüne çıkmayı bekleyen nice kokulara…
Taner Ertunç
19.10.2014
Bir yanıt yazın