2023 İSLAM FEDERE DEVLETİNİN İLANI MI?

ULUSAL MANİFESTO - bagimsiz cumhuriyet partisi

ULUSAL MANİFESTO

Çağımızdaki çalkantıları çözemeyen, Kemalist sistem ile yüz yüze gelmeye cesaret edemeyen siyasi partiler, her türlü akımlar, bilinçli ya da bilinçsiz olarak emperyalizmin değirmenine su taşımanın ötesine gitmediler, gidemezler de.

Doğada olduğu gibi toplumlarda da hiçbir şey kendiliğinden oluşmaz.. Sosyal sınıflar arasında yapılmayan hiçbir tahlil doğru değildir. Sosyolojik, siyasal ve ekonomik toplum yapısını belirleyen bilgidir. Bilgi; insanın maddi üretimini, tabiat olaylarını, tabiatın özelliklerini, kanunlarını ve kendisi ile tabiat arasındaki ilişkileri anlaması demektir.

Üretim ve üretici güçlerin tarzı ele alınmadan sadece ve doğrudan doğruya üst yapı üzerinden yapılan araştırmalar daima eksik kalır. Bu araştırmalara göre tayin edilen sosyal politika hedefleri, toplumsal ve ekonomik sorunları hiç bir zaman çözemeyeceği gibi, esas amaç olan toplum yapısını değiştirmek görevini de yerine getiremez.

Diğer taraftan din; toplumumuzun ya da toplumların her değişim döneminde, sınıfsal çıkarlar temelinde erozyona uğrayarak özünden çıkartılmış, mülkiyet ve üretim ilişkilerine göre şekillenip yorumlanmıştır. Milliyetçilik ise ulus devletlerin oluşumunda devrimci bir karakter taşırken, kapitalizm emperyalist aşamaya geçince ırkçılığa dönüşmüştür.

EMPERYALİZMİN HIRSININ GÜNÜMÜZE YANSIMASI
Bu aşamada; BCP programını ana çizgileri ile göz önünde tutarak; ülkenin içinde bulunduğu durumu, karşı karşıya kaldığı sorunları ve tıkanmış olan çözüm yollarını ayrıntılı bir biçimde açmak zorundayız. Ayrıca; bugünkü koşullara belli bir değişim sonucunda gelindiğini de göz önünde bulundurmak, geçmişten günümüze olan gelişmeleri doğru değerlendirmek ve bunun geleceğe olan yönünü doğru tayin etmek de diğer bir zorunluluktur.

Bugün dünyada yaşanan ve karmaşık gibi görünen çelişkiler, sistemler arası savaştan başka bir şey değildir. Buna 1914  1924 yılları arasında yenilen emperyalizmin ‘rövanş alma isteği’ de diyebiliriz.
1900’lü yıllarda Avrupa’da devrimci sürecini tamamlayan kapitalizm; emperyalist yapıya dönüştüğünde, ilk olarak Avrupa ve tüm batıda devrimci gelişmelerin önüne set çekerken, Doğu henüz kapitalizm ile yeni tanışmakta ve imparatorluklar ile yönetilmekte idi. Doğuda kapısı ilk çalınan Osmanlı İmparatorluğu oldu. Çünkü Osmanlı dağılma sürecine girmiş ve bu dağılma sürecinde İngiliz ve Fransızlar, Rus çarı ile 16 Mayıs 1916’da Sykes Picot Antlaşması’nı imzalamıştı (bkz.http://tr.wikipedia.org/wiki/SykesPicot_Anla%C5%9Fmas%C4%B1). Bu antlaşmaya göre Osmanlının çekileceği topraklar bu iki ülke arasında paylaşılacak, Güneydoğu’da Kürdistan ve Ermenistan olmak üzere iki devlet kurulacaktı. Paylaşım haritası çizilince Suudi Arabistan ve Ürdün Osmanlıya karşı ayaklandırıldı. Ayaklanmanın komutanı İngiliz Generali Alenby, komutasındakiler ise İsrail Yahudileri idi. Bu antlaşmanın karşılığında 2 Kasım 1917’de yapılan Balfour Deklarasyonu ile Filistin Yahudilere verilecekti (bkz.http://tr.wikipedia.org/wiki/Balfour_Deklarasyonu_%281917%29). 1917 Ekim Devrimi’ni yapan Lenin, bu planı deşifre edince oyun bozuldu. Fakat İngiliz ve Fransız orduları Orta Doğu’ya girmiş, savaş Anadolu topraklarına yayılmıştı. Bu çağ aynı zamanda Asya’da ‘milli kurtuluş devrimleri’ çağıdır. Biz de, bu çağdan Milli Kurtuluş Savaşı’nı vererek çıktık.

Ancak, milli savaşı kazanmak uluslaşmak değildir. Uluslaşmak, Türkiye’de anayasal düzenin kurulması, yani bireyin Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısında eşit haklara sahip olmasıdır. Diğer bir deyişle; bireyin hakları esas, diğer sorunlar talidir.

TOPRAK DEVRİMİ İLE FEODALİZME SON
Evet! Genç Türkiye’nin sınırları çizilmiştir, fakat esas çelişki yeni başlamıştır. Dışa karşı esas, içe karşı tali olan sorun tersine dönmüş; içe karşı esas, dışa karşı tali sorun halini almıştır. Çünkü ülke içinde toprak, Osmanlının hızlı çöküşünün başladığı dönemlerde, onu kontrol edenlerin elinde kalmış, toprağı kontrol eden derebeylikler; ağa, bey ve aşiret örgütlenmesi içerisinde toprağın yeni sahipleri oluşmuştur. Bu nedenle Kemalist sistemde toprak reformu (demokratik devrim) zorunlu hale gelmiştir. Bir yandan toprak ağaları ve aşiret beylerine karşı savaşı sürdüren Mustafa Kemal, diğer yandan da üretim çiftlikleri oluşturuyordu (bkz.http://ziraat.akdeniz.edu.tr/atatürk  Her biri yüzlerce dönüm arazi üzerine kurulan çiftlikler, üretim ihtiyaçlarına göre tesislerle inşa ediliyor, topraksız köylüler bu yerlere yerleştiriliyordu. Toprak reformu yapılmadı diyenler, bu kurum ve kuruluşları araştırıp yeniden değerlendirsinler. Toprak reformu tabii ki bundan ibaret değildir. Toprak reformunun gerçekleşmesi, feodal ilişkilerin ortadan kalkması ve büyük toprak sahiplerinin (bize Osmanlı’dan kalan) köy emekçileri üzerinde uyguladıkları tefeci  bezirgân sermayenin tahakküm ve sömürüsüne son verilmesi demektir. Başka bir deyişle;  topraksız ya da az topraklı köylüleri toprak ve tarım aracı sahibi haline getiren bir sistemdir toprak devrimi.
Devrim, gerçek birlik, beraberlik, dayanışma içerisinde; bütün halkın (DoğuluBatılı) her türlü baskıdan kurtulmuş olarak, eşitlik ve kardeşlik içinde özgür Türkiye’nin ilerlemesine katkı sağlamaktır. Bu da yeni bir yapılanmayı gerektirir.

SANAYİ DEVRİMİNE ADIM

Cumhuriyet’in feodalizmi tasfiye etmek için oluşturduğu ekonomik yapılanmanın; banka, tarım ve sanayi ilişkilerine bakıldığında görülecektir ki; kooperatifler, birlikler, devlet malzeme ofisleri, bankalar ve benzeri kuruluşlar ekonomi ile iç içe ve kalkınmada itici güçtür. Ekonomide böyle bir yapılanma, politikada yabancı bağımlılığını ortadan kaldıracağından, sömürünün sahibi olan üst yapı kurumlarını da söküp atacaktır. Devrim denilen kavram da budur. Bu devrim ile üretim araçları halka verilmiş, üretimin sahibi olan halk iktidara getirilmiş, ülkenin kaderinin tayin edilmesinde rol oynayan demokratik düzen gerçekleştirilerek, feodal üretim ilişkileri ortadan kaldırılmış ve sanayi toplumuna geçilmiştir.

HALK KİME DENİR?
Emperyalizm ve Asya’da Kapitalizm, I.Dünya Savaşı şafağında ortaya çıkmıştır. ‘Asya’da Kapitalizm nasıl olacak?’ sorusuna bir yandan Sovyetler Birliği kafa yorarken, bir yandan da Mustafa Kemal kafa yormaktadır. Bu sorunu Sovyetler’de işçi sınıfı üstlenirken, Kemalizm’de ise Mustafa Kemal bunu halkın sırtına yüklemiş ve böylece halk kavramını ortaya çıkarmıştır. Halk kavramının çeşitli ülkelerde ve her ülkenin çeşitli dönemlerinde ayrı anlamı vardır. Örneğin, Türkiye’de, Kurtuluş Savaşı yıllarında emperyalizme karşı olan her kesim, halkı (toprak ağası, aşireti, toprak beyi, yoksulu, köylüsü, işçisi v.b.) temsil ediyordu. Savaş bitip sınırlar çizildiğinde ise halk kavramı değişmiştir. Buradaki yeni çelişki; emperyalizmin içeride kalan kırıntıları ile kurulacak sisteme karşı koyan kesim arasındaki çelişkidir. 

KEMALİST SİSTEMDE HALKIN YETKİLERİ

Kemalist sisteme göre; hükümet parlamenter sistem ile kurulmaz, halk meclisi tarafından atama ile kurulur. Yine bu sisteme göre; Cumhurbaşkanı devletin değil, hükümetin başıdır. Ve meclis, hükümeti görevden alma yetkisine sahiptir (1924 Kurucu Anayasa’nın 3. ve 5. maddelerinde bu devlet yapısı anlatılmaktadır). Halk meclisi ise yapılan ekonomik altyapının kurum ve kuruluşlarından seçilir. İktidar ise halk iktidarıdır.

SERMAYENİN SİSTEMLERDEKİ BELİRLEYİCİLİĞİ
Bu farklı iki tip devrim Asya’da imparatorlukların çöküşünü ve ulus devletlerin oluşumunu sağlarken, emperyalizme vurduğu darbe ile Avrupa ve ABD’de krize neden olmuştur. 1929 bunalımından Keynes modeli (liberal sistem) ile çıkan emperyalizm, yeni sömürgecilik anlayışını Kurtuluş Savaşımızdan aldığı dersten sonra değiştirmiş, fiili işgal yerine, sermaye ihracı ile tek dünya din imparatorluğu üzerine inşa etmiştir. bkz.http://tr.wikipedia.org/wiki/Keynesyen_ekonomi). Tek dünya din imparatorluğu; Sosyalist sistemlerde sermayenin işçi sınıfının elinden alınarak, Kemalist sistemlerde ise halkın elinden alınarak, şahıs ve şahıs şirketlerine verilmesiyle sağlanacaktır. Yukarıdaki söylemimizde ‘sistemler arası savaş’ diye söz etmemizin nedeni de işte budur.

CIA’NIN EN BÜYÜK SİLAHI DİN
Bunun hayata geçirilmesi için, önce görünmeyen hükümet CIA kuruldu. Bakınız, yazar David Wise ve Thomas Ross “Görünmeyen hükümet CIA” (bkz. isimli kitaplarında ABD’yi şöyle tarif ediyor: “Bugün ABD’de iki hükümet vardır. Birincisi; vatandaşların gazetelerden, çocukların ise yurttaşlık kitaplarından öğrendikleri hükümet; ikincisi; soğuk savaşta ABD politikasını yöneten birbiri ile iç içe girmiş gizli mekanizmadır. İkinci hükümet istihbarat toplar, casusluk yapar, bütün dünyada gizli hareket planlar ve bu planları uygular. Dış ülkelerin başkentlerinde Amerikan elçileri sözde Amerikan temsilcileridir ama, bunlara görünmeyen hükümeti denetleme yetkisi verilmiştir.”.
Bilindiği gibi soğuk savaşta CIA’nın en önemli silahı dindir. Çünkü liberal sistem, laik olmayan kilise ve sinagoglardan oluşan bir ekonomik yapılanma biçimidir. İslam dininde Tanrı ile kul arasında hiçbir güç yok iken, laik olmayan kilise ve sinagoglarda Tanrı ile kul arasında 12 tane seçilmiş kişi vardır. Bu seçilmişlerin görevi ise; Tanrı ile yapılan akde (sözleşmeye) göre yeryüzünü liberal sistem altında yönetmektir. AB’yi temsil eden bayrakta bulunan 12 yıldız tesadüfi değil, seçilmişlerin bir temsilidir.

