MESCİD-İ AKSA MÜSLÜMANLARIN KIBLESİ HİÇ OLMAMIŞTIR
Mescid-i Aksa, hiçbir zaman ve hiçbir tarihte Müslümanların kıblesi olmamıştır. Bu, İslamcıların, özellikle de İslamcı siyaset izleyen, dini politikaya alet eden politikacıların uydurduğu koca bir yalandır.
Esasen halk arasında “Mescid-i Aksa” olarak bilinen o altın sarısı kubbeli, süslü mescid de “Mescid-i Aksa” olmayıp, “Kubbet’üs Sahra” isimli bir Emevi eseridir. “Kubbetü’s-Sahra’nın inşasına H. 66 (M. 685-86) yılında Abdülmelik b. Mervân’ın görevlendirdiği Recâ b. Hayve ile Yezîd b. Sellâm tarafından başlanmış, inşaat H. 72’de (M. 691) tamamlanmıştır… Kudüs’ün fethinden(M.637) sonra Hz. Ömer tarafından yaptırılan mescidin yerine inşa edildiği için -daha çok Batılılar tarafından- Ömer Camii olarak da tanınır.”(1)
Bugün “El-Aksa Camii” olarak bilinen yapının ise, Bizans imparatoru I. Justinianos tarafından Süleyman tapınağı kalıntıları üzerine yaptırılan bir bazilika olduğu kabul edilir. Yani tıpkı Hatay’daki Habib-i Neccar Camii ve Diyarbakır Ulu Camii gibi, bugün “Mescid-i Aksa” veya “El Aksa Camii” olarak bilinen yapı da aslında bir bazilika veya bir kilisedir. Emevi halifesi I. Velid (705-715) yapıyı büyük bir onarımla baştan aşağı yeniletmiş ve bu yapıya Mescid-i Aksa ismi Abdülmelik bin Mervan tarafından Abbasilere karşı politik amaçlarla verilmiştir.(2)
Dolayısıyla; bazı kaynaklarda yer alan “Hz. Ömer, Kudüs’ün anahtarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Mescid-i Aksâ’nın (Süleyman Mâbedi) Hıristiyanlık döneminde molozlar altında kalmış olan yerini temizletip Sahre’nin güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırmış (Taberî, Târîḫ, II, 450), daha sonra da buraya bir mescid yaptırmıştır”(3) şeklindeki bilgiyi bir tarafa bırakırsak, Peygamber’in vefatından 83 yıl sonra cami olarak hizmete açılan bir Bizans Bazilikası, nasıl olur da Müslümanların kıblesi olabilir?
Çünkü aynı kaynaklarda “Mescid-i Aksâ’nın ikinci defa Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân tarafından Mısır’ın yedi yıllık haracı ile inşa edildiği belirtiliyorsa da H. 90-96 (M. 709-714) yıllarında Mısır valiliği yapan Kurre b. Şerîk dönemine ait Grekçe divan kayıtlarından binayı yaptıranın I. Velîd olduğu anlaşılmaktadır”(4) şeklinde verilen bilgilerden, bugünkü Aksa Camii’nin, Peygamberin vefatından(632), 83 yıl sonra ibadete açıldığı anlaşılmaktadır.
Bazı ilahiyatçılara göre; Kur’an’da İsra suresinin ilk ayetinde geçen “Mescid-i Aksa” tabirinden maksat, Kudüs’teki Aksa Camii değildir ve “En Uzaktaki Mescid” demektir. Aklın gereği olan bir kabule göre; Peygamber’e atfedilen “İsra” olayı, yani “Gece Yürüyüşü”, Mekke ile Kudüs arasında değil, Mekke’deki iki mescit arasında gerçekleşmiştir. Miraç ise tamamıyla rüya aleminde yaşanan bir hadisedir. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi birçok ilahiyatçıya göre de olay böyle vuku bulmuştur.(5)
Hayatını derinden etkileyen ve yaşam tarzına şekil veren Kur’an ayetlerinin vahiy yollarından ikisinin, “sadık rüyalar” ve “ilham (içe doğma)” olduğuna inanan bir Müslüman’ın, Miracın rüyada ve ruhsal olarak gerçekleştiğine inanmaması akla ziyandır.
