Arka fonda: denetimsiz, açık entellektüel sermaye bütün üretim faktörlerinin önüne geçmektedir.
Hükümetler girdisi-çıktısı bilgi olan her an değişen bu dünyada daha çok bilgi üretmek ve kullandırmak üzere şeffaflık,verimlilik ve kaliteyi hedefliyor.
Bu anlayışla vatandaşların daha çok entellektüel sermaye üretebilmeleri için bilgilerini geliştirdiği ve paylaştığı platformlar oluşturuluyor ve teşvik ediliyor.
Aileden topluma,kurumlara ve ülkeye kuşku duyulmadan inanma, bağlanma ve samimiyet duygusu gelişiyor.
*
Bu gerçeğe Atatürk,”Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, önce biz kendimize, benliğimize, milliyetimize bu hürmeti;
Hissen,fikren,fiilen,bütün ef’al ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır” ifadesiyle işaret ediyor.
*
Nitekim,doğal rekabette entellektüel sermayesini kullanan gelişmişler, gelişmekte olan ülkelerin-mesela, Türkiye’nin varlığını satın alıyor.
Teminen ilim,irfan,maddi- manevi zenginlik kazanabilmek için entellektüel sermayeyi -yani, düşünsel türevi lâikliği ya da özgür akıl ve vicdanı dışlayan -yerine; yol gösterici, temsil edici ve başkanlık edici birini, bir fetişi, bir şeyi,bir gücü ya da bir ülkeyi halis bir rabıta gibi algılayan, aklını bu objeye sıkıştıran ve mütemadiyen beynini uydurmaya açmış bireyler kullanılıyor.
Her satışta olduğu gibi satış gerçekleştikten sonra satılan satanın değil alanın oluyor; inanma, bağlanma ve samimiyet tükeniyor.
*
İşte bu biri, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde “Büyük Restorasyon: Kadimden Küreselleşmeye Yeni Siyaset Anlayışımız” konulu bir konuşmadadır!
“Üç büyük kültür harmanı var:Birincisi İskender Medeniyeti, ikincisi İslam Medeniyeti, üçüncüsü ise Türklerin Kürtlerle, Araplarla hatta Hiristiyanlarla birlikte olduğu kültür harmanı. Dış politikamızın da temelinde bu var. Kim ne derse desin! Bunu deyince bize yeni Osmanlıcı diyorlar.Biz Osmanlı’ya, Abbasi’ye saygı duyarız. Ama şunu da sorarız: Niçin Avrupa birleşirken yeni Romacı olmuyor da biz 100 yıl önce beraber yaşayan halkları yeniden birleştirmek isteyince Osmanlıcı oluyoruz?” diyor !
*
Fonun önünde: yeniCHP olağanüstü Parti Meclisi toplantısında İmralı ve anayasa süreci değerlendirilmektedir.
Sonuçta sürecin samimiyetle yürütülmesi çerçevesinde yasallığın gözetilmesi ve şeffaf yürütme isteniyor, Başkanlık Sistemi gibi gizli bir ajanda reddediliyor…
*
Halbuki Davutoğlu,”topluca Türk vatandaşlarının,’Yurtta sulh, cihanda sulh’ arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğuna amir Anayasa doğrultusunda,
TBMM kürsüsünden “Devletin varlığı ve bağımsızlığını vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü ” ifadesiyle başlayan ve “lâik Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkilâplarına bağlı kalacağım” diye devam eden andın sahibidir!
Bu politik düşüncesi ile 1923’te bağımsızlıkçı, antiemperyalist, aklı ve bilimi rehber edinen çağdaş Türkiye’nin Batılı devletlerle siyasi,hukuki,iktisadi ve sosyal ilişkilerini yeni baştan düzenleyen,
Türk ulusunun hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığını içermeyen,ne toprak almacı ne de toprak vermeci, kurucu Lozan Barış Anlaşmasını da ihlâl ediyor.
Türk milletinin Davutoğlu’nun bu düşüncesinden gelişen dış politikası misyonuna samimi bir inanç ve bağlılık oluşturmasının olanağı bulunmuyor…
*
Ya da AKP iktidarı, devleti PKK terör örgütünün tutuklu lideri Abdullah Öcalan ile İmralı’da doğrudan müzakere masasına oturtmuştur.