İÇİMİZDEKİ HAİNLER
Kutsal cephe; “Komünizm, Kemalizm din tanımaz” propagandaları ile başlayan soğuk savaş stratejisinin sonuçlarını, 19461949 yılları arasında İsrail devletini kurarak, Türkiye’de halk iktidarını parlamenter liberal sisteme dönüştürüp, NATO içerisinde yapılanarak elde etti. Mustafa Kemal’in vefatını fırsat bilen ve Kemalist sisteme içeriden diş bileyen muhteşem ikili, (biri Alman işbirlikçisi İsmet İnönü, diğeri ise ABD işbirlikçisi Celal Bayar) Kemalist sistemi bizlerden gizleyerek çok partili bir dönemi başlattı. Bu yeni dönem, anti Kemalist dönemi başlatacak, yeni bir CHP ve DP programından oluşacaktır. Celal Bayar’ın Washington’da, 25 Ocak 1954’de düzenlediği basın toplantısında söylediği şu sözleri ibretle okumakta fayda var: ”Türkiye’ye yapılan iktisadi yardım, zaten yükselmekte olan ekonomik büyümeye kuvvetli bir müzahir olarak gelmiştir. Memleket, Türk milletinin satın alma kudretinin artması ve hayat standartlarının yükselmesi ile mamul maddeleri için büyük bir pazar haline gelmiştir. Yabancı sermayenin Türkiye’ye en müsait şartlar altında akmasını mümkün kılacaktır. Hülasa, denebilir ki Türkiye’de sarf edilen her dolar, mümbit bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri verecek bir tohum gibidir.” (bkz. https://www.facebook.com/suaykaraman1/posts/521607157899039).

İŞBİRLİKÇİ SERMAYENİN ETKİSİ

Celal Bayar’ın 1954’te, Türkiye’yi, mamul maddeleri ve tüketim maddeleri için büyük bir Pazar olarak peşkeş çeken bu demeci; karşı devrimin tamamlanmış olduğunun, Kemalist düşüncelerin geri itildiğinin ve ülkenin emperyalist asalak işbirlikçi sınıfın eline geçtiğinin kesin kanıtıdır. İşbirlikçi sermaye, sömürgeciliğe bağlı liman burjuvazisi demektir. İthalat  İhracat alanında, ithalatın daha kurnazca bir şekli olan montaj ve ambalaj sanayiinde, bankacılık ve sigortacılıkta yabancılar ile ortaklıkları ya da Türkiye’de kayda değer tüm zenginliklerini eline geçirmiş olan ya da geçirme çabasında bulunan emperyalizmin baş dayanağı, yabancı firmaların ajanlığı altında doğrudan doğruya egemendir. Amaç; iktisadi hayatımızın bu kilit noktalarına sirayet ederek, Türkiye’nin tüm ekonomisini tahakkümü altına almaktır. İşbirlikçi sermaye Türkiye’de gerçek sanayileşmeye, gerçek iktisadi kalkınmaya karşıdır. Emperyalistlerin uygun gördüklerinin dışında, Türk vatandaşının mülkü olan fabrikaların kurulmasına engel olunmaktadır. İşbirlikçi sermaye toplumdaki asalak zümrenin en güçlü olanıdır.

KİLİSENİN SİNAGOGDAN ÖZRÜ
Öte yandan, kutsal cephe temsilcileri olan kilise ve sinagog 1962 yılında tek din olmak için anlaştı. Bu anlaşmaya göre SSCB yıkılacak, kilise sinagogdan özür dileyecekti. Bu aynı zamanda BAP (Büyük Asya Projesi)’nin birinci aşaması olacaktı. Kutsal cephe geçici olarak radikal İslam ile ittifak yaparak, bilindiği gibi 19801985 yılları arasında SSCB’yi çökertti ve liberal ekonomik yapıya dönüştürdü. SSCB’nin çöküşünden sonra 2002 yılında St.Petersburg Kilisesi’nde yapılan kutsal cephe toplantısı, Papa II. Jean Paul tarafından şu sözlerle açıldı: “Herhangi bir insana yöneltilen herhangi bir zulmü reddeden kilise, Yahudiler ile paylaştığı mirasın farkında olarak ve politik sebeplerle değil, İncil’in ruhani sevgisi ile hareket ederek, onlara karşı herhangi bir yerde ve zamanda yöneltilen kini ve antisemitik tutumu reddeder. Bizim sahip olduğumuz çok şey var. Cennetin ve dünyanın Tanrısı, hepimizin iyiliği için karşılıklı sevgi, saygı ve diyalogun olduğu yeni ve bereketli bir çağa yönlendirir bizi’’ diyerek beklenen özrü diledi.
Papa II.Jean Paul’un, ‘yeni ve bereketli çağ’ dediği BAP’ın ikinci aşaması BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’tur. II.Jean Paul, BOP’da yapılacak işleri şöyle sıralar.
    a) Çevrenin sorumlu bir şekilde yönetilmesi ve bilinç oluşumuna katkı sağlanması

     b) İnsan hakları, özgürlük ve saygınlıktan yoksun yerlerde bunların inşa edilmesi

  1. Bütün bunların gerçekleşmesi için Vatikanİsrail arasındaki ilişkilerin kurulması, Yahudi düşmanlığına son verilmesi, ırkçılık ve dini hoşgörüsüzlüğün bütün biçimleri ile mücadele edilmesinin sağlanması.

KEMALİZM’İ YIKIM KARARLARI
SSCB ve Kemalizm’i yıkım projeleri; 70’li yıllarda Fethullah Gülen’in okullarına akıtılan paralar, BOP’un altyapıları ve 1976-1981 yıllarının hazırlık aşamaları idi. O yıllarda ülkemizde yaşanan kaos tesadüfi değil, görünmeyen hükümet CIA’nın işi idi. 12 Eylül darbesi yapıldığında, bundan daha Türkiye basını bile habersizken, ABD basını darbeyi sabah saat 05’te manşetten ”Bizim çocuklar bu işi başardı” diye veriyordu ). ’12 Eylül, ulusal solcu ve ulusal sağcıları işkence tezgahlarında, İsa’nın öcünü alırcasına çarmıhlardan çarmıhlara gererken, ümmetçi toplumu yaratacak olan Özal, ABD’de kampa alınmış ve Kemalizm’in tasfiyesi için 1976’da Kemal Derviş tarafından yazılan ‘24 Ocak Kararları”nın hayata geçirilmesi için eğitiliyordu (24 Ocak Kararları Kemalizm’in tasfiye kararlarıdır.).

AB VE BM’NİN PARÇALANMASI

Irak ile sınırımızda tampon bölge açılarak çekiç gücü yerleştirilecek, ‘Güneydoğu sorunu’ adı altında APO görevlendirilecek ve PKK güçlendirilecekti. Onların çocukları başarılı oldu, silahlarımız yenilendi, yeni açılan üslerimiz Ortadoğu’ya yönlendirildi ve böylece bir taşla iki kuş vuruldu. SSCB’nin yıkılması için kutsal cephe ile ittifak yapan radikal İslam, ikiz kulelerin havaya uçurulması ile yerini ılımlı İslama bıraktı. Nehri geçerken at değiştirmeye kalkışan Batı emperyalizmi, Bin Ladin’i Afganistan’da karşısına aldı. Bin Ladin şöyle diyordu; “Bizim gerçek düşmanımız SSCB değil, ABD imiş”. Bir yandan Bin Ladin ile savaşan ABD, öte yandan sünnilerin önderliğinde “Ilımlı İslam” adı altında ruhani lider Fethullah Gülen’i Ortadoğu’nun halifesi gibi lanse etmeye başladı. Bill Clinton, İstanbul Çırağan Sarayı’nda şöyle demişti; ‘’Yahudilerin Haham’ı, Hristiyanların Papa’sı var ama Müslümanların bir ruhani lideri yoktur.’’. Özal’ın zamansız ölümü sonrası iktidara gelen Ecevit  Devlet Bahçeli hükümeti BOP’u suya düşürecekti. Özal hükümetinin devamı gerekiyordu. Görünmeyen hükümet devreye girdi, dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı hazırlamaya başladı. Arkasından ’24 Ocak Kararları’nın sahibi olan Kemal Derviş’i göndererek Ecevit hükümetini devirdiler. AKP ile eş başkan Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıdılar ve suyu yoluna koyan görünmeyen hükümet 2003’de BOP girişimini başlattı. ‘’Yeni dünya düzenini ben kuracağım, benim ile gelen payını alır’’ sloganı ile ortaya çıktı. Ardından ‘’Saddam kimyasal silah ile dünyayı tehdit ediyor’’ gerekçesi ile 10 Mart 2003’de Saddam’ı vuracağını açıkladı. Böyle bir müdahaleyi ancak BM yapabilirdi. Çünkü dünyanın düzenini sağlayan karakol BM’dir. Dünyayı böyle bir tehlikeye atan ülkenin sorununu, silahlı kanadı olan NATO gücünü göndererek çözer. 20 Mart 2003’e kadar ABD’ye ‘bekle, ben sorunu çözerim’ derken, ABD bu kararı tanımadı ve aynı tarihte Irak’ı işgal etti. Bu tarih yeni dünya düzeninin başlangıcı olacaktı. Bu işgal AB’yi ve BM’yi parçalarken, dünyada da yeni müttefikleri oluşturdu;
a) ABD ve İngiltere’nin başını çektiği, Irak işgaline katılan grup

         b)Almanya ve Fransa’nın başını çektiği, Irak işgaline katılmayan grup

c)ŞİÖ (Şangay İşbirliği örgütü)

Fas, Tunus, Cezayir ve Libya’dan sonra Irak işgali ile ‘Arap Baharı’ adım adım ilerlerken, diğer yandan Batıda Kuran’lar yakılıyor, Hz. Muhammed’in karikatürleri yapılarak alay ediliyor ve ‘’Büyük Asya Projesi’’nin patronları, arka arkaya şu açıklamaları yapıyordu.

‘’Tek Dünya düzeni ister istemez kurulacaktır, tek sorun bu sonuca güzellikle mi, yoksa zorla mı ulaşılacağıdır’’ –James Paul Werburg (bkz.http://www.millicozum.com/mc/kasim2004/deccalin-sovalyeleri).
*   *   *
‘’Tek bir dünya devleti oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakkı, artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elit otoritesi altına girecektir.’’ –David Rockofeller‘’(bkz. . ).
*   *   *
“ABD’nin misyonu ulus devletleri gömmek, halklarını daha küçük birimlere bölerek yaşatmaktır. Gelecek Amerika’nın mıdır? Yeni dünya düzeni Amerika İmparatorluğu ve tüm insanların rakip olmadığı evrensel düzenin adıdır.’’ –R. Strausz Hupe(bkz.http://huseyinguzel.blogcu.com/emperyalizminamaci…/13788667).