Hz Peygamber’in, Medine’ye hicretten sonra Kudüs yönünde namaz kılması mümkündür. Bunu Tanrı’nın emriyle değil, ilmi siyasetle açıklamak yerindedir. Yani peygamber, Medine’ye hakim Yahudilerle iyi geçinmek için tıpkı Yahudiler gibi Kudüs cihetine yönelerek ibadet yapmış olmalıdır. Çünkü Kudüs yönünde namaz kılması konusunda ayet yoktur Kur’an’da. Bakara 144. ayet, Kudüs yönünde değil, Mekke’deki Mescid-i Haram yönünde namaz kılınması hakkındadır. Batılı Müsteşrikler böyle düşünmekte olup, Elmalı M. Hamdi Yazır da onların bu tür görüşlerine yer vermiş bulunmaktadır “Hak Dini Kur’an Dili” isimli eserinde.
Ancak Hz. Peygamber elbette Allah’ın mekândan ve zamandan münezzeh olduğunu, yani mekâna ve zamana bağlı olmadığını, her yerde ve her zamanda hazır ve nazır olduğunu biliyordu ki; bu durum Kur’an’da “Doğu da batı da Allah’a aittir. Nereye dönerseniz Allah’ın varlığı oradadır. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çepeçevre kuşatan ve her şeyi bilendir.” şeklinde anlatılmıştır.(6) Ayrıca O, “Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır…(7)
İşte bu sebeple İslam Peygamber’i, Medine’ye hicret ettikten sonra Kudüs yönünde namaz kılmakta hiç bir beis görmemiş olmalıdır. Peki, Medineli Yahudiler neden Kudüs yönünde ibadet ediyorlardı ve peygamber de onlara uyarak neden Kudüs yönünde ibadet etmiştir?
Bunun sebebi olsa olsa Kudüs’ün, Yahudiler için binlerce yıldır kutsal şehir olmasından ve ünlü Süleyman Mabedi’nin yıkıntılarının (bugünkü Ağlama Duvarının) orada bulunuyor olmasındandır.
Yani Kudüs’e kutsiyet kazandıran asıl yapı bugün “Aksa Camii” veya iddiaya göre; Emevilerin politik maksatlarla ve kasıtlı olarak verdikleri söylenen ismiyle “Mescid-i Aksa” değil, daha eski bir dini yapı olan “Süleyman Mabedi”dir.(8)
Ancak elbette, diğer bütün mabetler gibi (9) Mescid-i Aksa da saygıya ve hürmete layıktır ve Emevi yapısı da olsa, eski bir yapı olmakla değerlidir ve Kudüs’ün manevi değerini arttırmakta ve Müslümanlar için Kudüs’ü önemli hale getirmektedir. Elbette bu anlamda Şam, Hatay ve Diyarbakır da en az Kudüs kadar mühim kentlerdir Müslümanlar için. Madem İslam akıl ve mantık dinidir diyorsunuz, şu halde sağlıklı bir akıl ve mantık böyle çalışmalıdır.
“İlk Kıble Mescid-i Aksadı’dır” Demek Kur’an’a Aykırıdır
Beş vakit namazın Miraç’ta farz kılındığına dair bilgilerin mütevatir (Ravi zincirinde kopukluk olmayan ve Hz. Peygamber’e ait olduğunda şüphe bulunmayan) hadislerce sabit olduğunu belirtir İslam uleması(10)
Genel kabul görmüş görüşe göre Miraç olayı, Hicretten bir yıl önce olmak üzere; 621 yılında Mekke’de iken vuku bulmuştur.(11)
Dahası Kurtubî gibi bir kısım İslam uleması, 5 vakit namaz ile ilgili inen ilk ayetin, “Gündüzün Güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” şeklindeki İsrâ Suresi’nin 78. ayeti olduğunu söylerler.