Uluslararası camiada PKK’nın bir terör örgütü değil bir azınlık grubunun isyan hareketi olarak algılanmasına ve giderek meşruiyet kazanmasına yol açılıyor.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Kürt ve Kürdistan sorunu çözümü için “Stratejik bir değişikliğe girmemiz gerekiyor. Devlet de artık Kürt-Türk ilişkilerinde stratejik bir değişiklik olması gerektiğini düşünüyor. Suriye’de de facto bir devlet var. Türkiye’nin burayla, Güney Kürdistan’la ilişkisi çok önemlidir. Öcalan’ın Nevruz’la birlikte bu değişikliği yaratabilecek bir çağrı yapmasını bekliyoruz” diyor!
Bu ne anlama geliyor? Ne diyor?
*
Bugünün uluslararası sisteminde devletlerin egemenliği ve siyasal esasları, devletler arası eşitlik, bir devletin iç işlerine başka bir devletin karışmaması prensipleri;
Modern çağın başlangıcı sayılan Otuz Yıl ve Seksen Yıl Savaşlarının sonunda 1648’de Kutsal Roma İmparatorluğu ile Alman prensleri, İspanya, Fransa, İsveç ve Hollanda hükümetleri arasında yapılan Westphalia Barışından geliyor.
En güçlü entellektüel sermayenin sahibi ABD; askeri gücünü yedekte tutarak etkili ekonomik ve siyasi gücü ile demokrasi, yetki devri,yeniden yapılandırmalar gibi insan odaklı yöntemlerle sınırsız bir dünyayı oluşturmaya yöneldiği -özellikle,Kosova Müdahalesinden sonra Westphalia Barışından gelen -bugün, Birleşmiş Milletler Teşkilatının merkezinde uluslararası sistemin temel ilkesini oluşturan uluslararası hukuku değiştirmeye yönelmiştir; Türkiye’yi de bu yönde kullanırken, Davutoğlu’nun zihniyet ortağı AKP iktidarı da bu bulanık suda köhne düşünceleriyle ilim,irfan, maddi-manevi zenginlik peşindedirler…
*
Neo-liberal Osmanlıcı siyasetlerinin bölgedeki arayışlarına, jeopolitik koşulları da ekliyor ve Türkiye’ye Irak Kürdistan bölgesini “ikinci yavru vatan” yapmak, buna Suriye Kürdistan’ını eklemek ve paralelinde PKK terör örgütünü dağdan indirip silahsızlandırmak ve siyaset zeminine çekmeye yönelik açılım siyaseti izliyorlar.
Stratejilerini Türkiye’nin bütünlüğünü, ulusal birliği ve tam bağımsızlığını belirleyen, bunlarla bağdaşmayan ödünlerde bulunulmasını engelleyen, Atatürk’ün ” millî, vatanın dış düşman karşısındaki durumunu ve yerini tespit eden kutsal bir kuraldır” dediği Misak-ı Milli üzerine kuruyorlar.
*
Misak-ı Milli Kurtuluş Savaşının siyasi manifestosu, cumhuriyet anayasalarında Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının dayanağıdır.
Bir yanıyla son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin, diğer yanıyla Türkiye 1.Meclisinin kabul ettiği asgari barış şartlarını kapsıyor.
Ama Osmanlı Mebusan Meclisinde hazırlanan belgede ülke sınırlarının belirlenmesi -fakat, 1.Mecliste ülke sınırlarının ayrıntılı biçimde belirlenmemiş olması gibi bir fark yüzünden uluslararası camiada geçerliliği kuşkuludur.
Bu noktada gerekçesi-ister, uluslararası camianın Misak-ı Milli ile ilgili algısından kaynaklanan Türkiye’den bir talebi olsun -isterse, ABD’nin sınırsız tek bir dünya hedefini paylaşan neo-liberal Osmanlılık vizyonu olsun; “Türkiye’nin neresi olduğu” tesbitinden hareket ediliyor!
Nasılsa kendileri kurnaz, diğerleri ahmaktır, Türkmenli, Musul’lu, Kerkük’lü, Kamışlı’lı bir müjdeye hazırlanılıyor…
*
Türkiye her tür yayılmacılığı reddederken -şimdi, AKP’nin hayali peşinde Misak-ı Milli’yi ve Lozan Barış Anlaşmasını geri almacı yönde kullanmaya yönelmekte ve çok ciddi uluslararası suç işlemektedir.
Anayasa’da neo-liberal Osmanlıcı vizyonun ve Kürt kimliğine tanınacak statünün Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkilâp ve ilkeleri doğrultusunda belirlenen Türk vatanı, Türk milletinin varlığı ve Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünden hangi kesintilere gidileceği tartışılırken; yeniCHP olağanüstü Parti Meclisi süreçte samimiyet arıyor,samimiyet istiyor…
Bir yanıt yazın