HER TÜRLÜ PLANA RAĞMEN ESAD’I DEVİREMEDİLER
Batı bu gelişmeleri yaşarken Tayyip, ‘’bu bir medeniyetler buluşması, ben Ortadoğu’nun eş başkanıyım’’ diyerek, yüz yıllık dostlukları bir kenara itip, Suriye işgali için efendilerinin talimatını yerine getiriyordu. Fakat Suriye işgali başlamak üzere iken kurbağa gözünü açtı. Putin; ‘’bu bir haçlı seferidir, biz Çin’i yanlış tanımışız’’ diyerek Karadeniz’de Çin, Kazakistan ve Rusya’dan oluşan üçlü tatbikatı başlattı. Bu tatbikat, üç guruba bölünmüş dünyaya, ayrı ayrı mesajlar veriyordu ). Bu, birinci gruba bir gövde gösterisi, ikinci gruba uyarı, grupların dışında kalan ve stratejik önem taşıyan ülkelere de ‘’gözünüzü açın’’ mesajı idi. Söz konusu tatbikat ile Suriye işgalinin yolunu kapayan ŞİÖ, bedelini Rusya üzerinden Ukrayna ve Kırım ayaklanmaları ile ödüyordu. Bu saldırıları da ŞİÖ nezdinde bertaraf eden Putin, Batı emperyalizmini bunalımdan bunalıma sürüklemeye başladı. Bunalıma düşen emperyalizm, çareyi iç ayaklanma ve Sünni radikal İslam örgütlerini, Alevi Esad’ın üzerine kışkırtmakta buldu. İç ayaklanmanın temsilcisi olarak seçilen SUK ‘’Suriye Ulusal Koalisyon’’, eş başkan Tayyip tarafından İstanbul Maltepe’de, ÖSO ise Antakya’da kuruldu. Destekçileri; PYD, El-Nusra ve el altından PKK İdi. Esad’a karşı bunlar yetersiz kalınca, 1500’e yakın radikal örgütleri Suriye üzerine göndermek için Ortadoğu’da toparladılar. Toparlanan ruh hastalarının finansmanlarını Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve BAE üstlenirken, silahlarını da İsrail ve ABD tedarik ediyordu. Tarihte benzerine rastlanmayan iğrenç saldırılara rağmen Esad devrilmedi.

YA BEN YA GÜLEN
Dünyada yapılan 3.Devrimi (elektronik) de kaçıran Batı emperyalizmi, pazarı Çin’e kaptırınca bölgesel kontrolü elinden kaçırmaya başladı. Boşluktan yararlanan PKK güç kazanmaya, 1500’e yakın ruh hastaları kontrolden çıkmaya başlarken, Esad direndikçe Tayyip kuduruyor, güvendiği efendilerinin elinden bir şey gelmeyeceğini ve piyon olarak kullanıldığını anlayınca, bölgedeki ruh hastası örgütlerden bir kısmını yanına alarak bir kısmına da el altından yardım ederek, ‘’RABİA’’ işaretini yapıyordu. Bu şu anlama geliyordu; ‘Gülen ile birlik olarak beni kullandınız, ya ben ya Gülen’ kozunu masaya sürerek, Süleyman Şah rolüne soyunmak… Yıllar önce planlanan ve bunun için Gülen okullarına ve Zaman Gazetesi’ne para akıtılarak ‘ılımlı islam’ yatırımı yapan ABD, Tayyip’in blöfü ile bunları çöpe atamazdı. Bu nedenle 17 – 25 Aralık operasyonu düzenlendi ve ABD Gülen’i tercih etti. 10 yıllık ortaklık bir günde yok oldu. Efendiler ve işbirlikçiler birbirine düştü. Böylece bölgede radikal örgütler, (PKK’dan sonra Tayyip de kontrolden çıkınca) ABD ve İngiltere kısmen geriye çekilmeye başladı.

BİR TAŞLA ÜÇ KUŞ
Karşılıklı restleşme (blöf) yeniden başladı. Tayyip ŞİÖ’nün ve Almanya’nın kapılarını çalarken, ABD de İran’ın kapısını çalmaya, Mısır’da iktidardan indirdiği Sisi’yi yeniden iktidara getirmeye, yani alevi cemaat ile görüşmelere başladı. İkisinin de kapılar suratına kapanınca; Tayyip, Barzani ve PKK ile ilişkileri sıklaştırdı. ABD ise radikal grupların bağımsız örgütlenmeleri için, yıllardır hapishanelerde yetiştirdiği Bağdadi’ye yol verdi. Bunu bir fırsatmış gibi gören Bağdadi, ruh hastalarından oluşan örgütlerin büyük bir bölümünü IŞİD altında toparlayarak halifeliğini ilan etti.
Bu bir emperyalist yönlendirme idi ama Bağdadi bundan habersizdi. Emperyalizm böylece bir taş ile üç kuş vuracaktı.

1.Kontrolden çıkmış olan PKK ve uzantısı PYD, AKP ve IŞİD’ı tekrar kontrol altına almak.

2.Müslümanları Müslümanlara kırdırmak.

3.BOP’u hayata geçirirken devre dışı bıraktığı BM’yi yeniden toparlayarak yeni müttefikler oluşturmak ve devreye sokmak.

40 ÜLKE VE HAÇLI SEFERİ
Tüm bunların hayata geçmesi için önce Ortadoğu’da eş başkan Tayyip’in, Katar hariç tüm destekçilerini devre dışı bıraktı. AKP’yi bölgede yalnızlaştırdı. Arkasından IŞİD’in bölgede sınır tanımaz, insanlık dışı kelle kesme eylemlerine seyirci kalarak KOBANİ’ye gelmesini sağladı.
Kobani’ye geldiğinde PKK ve PYD’nin gücü kırılmaya başlayınca, dünyayı ayağa kaldırarak ‘IŞİD benim sorunum değil, BM’nin sorumluluğundadır’ demeye başladı ve BM’yi yeniden toparladı. Yeni müttefikleri 40 ülke ile oluşturdu. Putin ile ters düştü, Putin’e yaptırım kararı çıkartırken, AKP’ye de ‘’yabancı asker yetiştirmek’’ için teskereyi çıkarttırdı. 40 ülkeden oluşan yeni bir haçlı seferi başlatarak IŞİD’in üstüne seferber etti. Amaç IŞİD’i kontrol altına almaktı. Ama iş işten geçmiş, cehennemin kapıları ardına kadar açılmıştı. Çünkü Tevrat’a göre iki nehir arası ve iki nehrin birleştiği havza ‘’vaad edilmiş topraklar’’ idi. IŞİD’e göre ise aynı bölge, ‘’kıyametin gerçekleşeceği yer’’ idi.

KİLİT NOKTA FIRAT NEHRİ
IŞİD’e göre, 80 ülkeden ordular gelecek, Müslüman ordusu ile Halep ve Azra arasındaki Mercidabık ve Hatay Amik Ovası arasında bir yerde karşılaşacaktı. Yine Bağdadi, hadis yorumunda “bu karşılaşmada İslam ordusunun üçte biri kaçacak, üçte biri şehit düşecek ve geri kalanlar gвvur ordularını yendikten sonra, İslam orduları İstanbul’a gelerek buradan dünyaya yayılacak, sonunda Şam’a yürüyecek, Emevi Camisi’nde mehdinin gelişini bekleyecek. Bize karşı kurulan 80 ülkenin katılacağı koalisyon bunun kanıtıdır’’ diyor ve devam ediyordu; “Fırat kutsal bir nehirdir. Kıyametin yaklaştığı dönemde nehir suları çekilecek ya da havza değişecek ve bunun sonucu olarak, altınlar ortaya çıkacak. Bu altın için insanlar birbirlerini boğazlayacak, 100 kişiden 99’u ölecek, kalacak olan bir kişi ‘Halife Bağdadi’ olacak, o da mehdinin gelişini bildirecek. IŞİD’e göre bu yerler Fırat’ın doğduğu Anadolu toprakları ile Suriye’nin Cerap, Aynel Arap (Kobani) ve Rakka kasabasını da içine alıyor. Bu nedenle IŞİD’in büyümesinin önüne geçilemiyor, hem AKP hükümeti hem de ABD ve işbirlikçileri ile istediği gibi oynuyor. Hatırlarsak, Osmanlı’nın parçalanması için hazırlanan SykesPicot antlaşmasına göre buraya bir ‘’Kürdistan’’ kurulacaktı (16 Mayıs 1916).

EMPERYALİZM VE İŞBİRLİKÇİLERİ BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Eşi benzeri görülmemiş bir yıkımdan sonra kanlı baharın ağzı kan kokan emperyalistleri ve işbirlikçiler ganimet bölüşümü için birbirlerine düştüler ve birbirlerini suçlamaya başladılar. Böylece hem emperyalistler, hem de işbirlikçiler arasında ayrılıklara uzanacak çatlaklar oluştu. Bu çelişkilerin çözülmesi için önce restleşme ve gövde gösterileri başladı. AKP Zaman Gazetesi operasyonunu gerçekleştirdi. Suriye’ye muhalif örgütlerin komutanlarını (100 kadar) Gaziantep’te bir araya getirerek, “Devrim Komuta Konseyi’’ adı altında güçlerin birleştirilmesini istedi. ABD ise önce Ortadoğu’da (Katar hariç) AKP’yi destekleyen tüm ülkeleri AKP’den uzaklaştırdı. IŞİD’e tüm destekleri Türkiye üzerinden AKP’nin yaptığını açıklamaya ve açıklattırmaya başladı.
Böylece bir anda Doğu – Batı arasındaki çelişki, yerini, emperyalizm ile işbirlikçileri arasındaki çelişkiye bıraktı. Bu da doğu temsilcilerinden biri olan Putin’in Ankara’ya gelmesine yol açtı. Çünkü Erdoğan ABD’yi, ‘Suriye’ye girerim’ diye tehdit ediyordu. Bu da üçüncü dünya savaşının başlaması demekti. Bu yüzden Putin, Papa ve Biden aynı günlerde Ankara’da idiler. Papa ve Biden son uyarılarını yaptıktan sonra, Tayyip’in tek dostu kalan Tamim, Ankara’ya geldi. Ankara’ya ABD’nin son mesajını getiren Tamim, ‘’Erdoğan, kusura bakma ama bu saatten sonra ben de yokum’’ diyerek Ankara’dan ayrıldı.

VE KAOS…
Dünyada ve özellikle de Ortadoğu’da, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı bir sürecin içerisindeyiz. Bu kaostan en karlı çıkan şu anda IŞİD. Nedeni ise, hem Batı emperyalizminin hem de eş başkanlık döneminde AKP’nin tüm pisliklerini o biliyor.
Daha önce BMGK toplantısı ile 60’a yakın IŞİD karşıtı koalisyon güçleri başarılı olamayınca, yeni koalisyon ve Orta Doğu’ya daha önce götüremediği AB ülkelerini götürmek ve Tayyip ile yeniden uzlaşma yolunu açmak için Fransa’da eylem gerçekleştirildi.
22 Ocak’ta Londra’da ev sahipliğini ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve İngiltere mevkidaşı Philip Hammond’un yaptığı ve aralarında Türkiye’ nin de bulunduğu 24 ülkeden oluşan IŞİD karşıtı koalisyon bunun meyveleridir.

SONUÇ

Doğada olduğu gibi toplumlarda da hiçbir şey kendiliğinden oluşmaz..

2003’te “Ben yeni dünya düzeni kuracağım, benim ile gelen payını alır” diyen ABD, AB ülkelerinin bir kısmını peşine takarak ve AKP (Tayyip)’ yi de eş başkan yaparak Ortadoğu işgalini başlattı. İngiltere ve İsrail önderliğinde BM’yi de hiçe sayan ABD, Körfez ülkelerinin hain, kral ve emirlerini de bu plana dahil etti. Ve bu işgalin başladığının işaretini ise Papa II. Jean Paul, St. Petersburg Kilisesi’nde yaptığı konuşma ile ilan etti.
Bu işgalin amacı ne idi? İşte kendi söylemleri…

“Tek dünya düzeni ister istemez kurulacak. Tek sorun, bu sonuca güzellikle mi yoksa zorla mı ulaşacağımızdır” James Paul Werburg.
*   *   *
“Tek dünya devleti oluşturduğumuzda, modern dünya daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendisini yönetme hakkı, dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elit otoritesi altına girecektir” David Rockefeller

*   *   *
ABD’nin misyonu ulus devletlerini gömmek, halkları daha küçük birimlere bölerek yaşatmaktır” R. Hype

İşgalin başlamasından sonra Irak, Libya, Yemen ve Suriye devlet otoritesini kaybederken; halk vatanlarından, evlerinden yoksun bırakılmış, yaşama tutunma mücadelesi vermiştir. Ve çoluk çocuk okyanusların denizlerin ortasında boğularak, cesetleri kıyılara vurduktan sonra Suriye’de 27 Şubat süreci gündeme gelmiştir.