“İsra Suresi’nin 26,32,33 ve 57. âyetler ile 73-80. âyetlerinin Medine döneminde, diğerleri Mekke döneminde inmiştir.” diyor Diyanet(12).
Buna karşılık 130. ayetinde “(Resûlüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, hoşnutluğa eresin.” şeklinde beş vakitten bahsedilen Tâhâ Suresi’nin ise Mekke döneminde indiğini söylüyor aynı Diyanet.(13)
Öte yandan İslami kaynaklar, Hz. Muhammed’in peygamberlikten önce putlara tapmadığını ve Hz. İbrahim’in tevhit (tek tanrılı) dini Haniflik dinine mensup olduğu konusunda hemfikirdir ki; bu görüşü destekleyen Kur’an ayetleri de bulunmaktadır.(14)
Bu durumda Hz. Muhammed, İslam öncesi hayatında bir Hanif olarak, Hz. İbrahim’in dininin gereği olan ibaretleri de yapıyor olmalıydı ki; bu ibadetlerden birisi de Namaz ibadetidir. Çünkü yine Kur’an’dan öğreniyoruz ki; Hz. İbrahim namaz kılıyordu. Yani Namaz, Hz. İbrahim döneminden beri bilinen bir ibadetti.
Kur’an’da İbrahim’in şöyle dua ettiği söylenmektedir: “(Hani İbrahim demişti ki:) Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! duamı kabul et!”(15)
Peki, İbrahim de namaz kıldığına göre; acaba namaz kılarken kıble olarak Kâbe’ye mi yöneliyordu?
Evet, İbrahim de namaz kılarken kıble olarak Kâbe’ye yöneliyordu. Çünkü Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “O zaman biz o evi (Kâbeyi) insanların gidip gelip ziyaret edecekleri bir makam ve bir güvenlik yeri yaptık. Siz de İbrâhim’in makamından kendinize namaz kılacak bir yer edinin. İbrâhim ve İsmâil’e de, ‘Tavaf edecekler için, kendini ibadete verecekler, rükû ve secde edecekler için evimi temiz tutun’ diye talimat verdik.”(16)
Öte yandan Kur’an, yeryüzünde yapılan ilk mabedin Mekke’deki “Kabe” olduğunu haber vermektedir bize.(17)
Bütün bu bilgileri alt alta koyunca; sadece Müslümanlar için değil, ta ilk insan ve ilk peygamber olan Adem’den bu yana, namaz ibadeti bulunan bütün ilahi dinlerde, namaz kılmak için eğer bir yön, yani KIBLE öngörüldüyse/şart koşulduysa, bu yön ve Kıble, bütün ilahi din mensupları için Mekke’deki Kâbe olmalıdır.
Bu gerçek ortada iken; Diyanet İşleri Başkanlığı makamında oturan kişinin, geçtiğimiz yılın Mayıs ayında “Üzülerek ifade etmeliyim ki mübarek Kadir Gecesi’nin hemen öncesinde, insanlığın kadim şehri, selam yurdu ve İslam’ın ilk kıblesi Kudüs, barbarca bir işgale maruz kalmıştır”(18) şeklindeki sözlerini nereye koyacağız?