  • BU SÜRECE NASIL GELİNDİ?
    2011 ve 2012’de yaşanan süreci hatırlarsak, ABD ve müttefikleri Ağustos 2011’de yumuşak devrim yapmak istedi. Kasım 2011’de ise Yemen’de devrim niteliğinde bir devrim yapmak istedi. Olmayınca vekalet savaşçılarını sahaya sürdü. Ancak 2013’te kontrolü elinden kaçıran ABD ve müttefikleri, tren raydan çıkınca, kendi içerisinde parçalanarak, vekalet savaşçılarını 2014’te bölgesel bir tehdit haline dönüştürdüler. Suriye’de belirleyici niteliklerini kaybettiler. ( Geniş bilgi için bkz. www.bcp.org ulusal manifesto).

    Rusya ve İran’ın 2015’ten itibaren sahaya inmesi ABD ve müttefiklerini, belirleyici rolünü paylaşmaya zorunlu bıraktı. Ekim – Kasım toplantılarında alınan kararlar,

    1) Suriye’nin ulusal birliği ve toprak bütünlüğü korunacak.

2) Suriye’nin geleceğine Suriye Halkı karar verecek.

Suriye’nin geleceğini Suriye halkının belirleyeceğini kabullenmek açık bir yenilginin somut kanıtıdır. Bu yenilgiyi kabullenmeyen Batı emperyalizminin sözcüsü ABD, (B) planından söz etmeye başladı.

John Kerry, “Eğer adım atmazsak, işler daha kötüye gidebilir. Rusya da bu ihtimali umarım değerlendiriyordur” diyerek şöyle devam ediyor.
“Geçiş süreci gerçekten ciddi değil mi?.. Bir ya da iki ay içerisinde göreceğiz.. Başer Esad’ın gerçek bir geçiş sürecini oluşturması konusunda gerçek kararlar alması gerekecek. Eğer bu olmazsa muhakkak ki değerlendirilen (B) planı seçenekleri bulunacaktır” açıklamasında verilen mesaj;

1) Suriye’nin bölünmesi ve çözüm sürecinin mutlak başarılı olması gerekiyor.

2) (B) planı istediğimiz bir şey değil ama Rusya’nın da katılacağı plan ortaya konulursa biz bu planda üstümüze düşeni yaparız.

3) Türkiye mutlaka Suriye savaşına katılmalıdır.
Dünkü ABD ve müttefiklerinin, bugün her birinin diğerini terör örgütü ilan ettiği bölgede, barıştan söz etmek ahmaklıktan başka bir şey değildir. Ve John Kerry’nin getirdiği (B) planı da Türkiye’ye yapılan tehditten başka bir şey değildir, içerisinde bir (C) planını gizlemektedir.

(C) PLANI -ULTRA SYKES PİCOT YANİ BÜYÜK HAÇLI SEFERLERİ-

MI5 ve MI6 (İngiltere), MOSSAD (İsrail), CIA (Amerika) gizli örgütleri tarafından papa ve haham başkanlığında ultra bir Sykes Picot örgütlenmesi tamamlanmak üzere…
Hatırlarsak, bu anlaşmaya göre Batı emperyalistleri batıdan, Rus çarı doğudan Osmanlı’ya saldıracak, Osmanlı’nın toprakları paylaşılacaktı. Güneydoğu’da bir Kürdistan ve Ermenistan olmak üzere iki devlet kurulacaktı. Paylaşım haritası çizilince, Ürdün ve Suudi Arabistan Osmanlı’ya karşı ayaklandırılmıştı. Ancak, Lenin planı deşifre edince oyun bozulmuştu. Şimdi Lenin yok ama kısmen de olsa Putin ve yolda kazık attıkları Tayyip (sultanlık) belası var. Tayyip’in işi kolay. Hemen hemen tüm dünya tarafından tecrit edildi, yalnızlaştırıldı. Daha da yalnızlaştırılacak ve halkın gözünden düşmesi sağlanacak.
Peki Putin ne olacak? Ya ikna edilecek ya da bir şekilde devre dışı bırakılacak. Sorun büyük olunca devreye de büyük patron girdi ve Patrik Kirill’den randevu talep etti. Buluşmadan önce Papa Francis, twitter hasabından da şu mesajı yayınladı. “Bugün lütuf günüdür. Patrik Krill ile görüşmek Tanrı’nın hediyesidir. Bizim için dua edin.” Ortadoks ve Katolik kiliseleri 1054 yılında ayrılmışlardı ve bu o tarihten beri yapılan ilk görüşmeydi.
Buluşma yeri olarak Küba’yı seçmeleri de başlı başına ayrı ve düşünülmesi gereken bir konu. Küba’da buluşan Papa Francis ve Patrik Krill, buluşma sonrasında “Hristiyanların maruz kaldığı eziyetleri görüştük ve iki kilise arasında bir deklarasyon imzaladık” açıklamasını yaptı.

BÜYÜK İSRAİL ÇELİŞKİSİ
Öte yandan, tarihsel yenilgilerinin intikamını yine aynı tarihte almayı seven İngiltere, IŞİD ile mücadele adına bir ordu kurmak için Libya’ya birlikler yerleştiriyor ve silahlar gönderiyor. Peki “Büyük Kürdistan Devleti kurulmasının zamanı geldi” diyen İsrail ne yapıyor? Bu noktada İsrail’e iki soru sormak gerekiyor.
1) Kurmaya çalıştığınız ‘Büyük Kürdistan Devleti’ içinde Türk  Arap  Ermeni ve Farslı insanlar olmayacak mı?
2) Hani tek dünya devletini ister istemez kuracaksınız ya… Amerika’nın görevi de ulus devletleri bölmekti ya… Peki, tek bir dünya devleti oluşturduğunuzda, “modern dünyayı artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elit otorite yönetecek” diyen siz değil misiniz? Yani bir yandan Kürt ulusuna devlet kurduracak, sonra da ulus devletler parçalanacak diyeceksiniz.

GERÇEKTEN KÜRT HALKI PKK İLE ÖZDEŞ Mİ?

Ayrıca İran yetkililerinin Esad’a ‘PYD’ye dokunmayın, onlar sadece bir araç’ demesi de ayrı bir konu. Kurduğunuz PKK / PYD ile Güneydoğu’da Kürt halkını PKK ile bütünleştirme denemeleriniz de, Kürt halkının PKK’yı nasıl dışladığını gözler önüne seriyor. (Ne Kürt ne de Türk halkları bu oyunu yutmayacak ve sizlere ikinci bir ders verecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın)
Yani İsrail ne yapıyor? Tel Aviv ile Abu Dabi arasındaki “Gizli jet rotası” ortaya çıkınca eteklerindeki taşları dökmeye başladılar. İşte kendi söylemleri:
1) Binyamin Netanyahu: “İran’ın Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a, gelişmiş silahlar göndermesine seyirci kalamaz, razı olamayız”
2) ‘Münih Güvenlik Görüşmeleri’nde konuşan İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon: “Arap ülkelerinin İran’ın nükleer silah sahibi olmasını oturup beklemeye niyeti olmadığına ve nükleer silah sahibi olmaya hazırlandıklarına dair göstergeler var” (İran tehdidine karşı  Suudi Arabistan’a İslam ordusu kurduran ve yardım eden de yine kendisidir.)
3) Moşe Yaalon: “Bana sorarlarsa ve İran ile IŞİD arasında tercih yapmam istenirse IŞİD’i seçerim.”

4) Moşe Yaalon: “Onlar (Körfez ülkeleri) İsrail’in hünerini gösterebileceğine inanıyorlar”
5) İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold: “İsrail’in dünyada yalnız olduğunu söyleyenler neden söz ettiklerini bilmiyorlar. Arap ülkelerinin çoğu ile temas halindeyiz. Bu temasların başarısını da yaptığımız gizliliğe borçluyuz.” (Dore Gold, daha önce de Suudi Kral Danışmanı Enver Macid el  Ekşi ile Amerikan Dışişleri Konseyi’nde görüşmüştü.)
Yine Dore Gold, Suudi Arabistan ile İsrail’in başta İran’dan gelmek üzere ortak tehditlerle karşı karşıya olduğunu belirtti. El  Ekşi’nin kendisine sunduğu 7 maddelik bir planda; Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında “Büyük Kürdistan Devleti” olduğunu söylüyordu.

Körfez ülkeleri İran nükleer silah anlaşmasından zaferle çıktığında, neden seslerini çıkarmadılar ve ABD’yi desteklediler? Çünkü İsrail onların da çıkarlarını ABD nezdinde savunuyordu.

ÇÖZÜM KEMALİZM
Siyonizm ve emperyalizmin farklı cephelerde olduğunu söyleyenler, kendilerini kandırmaktadırlar.
Bölgede kendilerine ruhani bir İslam önderi çıkaramayan Batı emperyalizmi ‘barış süreci’ adı altında zaman kazanarak (C) planı yani (Ultra Sykes Picot) ile kendisini dünya savaşına hazırlamaktadır.
Bu durumda yapmamız gereken tek bir şey var. Çözüm, Ortadoğu ve tüm dünyada gelişen savaşların din, milliyetçilik ve mezhep savaşları olmadığını; bu savaşların bir sistem savaşı olduğunu halka anlatmak, yeni bir Kemalist cephe oluşturmak ve Kemalist iktidarı geri almaktır.

GENÇ TÜRKLER OSMANLICILIKTA BULUŞUYOR

Ön Türklerle Türk Devrim sürecinde Osmanlı seçkinleri ve aydınları hep batıya öykünmüşler, Paris ve Londra’ya gitmişlerdir. Genç Türk kavramı, aynı dönemde Avrupa’da yönetime karşı olan muhalif yapılara benzer olarak kullanılmıştır. (Genç Almanlar, Genç İtalyanlar, Genç Polonyalılar gibi)… Ayrıca bu akım, siyasi olduğu kadar edebi bir akımdır da. Dönemin Genç Türkleri’nin oluşturduğu kuşağın ortak paydası Osmanlıcılıktır. (Buna ‘Vatan’ kavramını ilk kez söylemlerinde kullanan Namık Kemal de dahil)…

MİLLET KAVRAMI DEVRİMCİ BİR KARAKTER TAŞIR
Çanakkale Savaşı, dönemin Haçlı saldırısıdır. Türk milletinin örsle çekiç arasında su verilerek oluşma dönemidir. Tarihsel gelişim sürecinde 19. yüzyılda oluşan millet kavramının tanımı, ırk ve din temelinde bir birlik değildir.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”. Bu, yalnız Türkiye için değil, tüm doğuda yıkılan imparatorluklardan sonra ortaya çıkan ulus devletleri için de geçerlidir. Ayrıca devrimci bir karakter taşır. Ancak 1929 bunalımından çıkan Batı emperyalizmi, bunu ırkçılığa dönüştürmüştür. Yalnız Çin, devrimi bizden ithal ettiği için eksiği görmüş ve halk kelimesini ekleyerek ÇİN HALK CUMHURİYETİ olmuştur.

TÜRK DEVRİMİ VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK    

19.yüzyılda Tanzimat aydınları ile başlayan batı hayranlığı, 20 ve 21.yüzyılda da devam etti ne yazık ki… Kimileri Wilson İlkeleri, kimileri de İngiliz cemiyetleri ile kurtuluş peşindedirler. Wilson’a ‘sen asrın peygamberisin’ diyerek mektup yazanlar da bizim aydınlarımızdır.
Tüm bu yaşananları süzerek, Türk Devrim sürecini doğru okuyup doğru stratejiyi inşa eden isim ise Mustafa Kemal Atatürk’tür. Osmanlı paşaları kurtuluşu batıda yani İngiliz ve ABD himayesinde ararken, O milletine gitmiştir. Atatürk Doğu’ya ne yaptıysa milleti ile yapmıştır. Dönemin emperyalistlerinden medet ummak gibi ne bir ifadesi ne de duruşu olmamıştır. Bu süreci bize hatırlatan son dönemde yaşadıklarımızdır. İşte birkaç örnek:
1) AKP’nin kurucu ortağı, ılımlı İslamın Türkiye uzantısı F tipi yapıdan medet umanlar,

2) “Hele bir AKP’den kurtulalım da sonra işimize bakarız” diyenler,

3) Atatürkçü olduğunu söyleyen, milli bayramlarda ve 10 Kasımlarda meydanlara çıkarak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağıranlar…
Söylem ile eylem örtüşmeyince, karar eyleme bakarak veriliyor. Duruşun, yorumda gereken turnusol kağıdı budur. Kim kiminle ne zaman ne için beraberdir? O ittifakın faydası kimedir? İki hamle sonrasını düşünemeyenlerin, dünya satrancındaki sonu çoban matıdır.
ABD kendi çıkarlarına dokunmadıktan sonra; hareketin tabelasına, rengine ve kokusuna bakmaz. Putin, “sıra Türkiye’ye gelebilir” derken hiç de iyi şeylerden bahsetmemişti. Türkiye yangın yerine dönüp, yıkılıp, harap olduktan sonra konuşacaklaradır sözümüz…

Neden mi?
Çünkü çağdaş yönetici, yangın çıktıktan sonra itfaiyeye haber veren değil, yangının çıkmaması için önlem alandır.

SİYASİ MÜCADELENİN OLMAZSA OLMAZI ÖRGÜTTÜR

Bireyler dünya görüşlerini ifade ederek, siyasi tercihlerini belli etseler de, bir örgüt çatısı altında görev ve sorumluluk almadan mücadelelerini kuvvetten fiile dönüştüremezler. Bu kapsamda farklı düşünenler olsa da, yukarıdaki ifademiz, siyaset gerçeğinin turnusol kağıdıdır. Siyaset  örgüt ilişkisi ise çift akıntılı bir sudur. Onat Kutlar, bir şiirinde “Yağmur yukarı doğru akmaz yeniden” demiştir. Siyaset  örgüt ilişkisi, yağmuru yukarı doğru yeniden yağdırmanın yolu, yordamıdır. Yani yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya çift akıntılı bir devinimdir.
Öyleyse temel strateji; emperyalizme karşı birleşik halk cephesinin kurularak, siyasi mücadelenin inşa edilmesidir. Bunun için de yapılacak ilk şey; içinde bulunduğumuz durumu tespit edip, baş düşman ve baş çelişkiyi belirlemektir. Yukarıda yaptığımız durum tespitine istinaden: çağımızın ilk düşmanı emperyalizm olduğuna göre; baş çelişme emperyalizm ile ulus devletleri arasındadır. Baş düşman ise emperyalizm ve onun işbirlikçileridir.

NEDEN ULUS DEVLETLERİ PARÇALAMAK İSTİYORLAR?
Çünkü Kemalizm ulus devletler ile ortaya çıkmış ve kurduğu sistem ile emperyalizmi yenilgiye uğratmıştır. Kemalizm, dünyanın birçok ülkesinde hayata geçmiş, emperyalizmin yaşam alanını daraltmıştır.
Günümüz koşullarında, somut şartların somut tahlili sonucu olması gereken ittifakın ortak paydası “tam bağımsızlık” ilkesidir. Kemalist devrimin milli ve demokratik olmak üzere iki ayağı vardır. Demokratik ayak feodal düzenin tasfiyesidir. İsmet İnönü ve Celal Bayar milli ayakta yer almış, demokratik devrimde parti içinde saklanmış karşı devrimcilerdir. Mustafa Kemal ile savaşa katılması, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yapması burada belirleyici değildir. Paşa’nın birçok arkadaşı  kimi sağlığında, kimi ölümünden sonra  karşı devrim saflarında yer almışlardır. Ne yazık ki karşı devrimin kendisine seçtiği isim ise “demokrat” olmuştur.

1938  1946 baskıcı muhalefetleri sonucu “halk meclisi” ortadan kaldırılarak, 1950’de seçim sandığı ortaya konulmuştur. Dönemin solcuları da Demokrat Parti’yi destekleyerek “tek parti” sistemine karşı çıkmışlardır.

AKP’nin “ileri demokrasi” söylemine “yetmez ama evet” diyenler, 1950’de Demokrat Parti’yi destekleyenlerin torunlarıdır. Tıpkı AB’den demokrasi geleceğini savunanlar gibi “ne şeriat ne darbe” diyerek Atlantik ötesi tertipler ile Türk ordusunun esir alınmasına suskun kalanlar, hatta ‘oh oldu’, darbeci bunlar’ diyenler gibi…

PEKİ KEMALİST YAPIALRI KİM İNŞA EDECEK?
Gelelim Kemalist yapıları inşa edecek olan ‘tam bağımsızlık’ ortak paydasıyla mücadelenin lokomotifi durumundaki sosyal yapılara… ittifak etmesi gereken sosyal yapılara… (işçi, kamu yani memur sendikaları, köylü, esnaf, milli burjuvazi esas olmak üzere gençlik ordu ve aydınlar)

GENÇLİK VE AYDINLAR: Gençlik, tüm iktidar sürecinde tepkimeyi hızlandıran katalizör etkendir. Aydınlar ise sürecin müttefiki olan sosyal yapıları, nokta atışları ile bilinçlendirmede benzer bir işleve sahiptir. Genç ve aydınlar tek başına sosyo  ekonomik bir yapı değildir. Ancak mücadelenin olmazsa olmazlarıdır.

Bugün bu gençlik ve aydınların durumu 

Aydınların yön duyguları 1980 darbesi sonrasında YÖK ile yok edilmiştir. Bir kısım aydın YÖK’e karşı çıkmışlarsa da çoğunluk “Kuzuların Sessizliği”ni oynamayı yeğlemişlerdir. Bugün yaşananların yolunu üniversitelerimiz kendisi döşemiştir. Her ilde en az bir üniversite, neredeyse her mahallede bir fakülte, her ilçede bir yüksek okul açan anlayış; gençlerimizi ABD ve AB’nin cici çocuklarına dönüştürmüştür.

ORDU (1946 sonrası değişim ve dönüşümde ordu): Hangi devrim vardır ki ordu katılmamış olsun. Bu süreçte ordunun nerede olduğu belirleyici bir etkendir. Eğer ordu devrimden yana ise tarihin çarkları ileri doğru dönmüştür. Burada şu gerçeği hatırlamalıyız ki, Türk ordusu Sevr Antlaşması gereği terhis edilmeye başlanmıştır. Ordumuzun yeniden kurulması Mustafa Kemal Atatürk tarafından gerçekleştirilmiştir.

MECLİS OLMADAN ORDU KURULMAZ 

Nisan 1920 Meclis’in kuruluş çalışmaları, Kemal Paşa’nın istediği gibi gitmemektedir. Yunus Nadi Bey, moral vermek için şunları söylemiştir: Paşam mühim olan ordudur, neden rahatsız oluyorsunuz? “Hayır” der Paşa: Mühim olan meclistir. Meclis olmaksızın, milletin iradesi tecelli etmeksizin ordu falan kuramazsınız. Orduyu kurmak büyük servetlerle gerçekleşir ve bu ancak milletin rızası ile olur. O dönemki meclis de tam bir birleşik cephedir.

ABD Büyükelçisi’nin Washington’a gönderdiği Wikileaks, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki generallerin 3’e ayrıldığını ifade etmiştir.

1) ABD ile ilişkileri iyi götürmek isteyenler,

2) ABD ve AB ile ilişkilere şüpheli bakan milliyetçiler,

3) İran ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmek isteyenler yani Avrasyacılar

ABD Büyükelçisi şu yorumu yapmıştır. “Avrasyacı generaller ile milliyetçi generaller, ABD çıkarlarına ters düşer”.

SENDİKALAR: Tam Bağımsız Türkiye’nin mücadelesindeki diğer sosyal güç sendikalarımızdır. Sendikalar, özellikle 12 Eylül sonrası, başlarına ABD ve AB çuvalı geçirilerek sosyal güç olmaktan neredeyse çıkarılacak hale getirilmiştir.

KÖYLÜLER: Bankalar tarafından finanse edilen köylülerin kooperatifleri; birlik, TMO vb. gayri resmî olarak ellerinden alınmış, ekinini ekemez hale getirilmiş, köylüler birilerinden medet bekler olmuşlardır. Ekinlerini ekseler bile dağ ve şehir eşkiyalarına yetiştiremez durumdadırlar.

ESNAF: Esnaf, AVM’lerin hışmına uğratılarak, borç bataklığında çırpındıkça batmaktadır.

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI (STK’LAR): Parti ve derneklere yapılan değişim ve dönüşüm hamleleri ile 1980 sonrası özenle örülmüş dantel entel çuvallardır.

MİLLİ BURJUVAZİ: Milli burjuvazi, çok uluslu emperyalist şirketler ile işbirlikçi şirketler arasında sıkıştırılmış pestil durumundadırlar.

İTTİFAKIN DİĞER AYAĞI

Kurtuluş Savaşı’nın görünen ve görünmeyen etkenlerinden biri de Sovyetler Birliği ile yapılan ittifaktır. Mustafa Kemal Paşa (emperyalizme karşı ortak çıkarları gereği) SSCB ile ittifakın önem ve değerlerini en geniş açı ile anlamış bir liderdir. Hem SSCB hem de Paşa, şunu çok iyi biliyorlardı ki Türkiye düşerse SSCB de düşerdi.

Bazı yorumcular, hatta Atatürkçü olduğunu iddia edenler bu ittifakı “o günün şartlarının zorunluluğu” diyerek gündelik ve politik olarak değerlendirmekteler. Bu yorum, Kemal Paşa’nın ittifak anlayışını küçümsemek ve kendi ittifak anlayışlarının algısını ortaya koymaktan başka bir şey değildir. Çünkü ittifakın kaynağı,

a) Tarihsel zorunluluk

b) Ortak düşmanlar

c) Genel ortak tehditler

d) Genel çıkar birliktelikleri

TAKSİM ANITI KURTULUŞ SAVAŞININ ÖZETİDİR

Mustafa Kemal Paşa geçmişteki Osmanlı  Rus savaşlarına çakılıp kalsaydı, böyle bir ittifak inşa edilebilir miydi?

Öteye gitmeye gerek yok, Suriye gerçeği gözlerimizin önünde… Komşumuz Suriye, vekalet savaşçıları ve dışarıdan destekli bir tertiple bölünmek istenmektedir. BOP’un Arap yaftalı uygulamasında iki ittifak cephesi oluşmuştur. Bir taraf İran   Rusya   Çin önderliğindeki SIO, diğer tarafta ise 19 ülkenin sınırlarını yeniden çizmek isteyen emperyalistler ve onların işbirlikçileri…

1928’de açılışı yapılan Taksim Cumhuriyet Anıtı’na bakınız, Kurtuluş Savaşı ittifakının tam da kendisidir. Bir tarafta halk ve asker, diğer tarafta ise Atatürk  Fevzi Çakmak    İnönü, hemen arkasında da SSCB generali Kliment Yefremoviç, Voroşilov ile Mihail Vasilyeviç Furunze bulunmaktadır. Bu anıt, Kurtuluş Savaşı’nın özetidir. (Taksim ayaklanmasındaki hedefin orada bir AVM yapılması değil, anıtın ortadan kaldırılması olduğunu söylemiştik).