Üstelik aynı kişi bu senenin Nisan ayı içinde “Filistin’in çeşitli şehirlerinde ve Müminlerin ilk kıblesi Mescid-i Aksa’da ibadet edenlere yönelik İsrail tarafından sürdürülen saldırıları şiddetle kınıyorum. Her yıl özellikle ramazan ayında Müslümanlara yönelik saldırılarını artıran İsrail, kardeşlerimizin ibadet özgürlüğünü engellemekte, Müslümanların yaşadığı bölgelerde saldırılarını sürdürmekte ve şüphesiz tüm İslam alemini ve insanlığın evrensel değerlerini hedef almaktadır. İsrail’in Müminler’in ilk kıblesi Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıları ve Müslümanların hayat alanlarını gasbetmeye yönelik takındığı tahrik ve tehdit dolu politikaları asla kabul edilemez.”(19) diyerek aynı ifadeleri tekrar etmeye devam etmektedir.
Peki Diyanet İşleri Başkanının konuyu yanlış bildiğini söyleyebilir misiniz? Ülkenin Diyanet İşleri Başkanı, yanlış bilmeyeceğine ve Kur’an’ın açık ayetleri ile 1400 yılda oluşan İslami literatürü inkâr etmeyeceğine göre; maksatlı ve siyasi bir söylemde bulunuyor, muhtemelen siyasi otoritenin de tazyikiyle dini siyasete alet ediyor demektir. Hele de Cumhurbaşkanının konuya ilişkin “İsrail’in ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’ya yönelik maalesef her Ramazan ayında gerçekleştirdiği menfur saldırıları şiddetle kınıyoruz. Türkiye olarak her hal ve koşulda Filistinli kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz.”(20) şeklindeki sözleri ortada iken.
Bize kalırsa; Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerinde koparılan fırtınanın asıl sebebi, dini değil, politik sebeplerdir. Tarih boyunca böyle ola gelmiştir, görülüyor ki; bundan sonra da böyle devam edecektir. Zira politikacılar ve askerler, Kudüs’e sahip olmayı bir prestij ve onur meselesi yapmış durumdalar ve konu tarih boyunca farklı din mensuplarının istismar alanı haline getirilmiş bulunmaktadır.
Kudüs meselesi, yüzyıllardır geniş kitleleri, din üzerinden etkileme ve harekete geçirme vesilesi yapılmıştır ve yapılmaya da devam etmektedir ki; bu konu biz Türkleri, hiç de alakadar etmemektedir. Kudüs, bizim için Semerkant, Buhara, Merv, Rey, Fergana, Harezm, Kaşgar hatta efsanevi kent Ötüken kadar bile önemli değildir aslında. Çünkü her millet, kendi ulusal kültürü kadar değerlidir ve bizim ulusal kültürümüzün kökleri, Kudüs’te, şurada burada değil, yukarıda saydığım kentlerdedir…
Ömer Sağlam
Araştırmacı Yazar
___________
1- DİA İslam Ansiklopedisi, “Kubbetü’s Sehra” maddesi,
2- “Ana Britannica, c. 22, s. 304-305” ten alıntı ile
3-DİA “Mescid-i Aksa” maddesi,
4-Aynı kaynak.
5-Yaşar Nuri Öztürk’ün konuya ilişkin görüşleri için bkz. Güneri Civaoğlu “Miraç Notları” başlıklı yazısı,
6-Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/115
7-Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/148.
8- Ayrıntılı bilgi için bkz. 3-4 nolu dipnot.
9- Bkz. Kur’an-ı Kerim, Hac Suresi, 22/40
10- Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5; Müslim, İman, 263; Ahmed b. Hanbel, V,122,143
11-https://islamansiklopedisi.org.tr/mirac
12-https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/17-isra-suresi
13-https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/20-taha-suresi
14-Bkz. Yunus/105, Nahl/123
15- Elmalı M.Hamdi Yazır mealinden naklen . Parantez içi 35. ayetten alınmış olup 35. ayetten sonrası 41. ayete kadar İbrahim’in sözlerinden (duasından) oluşmaktadır.
16-https://kuran.diyanet.gov.tr/…/Bak…/132/125-ayet-tefsiri
17- Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmrân, 3/96.
18-https://www.trthaber.com/…/diyanet-isleri-baskani-erbas…
19-
20-
Bir yanıt yazın