HALK BU ÇIKMAZDAN NASIL ÇIKACAK

Dünyada ve ülkemizdeki gelişmelerin özeti bu. Bu gelişmeler de gösteriyor ki, dünyanın en tehlikeli ve pimi çekilmiş bomba gibi ne zaman patlayacağı belli olmayan tek ülkesi Türkiye. Peki; durum böyle iken, ‘akıl tutulması’ içerisinde olan halkımız, içinde bulunduğu koşullardan nasıl kurtulacak? ‘1920 yıllarında boynumuza boyunduruk vuramadınız, gelin şimdi vurun’ mu diyecek? Yoksa silkinip ayağa mı kalkacak?

KURTULUŞ KEMALİST BİRLEŞİK CEPHEDE BİRLEŞMEK

Amacımız tarihin seyir defterinde gezinmek değil; ülkemiz ve dünyada gelişen ve değişen dengeleri doğru bir şekilde halka anlatmak ve içinde bulunduğumuz çıkmazdan çıkabilmek için çözüm yolları ortaya koymaktır. Üstelik bu doğrular, her gün sansasyon ve kanlı eylemler ile gizlenmeye çalışılıyorken…
Bugün Tam Bağımsız Türkiye ortak paydasında bir ittifak, somut şartların somut sonucudur. AndyAR’ın araştırmalarında toplumun yüzde 60.4’ü “’yeni bir oluşum, önderlik” diyor. Bunu “Herkes bizim partiye gelsin” diye yorumlamak; 1980’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde meclis tur üstüne tur atarak dönerken, Kenan Evren “o bana verildi” diye yorumlayan dönemin siyasetçilerini hatırlatmaktadır. Sürecin Türkiye’ye dayattığı “Benim partim, benim derneğim” demek değildir. Hayat ve devrim “Tam Bağımsız Türkiye” diyen her siyasi yapıyı birleştirecek Kemalist Birleşik Cephe’yi önümüze koymuştur.

KEMALİZM’E SAHİP ÇIKACAĞIZ
Mustafa Kemal; ‘Bu Türkiye’ nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir’ diyerek kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni gençliğe emanet ederken şunları söylüyordu: ‘Bu sistemi koruyamazsanız, düşman yüz kat daha güçlenerek gelecek ve elinizden bu sistem alacaktır’.

Peki düşman ne diyor; ‘Bize karşı çıkan devletleri komşuları ile birbirine düşürecek durumda olmalıyız. Ancak, eğer karşı çıkan devlet ve komşuları birlik olarak bize karşı çıkarlarsa, o zaman dünya savaşı çıkaracak güçte olmalıyız. –Siyonist Protokol/7(http://www.google.com.tr/url…)

İşte gün o gündür. Ordularımız dağıtılmış, kalelerimiz cebir ve hile ile ele geçirilmiş, iktidara sahip olanlar gaflet, delalet ve ihanet içindedirler.

Bu çözümsüzlüğe nasıl çözüm bulacağız… Kemalizm’e nasıl sahip çıkacağız. Bu çetrefilli aşamada halk olarak kararımız ne olacak? Kolayı tercih edip sistem partilerinden medet ummak mı -ki onlar emperyalizmin işbirlikçileri zaten- yoksa 1946’dan beri içinde bulunduğumuz ihanete artık son verip AKP, CHP ve diğer işbirlikçi partilere yaslanmak yerine 1924 Anayasası’nda belirtilen TC devlet sistemine dört elle sarılmak mı? Diğer bir deyişle ihanete son vermek mi? 

67 YILLIK KARŞI DEVRİM SÜRECİNDE ÜLKENİN GELDİĞİ NOKTA 

AKP, kendiliğinden ortaya çıkmış bir parti değil, ülkede söz sahibi olan diğer partiler gibi CIA tarafından organize edilmiş bir sürecin ürünüdür.

1945-1950 yıllarında Kemalist halk iktidarını ele geçiren karşı devrimin görevi, Türkiye Cumhuriyeti Kemalist sistemi dağıtmak, Liberal (emperyal) sisteme geçmek idi. Ülkede bu amaçla örgütlenen emperyalizm ve işbirlikçiler, 1946 seçimlerinde, Halk Meclisi (TBMM)’ni kenara iterek, Atatürk CHP parti programını yırtıp atarak, parlamenter sisteme geçiş yalanları ile farklı iki partiymiş gibi karşımıza çıkartıldılar. Biri Liberal Sistemi doğrudan savunan DP, ikincisi ise Atatürk CHP’sinden arındırılmış Kemalist devrimleri inkâr eden sol düşünce ve Sosyal Demokrat gibi beylik laflar ile sulandırılmış özünde liberal ‘yani ‘Yeni İnönü CHP”sidir. Partiler bir yandan görücüye çıkarken diğer yandan da devrimci bir karakter taşıyan Türk Milliyetçiliğini; Türk ırkçılığına dönüştürmek için Alparslan Türkeş’i yetiştiriyorlardı (Politikada ırkçılık ılk olarak Batı’da ortaya çıkmıştır)

KEMALİZM’E İKİNCİ DARBE

İktidar güçtür, iktidarı belirleyen güç ise bir ülkedeki üretim araçları, insanın üstünde yaşadığı toprak ve insan ile ürün döngüsünü sağlayan kapital (para) ‘dir. İşte kavga tam da bu noktadadır. Kemalist Sistem’de araç gereçler para halka, liberal sistemde ise şahıslara aittir. 1950 seçimlerinde Ümmetçi toplum dayatması ile halkın karşısına çıkan DP halktan kabul görmeyip yıpranınca, CIA devreye girdi. İnönü-Türkeş ittifakı ile DP’ye karşı 1960 darbesini yaptı. Ümmetçi yapılanmayı ileride tekrar kullanmak için geri çekti.’ ‘Özgürlük demokrasi adına sol, sosyal demokrasi ve Türk ırkçılığını sahneye sürdü. Öte yandan da CIA/FETO ile ümmetçi toplumu yeniden yaratmak için illegal örgütlenmeleri başlattı.

1960 darbesi mükemmel bir organize ile halka yutturularak, anayasa ve mahkemelerin değişmesi ile Kemalizm’e 1945’den sonra ikinci darbeyi vurdu.

Sahneye çıkan sol-sağ 1970-80 yılları arasında ülkeyi kaostan kaosa sürüklerken, CIA bir yandan teorisyenlerinden Kemal Derviş’e 24 ocak kararlarını yazdırıyor (1976), diğer yandan bu kararları hayata geçirecek Ümmetçi yapılanmayı FETO ile hızlandırmaya başlıyordu.

SAĞ-SOL ÇATIŞMALARININ PERDE ARKASI VE CIA

CIA, 1978-80 sağ-sol kavgalarını çok korkunç göstermek için eylemlere başladı. Solcu gençlerin toparlandığı yerleri bombalayan CIA, eylemleri sağ görüşlü gençlere yıkıyor ya da tam tersi sağ gençliği katlediyor, sol örgütler üstüne yıkıyor,  camileri ve otobüsleri bombalıyor ülkede kaosu derinleştirerek 1980 hazırlıkları yapıyordu.

70’li yıllarda Fethullah Gülen’in okullarına akıtılan paralar BOP’un altyapıları ve 1976 1981 yıllarının hazırlık aşamaları idi. O yıllarda ülkemizde yaşanan kaos tesadüfi değil, görünmeyen hükümet CIA’nın işi idi. 12 Eylül darbesi yapıldığında, bundan daha Türkiye basını bile habersizken, ABD darbeyi, basına sabah saat 05’te manşetten ”Bizim çocuklar bu işi başardı” diye veriyordu (http://www.milliyet.com.tr/.…/dunyadetay/04.06.2011/1398393/…).

24 OCAK KARARLARI KEMALİZM’İN TASFİYESİDİR

’12 Eylül, ulusal solcu ve ulusal sağcıları işkence tezgвhlarında, İsa’nın öcünü alırcasına  çarmıhlara gererken, ümmetçi toplumu yaratacak olan Özal, ABD’de kampa alınmış ve Kemalizm’in tasfiyesi için 1976’da Kemal Derviş tarafından yazılan ‘24 Ocak Kararları”nın hayata geçirilmesi için eğitiliyordu (24 Ocak Kararları Kemalizm’in tasfiye kararlarıdır.).

Irak ile sınırımızda tampon bölge açılarak çekiç gücü yerleştirilecek, ‘Güneydoğu sorunu’ adı altında APO görevlendirilecek ve PKK güçlendirilecekti. Onların çocukları başarılı oldu, silahlarımız yenilendi, yeni açılan üslerimiz Ortadoğu’ya yönlendirildi ve böylece bir taşla iki kuş vuruldu. SSCB’nin yıkılması için kutsal cephe ile ittifak yapan radikal islam, ikiz kulelerin havaya uçurulması ile yerini ılımlı islama bıraktı. Nehri geçerken at değiştirmeye kalkışan Batı emperyalizmi, Bin Ladin’i Afganistan’da karşısına aldı. Bin Ladin şöyle diyordu; “Bizim gerçek düşmanımız SSCB değil, ABD imiş”. Bir yandan Bin Ladin ile savaşan ABD, öte yandan sünnilerin önderliğinde “Ilımlı İslam” adı altında ruhani lider Fethullah Gülen’i Ortadoğu’nun halifesi gibi tanıtmaya başladı. Bill Clinton, İstanbul Çırağan Sarayı’nda şöyle demişti; “Yahudilerin Haham’ı, Hristiyanların Papa’sı var ama Müslümanların bir ruhani lideri yoktur’’.

YENİ DÜNYA DÜZENİNE İLK ADIM

Özal’ın zamansız ölümü sonrası iktidara gelen Ecevit – Devlet Bahçeli hükümeti BOP’u suya düşürecekti. Özal hükümetinin devamı gerekiyordu. Görünmeyen hükümet devreye girdi, dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı hazırlamaya başladı. Arkasından ’24 Ocak Kararları’nın sahibi olan Kemal Derviş’i göndererek Ecevit hükümetini devirdiler. AKP ile eş başkan Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıdılar ve suyu yoluna koyan görünmeyen hükümet 2003’de BOP girişimini başlattı. “Yeni dünya düzenini ben kuracağım, benim ile gelen payını alır’’ sloganı ile ortaya çıktı. Ardından “Saddam kimyasal silah ile dünyayı tehdit ediyor’’ gerekçesi ile 10 Mart 2003’de Saddam’ı vuracağını açıkladı. Böyle bir müdahaleyi ancak BM yapabilirdi. Çünkü dünyanın düzenini sağlayan karakol BM’dir. Dünyayı böyle bir tehlikeye atan ülkenin sorununu, silahlı kanadı olan NATO gücünü göndererek çözer. 20 Mart 2003’e kadar ABD’ye ‘bekle, ben sorunu çözerim’ derken, ABD bu kararı tanımadı ve aynı tarihte Irak’ı işgal etti. Bu tarih yeni dünya düzeninin başlangıcı olacaktı.

Bu işgal AB’yi ve BM’yi parçalarken, dünyada da yeni müttefikleri oluşturdu;

     a) ABD ve İngiltere’nin başını çektiği, Irak işgaline katılan grup

     b) Almanya ve Fransa’nın başını çektiği, Irak işgaline katılmayan grup

  1. ŞİÖ (Şangay İşbirliği örgütü)

Fas, Tunus, Cezayir ve Libya’dan sonra Irak işgali ile ‘Arap Baharı’ adım adım ilerlerken, diğer yandan Batıda Kuran’lar yakılıyor, Hz. Muhammed’in karikatürleri yapılarak alay ediliyor ve “Büyük Asya Projesi”nin patronları, arka arkaya şu açıklamaları yapıyordu.

“Tek Dünya düzeni ister istemez kurulacaktır, tek sorun bu sonuca güzellikle mi, yoksa zorla mı ulaşılacağıdır’’ –James Paul Werburg (bkz.http://www.millicozum.com/mc/kasim2004/deccalin-sovalyeleri).

“Tek bir dünya devleti oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakkı, artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elit otoritesi altına girecektir.’’ –David Rockofeller(bkz. http://blog.milliyet.com.tr/gizliorgutlerin-ortakhede.…/…/… ).

“ABD’nin misyonu ulus devletleri gömmek, halklarını daha küçük birimlere bölerek yaşatmaktır. Gelecek Amerika’nın mıdır? Yeni dünya düzeni Amerika İmparatorluğu ve tüm insanların rakip olmadığı evrensel düzenin adıdır.’’ –R. Strausz Hupe(bkz.http://huseyinguzel.blogcu.com/emperyalizminamaci…/13788667).

PUTİN “BU BİR HAÇLI SEFERİDİR”

Batı bu gelişmeleri yaşarken Tayyip, “bu bir medeniyetler buluşması, ben Ortadoğu’nun eş başkanıyım’’ diyerek, yüz yıllık dostlukları bir kenara itip, Suriye işgali için efendilerinin talimatını yerine getiriyordu. Fakat Suriye işgali başlamak üzere iken kurbağa gözünü açtı.

Putin; “Bu bir haçlı seferidir, biz Çin’i yanlış tanımışız’’ diyerek Karadeniz’de Çin, Kazakistan ve Rusya’dan oluşan üçlü tatbikatı başlattı. Bu tatbikat, üç guruba bölünmüş dünyaya, ayrı ayrı mesajlar veriyordu (http://www.tarafsizhaber.com/.…/drmehmethakansaglambatil…).

Bu, birinci gruba bir gövde gösterisi, ikinci gruba uyarı, grupların dışında kalan ve stratejik önem taşıyan ülkelere de “gözünüzü açın’’ mesajı idi. Söz konusu tatbikat ile Suriye işgalinin yolunu kapayan ŞİÖ, bedelini Rusya üzerinden Ukrayna ve Kırım ayaklanmaları ile ödüyordu. Bu saldırıları da ŞİÖ nezdinde bertaraf eden Putin, Batı emperyalizmini bunalımdan bunalıma sürüklemeye başladı. Bunalıma düşen emperyalizm, çareyi iç ayaklanma ve sünni radikal islam örgütlerini, Alevi Esad’ın üzerine kışkırtmakta buldu. İç ayaklanmanın temsilcisi olarak seçilen SUK ‘’Suriye Ulusal Koalisyon’’, eş başkan Tayyip tarafından İstanbul Maltepe’de, ÖSO ise Antakya’da kuruldu. Destekçileri; PYD, ElNusra ve el altından PKK İdi. Esad’a karşı bunlar yetersiz kalınca, 1500’e yakın radikal örgütleri Suriye üzerine göndermek için Ortadoğu’da toparladılar. Toparlanan ruh hastalarının finansmanlarını Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve BAE üstlenirken, silahlarını da İsrail ve ABD tedarik ediyordu. Tarihte benzerine rastlanmayan iğrenç saldırılara rağmen Esad devrilmedi.

10 YILLIK TAYYİP-GÜLEN ORTAKLIĞININ SONU 

Dünyada yapılan 3.Devrimi (elektronik) de kaçıran Batı emperyalizmi, pazarı Çin’e kaptırınca bölgesel kontrolü elinden kaçırmaya başladı. Boşluktan yararlanan PKK güç kazanmaya, 1500’e yakın ruh hastaları kontrolden çıkmaya başlarken, Esad direndikçe Tayyip kuduruyor, güvendiği efendilerinin elinden bir şey gelmeyeceğini ve piyon olarak kullanıldığını anlayınca, bölgedeki ruh hastası örgütlerden bir kısmını yanına alarak bir kısmına da el altından yardım ederek, ‘’RABİA’’ işaretini yapıyordu. Bu şu anlama geliyordu; ‘Gülen ile birlik olarak beni kullandınız, ya ben ya Gülen’ kozunu masaya sürerek, Süleyman Şah rolüne soyunmak… Yıllar önce planlanan ve bunun için Gülen okullarına ve Zaman Gazetesi’ne para akıtılarak ‘ılımlı islam’ yatırımı yapan ABD, Tayyip’in blöfü ile bunları çöpe atamazdı. Bu nedenle 17 – 25 Aralık operasyonu düzenlendi ve ABD Gülen’i tercih etti. 10 yıllık ortaklık bir günde yok oldu. Efendiler ve işbirlikçiler birbirine düştü.

SONUÇ
Doğu-Orta Doğu ve Afrika’da yaşanan günümüz savaşları toprak savaşları değil, sistem savaşlarıdır. Yazımızın birinci ve ikinci bölümünde anlattığımız gibi, Tek Dünya Din İmparatorluğu kurmak için yola çıkan Batı emperyalizmi ve bölge işbirlikçileri Orta Doğu’da çakılıp kaldı. Geri dönme ve uzlaşma şansı olmayan emperyalizm yenilginin getirdiği sonuçlar itibarı ile büyük bir sarsıntı ve dağılma sürecindedir.

Büyük bir dağılmayı önlemek için devreye giren Papa, önce AB ülkelerini toparlayarak çatlak sesleri susturdu. http://www.sozcu.com.tr/…/ab-liderleri-roma-anlasmasinin-6…/

Arkasından Trump, Suudi Arabistan’a gönderilerek; İngiliz ve İsrail tarafından denetim altıda tutulan ”Arap Nato”sunu denetleyerek yeni süreç için her türlü garantinin verileceğini iletti.

Suudi Arabistan’dan İsrail’e geçen Trump, Papa-Haham ittifakının geçerli olduğunu, Suriye üzerinden gelecek her türlü saldırının güvenliğini alacaklarını iletti.

İsrail’den Vatikan’a geçerek Papa’ya rapor verdi. http://www.sozcu.com.tr/…/trump-ile-papa-vatikanda-bir-ara…/

Yeni talimat ile Nato’yu toparladı.

Yukarıdaki gezintiye; “PYD stratejik ortağımızdır” diyerek ağır silahlar ile donatacağını ekleyerek Lübnan vekili VALİD SAHRYA’nın ”Orta Doğu Modern harita ile son günlerini yaşıyor” TRUMP ”O’na (Şi Ciping) güveniyorum. O iyi bir insan Kuzey Kore sorununu çözün, O çözmezse biz çözeriz”

Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki; Batı emperyalizmi ve bölgesel işbirlikçileri 2.Sykes-Picot saldırısı için yeni strateji hazırlıklarını tamamlamak üzere Haçlı Ordularını toparlamıştır. (Kurtuluş savaşında bizi arkadan vuran kimdi, Suudi Arabistan, Ürdün)
Bölgeden Rusya’yı söküp atmak için Alevi-Sünni çatışmasının kapısını aralayan ABD, Kürt kartı, FETÖ ile Türkiye’nin safını belirlemesi gerektiğini AKP hükümetine dayatırken (Son nokta ABD’de nasıl kondu?) ÇiN’e de ‘bu kavga senin kavgan değil’ diyerek SIO birliğini parçalamak istiyor.

Bu stratejileri, yapacağı şeyleri de gizlemeden bağıra bağıra söylüyor.
“Bize karşı çıkan devletleri komşuları ile birbirine düşürecek durumda olmalıyız. Ancak, eğer karşı çıkan devlet ve komşuları birlik olarak bize karşı çıkarlarsa, o zaman dünya savaşı çıkaracak güçte olmalıyız.”
Siyonist Protokol/7(http://www.google.com.tr/url…)

Sürecin Türkiye’ye dayattığı “Benim partim, benim derneğim” demek değildir. Hayat ve devrim “Tam Bağımsız Türkiye” diyen her siyasi yapıyı birleştirecek Kemalist Birleşik Cephe’yi önümüze koymuştur.

YA BİR YOL BULUNUR YA DA BİR YOL AÇILIR

Mustafa Kemal; “Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir’ diyerek kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni gençliğe emanet ederken şunları söylüyordu:
“Bu sistemi koruyamazsanız, yüz kat daha güçlenerek gelecek ve elinizden alınacaktır”

İşte gün o gündür. Ordularımız dağıtılmış, kalelerimiz cebir ve hile ile ele geçirilmiş, iktidara sahip olanlar gaflet, delalet ve ihanet içindedirler.

DÜNYANIN GELDİĞİ SON DURUM 

Dünyanın dört köşesi, gerek resmi olan ordular gerekse de emperyalist ve işbirlikçilerinin kurduğu taşeron terör ile kan kokuyor, canlar alınıyor, nükleer savaş tehditleri havalarda uçuşuyor. 

Peki neden?

Doğada olmayan malların üretimi makineler (üretim araçları) ile yapılır. Her yüz yıla yakın gelişen teknoloji ile bu üretim araçları değişir. Üretim araçlarının değişmesi, toplumlarda da üretim tarzını ve yaşam biçimini zorunlu olarak değiştirir. Bu değişimde, toplumların yeni yaşam şeklini belirleyen ana unsur; üretim araçlarının hangi felsefeye uygun olarak kullanıldığıdır.

Bu değişimde, toplumlar tek bir felsefe, tek bir milli töreye bağlanarak uygulanmadığı zaman, dünyadaki değişik felsefeler uyumsuzluk içine düşer ve dünya savaşları patlak verir. İşte I.Dünya Savaşı tam da bu nedenle çıkmıştır. 1918 ile 1924 yılları aralığında yıkılan dünya üzerinde kurulan yeni devletler üç felsefe ile üç sistem üzerine kurulmuştur. 

     a- Yahudi / Katolik / Roma felsefesine uyarlanmış Liberal Sistem.

     b- Türk / İslam felsefesine uyarlanmış Kemalist Sistem.

     c- Diyalektik felsefe -din tanımaz- üzerine kurulmuş Sosyalist Sistem. 

İstisna olarak Çin, 1924’te kurulan bu sistemlerden Kemalist Sistemi seçmiş, 1949 yılında Çin Devrimi’ni bitirmiş, Kemalist Sistemi kendi ülkesinin özel şartlarına uygulamıştır. 

1924’ten itibaren bu sistemlerin süregeldiği dünyada, bugün teknolojinin zorunlu olarak gelişmesi ile emperyalizmin deyimiyle “4. Sanayi Devrimi” bizim deyimimizle “Elektronik Devrim” yapılmıştır.

YAPAY ZEKA İLE EKONOMİNİN DEĞİŞİMİ

Bugün geldiğimiz noktada ise emperyalizm, Kemalist ve Sosyalist sistemleri ortadan kaldırarak “Yahudi-Katolik-Roma felsefesine dayalı Liberal Sistem” ile “Tek Dünya Düzeni Bir Hükümet sistemi” kurmak istemektedir. 

İsrailli Tarihçi ve Yazar Yuval Noah Harari, 2018’de Davos zirvesinde şöyle anlatıyor. “Gelecekte ekonominin ana unsurları silah, tekstil veya ulaşım araçları gibi ürünler değil; tasarlanmış beyinler ve vücutlar olacaktır. (Hibrit Robot)”

Bilgi teknolojisi ile biyoteknolojinin birleşmesi herşeyi değiştirecektir. Ekonomiyi, siyasal sistemleri ve kişisel hayatları etkileyecektir. İnsanlar bilgi teknolojisi devrimine çok fazla odaklanırken, aynı anda gerçekleşen biyoteknoloji devrimini unutuyorlar. 

Yapay zeka, bilgi teknolojisi ile birleşince çok yıkıcı oluyor. İnsan bedenini özellikle insan beynini anladıkça, yapay zeka bizi yönlendirme ve kontrol etme yetileri kazanıyor. 

Beyin bilimi ya da biyoteknoloji olmasa, yapay zeka, tişört ya da ayakkabı üretebilir, hatta araba kullanabilir ama insanları anlayamaz. Ama yapay zekayı biyoteknoloji özellikle beyin araştırmaları ile birleştirirseniz, bu ona insan duygularını anlama, yönlendirme ve kontrol etme yetileri verir. Bu nedenle asıl devrim; yapay zeka değil, bilgi teknolojileri ve biyoteknolojinin birleşmesidir. 

Data çok az insanın elinde olursa, insanlık sınıflara ayrılmayacak, farklı gruplara ayrılacaktır. Datayı elinde bulunduranlar organizmaları ve insanları hackleyecek. Bu elitler yalnızca insanlığın geleceğini değil, yaşamın bizzat kendisinin geleceğini de kontrol edecek. Eğer demokrasi bu yeni koşullara ayak uyduramazsa, insanlık dijital diktatörlüğün eline geçecektir. 

PLAN:DÜNYA EYALETLERE BÖLÜNECEK

2003 yılında BOP Projesi hayata geçirilirken Yeni Dünya Tek Din İmparatorluğu olarak hazırlanmış, sınırların ortadan kalktığı dünya haritası çizilmişti. Türkiye’de eş başkan ve yedeğindeki muhalefet de oyun kurucuları arasına alınmıştı. (Geniş bilgi için bkz. www.bcp.org.tr Ulusal Manifesto)

Sınırsız ve sınıfsız yeni dünya haritasına göre, insanlar gruplara ayrılacak, birkaç ülkenin birleştirilmesi ile dünya eyaletlere bölünecek, her eyaletin yerel yönetimleri emperyalist elitlerden oluşan dünya hükümetine bağlanacak ve onlardan gelecek talimatlar ile eyaleti yöneteceklerdi. 

Örnek: İstanbul; Türkiye, İran, Irak, ve Suriye’den oluşan eyaletin başkenti olacaktı. İstanbul’da binalar, yollar ve AVM’ler buna göre inşa edilmişti. Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin sermayesi MUSİAD’da toparlanacak, TUSIAD tasfiye edilecekti. AKP’nin dağılması MUSIAD’ın da dağılmasını beraberinde getirdi. 

EKONOMİK SÜREÇ HIZLANDI, KÜRESELLEŞME BAŞLADI

Çin, aynı devrimi kendi içinde gerçekleştirip, Rusya ve Kazakistan’ı yanına alarak ŞIO (Şanghay İşbirliği Örgütü) kurulunca oyun bozuldu. Bunun sonucunda, BOP Projesi ve yeni dünya devleti duvara tosladı. BOP Projesi için oluşturulan ittifak cephesi ve yerli işbirlikçileri kendi içinde parçalanmaya başladı. Ganimetlerin pay edilmesi tehlikeye düşünce de 15 Temmuz bölüşüm dalaşı yapıldı. 2019 yılına geldiğimizde ise yine aynı yerde (Davos Zirvesi) Çin kendi projesini (yapay zeka ve biyoteknoloji devrimi) ilan edince dünya 2003 yılına geri döndü. 

Çin’in, emperyalizmin bu dayatmasına karşı getirdiği tez;

Batı, dünyanın küreselleştiğini iddia ediyor. Oysa geçtiğimiz yüzyılda ortaya çıkan küreselleşme, yalnızca Batı ülkelerinin ya da Akdeniz uygarlığının ekonomik küreselleşmesi idi. Geçtiğimiz yılın sonu, bu yılın başından itibaren ülkeler arası mesafeler ve iletişim engelleri büyük ölçüde azalarak ekonomik süreç hızlanmıştır. Ve çağdaş anlamda küreselleşme başlamıştır. 

KÜRESELLEŞMEDE İTİCİ GÜÇ

Batı; çok uluslu şirketler ile finans kuruluşlarını ekonomik küreselleşmenin itici gücü olarak konumlandırıp, dünya çapında endüstriyel düzenlemeler yapmış, kaynak dağılımını düşük maliyetli ve iyi iş ortamına sahip ülke ve bölgelerde yapılandırmıştır.

Çin bu küresel süreçte, küresel endüstriyel zincirini tabandan tavana adım adım ilerleterek, insanlık ortak kader topluluğu vizyonuyla “4. Sanayi Devrimi çağında küresel yapının kurulması için çaba harcamalıyız” diyerek aşağıdaki önerileri ortaya koymuştur. 

1- İnsanlığın güvenliğinin sağlanması için ilgili kurallar ve kıstaslar oluşturulmalı, bilimsel keşifler ile teknolojik, inovasyon, uygulama ve yaygınlaştırmada daha geniş bir ufuk yaratılmalı. 

2- Ülkelerin çıkarları arasında denge sağlanmalı, özellikle gelişen ülkelerin çıkarları dikkate alınmalı. 

3-Bütün ülkelerin ulusal egemenliğine saygı göstermeli, teknolojik hegemonya amaçlanmamalı ve diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmekten kaçınılmalıdır.

4- Barışçıl, güvenilir, şeffaf, kapsayıcı ve genel yarara dayalı bir teknolojik kural sistemi ile yeni uluslararası işbirliği çerçevesi oluşturulmalı. 

5- Sosyal adalet korunmalı.

6- Politik ortam düzeltilerek, sosyal refah ve istikrar sağlanmalıdır. 

Çin, bu düşünceleri doğrultusunda yeni dünyayı barışçıl ve dünya devletleri ile birlikte kurmak isterken, bir yandan emperyalizmin yüzyıllık planlarını suya düşürürken bir yandan da dünyada sempati toplamayı sürdürüyor. Ve bu düşüncelerini ülkelere tek tek anlatıp ikna etmek için kapı kapı dolaşıyor. 

PEKİ, ÇİN KARŞISINDA BATI NE YAPIYOR 

NATO; AB, Arap ülkeleri, Orta Asya ülkelerinde stratejik öneme sahip ülkelerde Blockchain platformları imzalatıyor. (Örneğin Türkiye’de 2019’da Türkiye Blockchain platformu kuruldu. Başına Bülent Eczacıbaşı ve Vakıfbank genel müdürü getirildi. 24 Ocak 2019’da Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’a imzalattırıldı. Pekcan imzayı atarken “Cumhurbaşkanımızın talimatları ile Türkiye Blockchain Platformunu imzalıyorum” ifadelerini kullandı. Batı, bu imzalar ile bir yandan ülkeleri tam sömürge yaparken, diğer taraftan da -Çin ülkelerle görüşmeye gittiği zaman- askeri tatbikatlar ve ittifak halindeki ülkelerin nükleer bombardıman uçakları ile keşif uçakları gönderiyor.

İşte bazıları (Son bir ay içinde)

1-  İngiltere’den kalkan 3 nükleer bombardıman uçağı, Baltık ülkeleri ve Kırım üzerinde keşif yaparak geri döndü.

2- İtalya’dan kalkan nükleer savaş uçağı; Bulgaristan ve Karadeniz üzerinde keşif yaptı. 

3- ABD ve İsveç uyruklu 2 bombardıman uçağı Baltık ülkeleri ve Karadeniz’de keşif uçuşu yaptı. 

4- Çanakkale Boğazı’ndan geçen 3 ABD savaş gemisi İstanbul Boğazı’nı geçerek Karadeniz’e demir attı. 

5- Karadeniz’de Romanya önderliğinde NATO deniz tatbikatı yaptı.

6- ABD Güney Kore Pasifik Okyanusu’nda tatbikat yaptı. 

7- Fransa Rusya sınırına asker ve tank gönderiyor. 

Bu anlatımda görülüyor ki; 3. bir kutup çıkmazsa, Batı ve Doğu arasında ya barışçıl yollarla ya da savaş yoluyla dünya yeniden kurulacaktır. 

DÜYUN-U UMUMİYE’DEN DE AĞIR BLOCKCHAIN

An itibari ile biz bu kutupların neresindeyiz.

İktidar ve muhalefet her ne kadar Doğu’ya yanaşmış görünse de aslında Batı bloğunda yer almaktadırlar. 

Neden mi?

1- 2019’da Bülent Eczacıbaşı ve Vakıfbank genel müdürü başkanlığında “Türkiye Blockchain Platformu” kuruldu. Platformun görevi, Türkiye’deki tüm sermayeyi 40-50 aile ve yabancı ortaklı şirketler altında toparlamak. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, 24 Ocak 2019’da bu platformu imzalarken, “Cumhurbaşkanımızın talimatı ile bu platformu imzalıyorum. Türkiye Blockchain Platformu, yeni ekonominin geçişinde bize köprü görevi görecek” ifadelerini kullandı. 

Bu, Düyun-u Umumiye’den daha da ağır olup, Türk halkı için boyunduruk ve tam bağımlılık anlamını taşır. 

2- Günde en az üç beş kez yinelenen S-400 ağızlardan düşmemekte ve her seferinde iktidarın değişik yetkilileri “Biz NATO’ya sadık, NATO müttefikiyiz” sözünü tekrarlayarak NATO’ya bağlılıklarını teyit etmektedir. 

NATO’dan ayrılmak gibi bir düşünceleri olmuş olsaydı, sessiz sedasız kamuoyundan habersiz “Türkiye Blockchain Platformu” kurulmaz, platin ve altın diye adlandırılan 40-50 firma açıklanmazdı. 

3- Son ABD ziyaretine giden heyet (AKAR- ALBAYRAK-PEKCAN) sıradan oluşmuş bir heyet değil, ABD’nin talimatı ile seçilmiş bir heyettir. ABD, bu heyetten yeni asker yapılanması ve Blockchain ekonomi raporunu talep etmiştir. 

AKAR’ın basına yansıyan sözleri ise “NATO çerçevesinde Türkiye-ABD güvenlik ittifakının tarihi derinliği ve kurumsal gücü, ikili ilişkilerimizin teminatıdır” şeklindedir. 

ALBAYRAK, “Türkiye-ABD ekonomik ilişkileri, ikili ilişkilerimizin motoru olmalı, geleneksel ortaklığımız kadar güçlü olmalıdır” demiştir. 

Bu görüşmenin ABD-Çin 9. görüşmesinin arkasından yapılması da tesadüf değildir. Çünkü bu görüşmenin ertesi günü Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un, “ABD ile anlaşma sağlanmadığı için nükleer denemelere devam edeceğiz” diyerek, Fransa Rus sınırına asker ve tank gönderme kararı aldı. 

4- Yerel seçimlerin hemen ardından mazbatanın verilmesi için beklenen 17 günlük süreç, ABD ile yapılan pazarlık süreciydi. Heyetin ABD’den döndüğü gün mazbata verildi. Tayyip Erdoğan’ın “kızgın demiri soğutalım” söylemi ise bu tespiti doğrulamaktadır.  

Tipik 1919’u yeniden yaşıyoruz. Bunu bir cümle ile ifade eden Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Erdoğan’a “Sınırlı gücünle ABD-ÇİN-RUSYA arasında dans etme” demişti. Erdoğan bugün tıpkı Vahdettin gibi “biri beni kurtarsın” feryatları içinde. 

Bu nedenle; biz MAVİ GÜNEŞ’in çocukları, ‘’Bağımsız Cumhuriyet Partisi’’ çatısı altında; ‘’YA BİR YOL BULUNUR, YA DA BİR YOL AÇILIR’’ sloganıyla Atatürk’ün izini sürerek, bağımsızlık için yola çıktık.
Tarih kırılıyor, kırılan tarihi halk yeniden yazacak.

Kemalizm bilinmeden hiçbir sorun çözülmez!..

Saflar net!..

Ya İHANET ya da CUMHURİYET!..


Bağımsız Cumhuriyet Partisi

Genel Sekreterliği


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir