YÖK’ün “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Raporu” ve Gözden Kaçan Gerçekler
YÖK 18 Şubat 2022 tarihinde “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Raporu” nu açıklamıştır. 2019 yılından sonra üniversitelere ilişkin değerlendirmelerin yapılabilmesine imkan sağlamak amacıyla üniversite izleme ve değerlendirme çalışması yürütülmektedir. YÖK Başkanı sayın Prof. Dr. Erol Özvar Rapor’un sunuşunda “Yükseköğretim kurumları kendilerinden talep edildiği şekilde en üst seviyede eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütmekte” olduğuna dikkat çekmektedir. “Yükseköğretim sistemimizin kalite odaklı dönüşümünün sağlanmasında şeffaflık ve hesap verebilirlilik bütün tarafların ortak görüşü” olduğunu vurgulamaktadır.
Rapor’da kalite odaklı dönüşümün sağlanabilmesinde, uluslararası dergilerde yayımlanmış kurum adresli yayın sayısının önemine vurgu yapılmakta, bu kapsamdaki 5 üniversite örnek olarak verilmektedir. Bu üniversiteler; Koç, Çankaya, Sabancı, Sağlık Bilimleri ve Piri Reis’tir.
Aşağıda uluslararası hakemli dergilerde yayımlanan yayın sayısına göre üniversitelerin dağılımı verilmektedir. Devlet üniversitelerinin yayın sayısı vakıf üniversitelerinden fazladır. Acaba YÖK bunun sebebini araştırmış mıdır? Bunun araştırılması YÖK’ün görevi olmalıdır. Fakat maalesef YÖK bu konuda görevini yapmamaktadır. Bu yapılmaz ise Türk üniversitelerinin dünya sıralamalarında ilk sıralarda yer alması mümkün değildir.
Türkiye’nin 11’nci Kalkınma Plan hedefleri arasında ekonomik hedeflerin yanında çok önemli bir hedefi daha vardır: “Dünya akademik başarı sıralamaları 2023 itibariyle Türkiye’den en az 2 üniversitenin ilk 100’e ve en az 5 üniversitenin de ilk 500’e girmesi sağlanacak.” Bu hedefe ulaşmak için kaliteli yayın yapmak üniversitelerin görevi olmalıdır. Eski bir DPT mensubu olarak açıklamak isterim ki, 11’nci Kalkınma Plan hedeflerine ulaşmak artık mümkün değildir.
ODTÜ Enformatik Enstitüsü URAP Başkanı Prof. Dr. Ural Akbulut Türk üniversitelerinin dünya genel sıralamalarındaki durumu hakkında şu yorumu yapmıştır: “ Üniversitelerimizin bilimsel makale sayısı 2010’dan bu yana sürekli arttı. Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.“ )
Eğer vakıf üniversitelerinde profesör atamalarında aşağıda yer alan gülünç ve bilim dışı 9 kriter esas alınıyor ve YÖK bu duruma göz yumuyorsa, görevini yapmıyor demektir:
- Dosyanın Daha Düzenli Olması,
- Taşınır Bellek,
- Adayın Genç Olması,
- Adayın Dinamik Olması,
- Adayın Yaşı,
- Adayın Lisans ve Yüksek Lisans Programında Ders Vermesi,
- Alanında Yetkin Olması,
- Profesörlük Kadrosuna Atama Kriterlerini Fazlasıyla Taşıması,
- Şartları Fazlası ile Sağlaması
Eğer YÖK mevzuatında olmayan hukuk dışı kriterler esas alınarak profesör ataması yapılırsa, Türk üniversiteleri değil ilk 500’e ilk 2,500’e bile giremez. Maalesef bu kriterler bir vakıf üniversitesinde profesör atamalarında kullanılmaktadır. Prof. Akbulut bunun sebebini şöyle açıklamaktadır: “Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.”
Bu konuda yaşanmış bir gerçek vardır. Süreç YÖK tarihine geçecek kadar önemlidir. Bir vakıf üniversitesindeatanan öğretim üyesinin yayınlarının hiçbiri açılan kadronun “bilim” alanından değildir. Üstelik atanan adayın doçent unvanını aldıktan sonra en az beş yıl “açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında” yayınını da bulunmamaktadır. Ayrıca atama sürecinde çok sayıda yargı kararlarına da uyulmamıştır: “… usulüne uygun oluşturulmayan jüri değerlendirilmesine dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemlerin hukuka uygun olduğunun kabulüne imkan bulunmamaktadır.” (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E. 1990/744, K. 1991/41, K.t. 11.10.1991)
Jüri üyelerinin başvuran adaylarla “aynı BİLİM ve sanat alanından” olması gerekirken, bu hüküm görmezden gelinmiştir. ) YÖK Denetleme Kurulu’nun 11 Nisan 2019 tarihli Akademik Kadro İlanlarında Aranan Ek Koşullara İlişkin Bilgi Notu da yok sayılmıştır.(https://denetleme.yok.gov.tr/yayinlar-raporlar/bilgi-notlari)Ayrıca,“… ilan edilen kadronun BİLİM veya sanat alanı ile ilgili en az beş profesör” ilkesinin dışında jüri belirlenmiştir.
Türk üniversitelerinin başarılarında önemli faktörlerden birinin bu üniversitelerin öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan “atıflar” olduğu Rapor’da yer almıştır ama buna uyan yoktur.
Ankara’da ünlü bir tıp doktorunun adına taşıyan vakıf üniversitesinde öğretim üyesi alımında yukarıdaki bilim dışı 9 kriter esas alınarak profesör ataması yapılmıştır. Üniversitelerarası Kurul’un 29 Mart 2021 tarihinde aldığı karar çok açık olmasına rağmen buna da uyulmamıştır: “KOMİSYONUMUZ SÖZ KONUSU JÜRİ ÜYELERİNİN TAMAMININ ULUSLARARASI TİCARET ALANINDAN OLMASI GEREKTİĞİ KANAATİNE ULAŞILMIŞTIR.”
ÜK Kararı yok sayılmış, gereği yerine getirilmemiş, ilgili üniversite kararı uygulamamıştır. Bu durumda ÜK Kararları “suya yazılan yazı” olmuştur. Eğer ÜK’un almış olduğu kararlar uygulanmıyorsa, YÖK sisteminden ÜK çıkarılmalıdır. Çünkü aldığı kararı YÖK uygulamamakta ısrar etmektedir.
İlgili vakıf üniversitesi, konuyla ilgili Danıştay kararlarını da uygulamamaktadır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun E. 1990/744, K. 1991/41, K.t. 11.10.1991) kararı yok sayılmıştır:“…mevzuatta öngörüldüğü ve amaçlandığı şekilde, adayın bilimsel değerlendirmesini yapacak olan jürinin, adayın BİLİM ALANIYLA ilgili kişilerden oluşturulması esas olup, jüri değerlendirmesinin bir bütün olarak dikkate alınması gerekeceği de kuşkusuzdur. Olayda, diğer üniversitelerde Farmasötik Toksikoloji Anabilim dalında öğretim üyesi bulunup, bulunmadığı araştırılmaksızın, DAVACININ BAŞVURDUĞU PROFESÖRLÜK, KADROSUNUN BULUNDUĞU BİLİM ALANINDAN ÇOK AYRI BİR BİLİM ALANINDA, ANALİTİK KİMYA ANABİLİM DALINDA GÖREVLİ BİR ÖĞRETİM ÜYESİNİN JÜRİ ÜYELİĞİNE SEÇİLMİŞ OLMASI İTİBARİYLE, JÜRİNİN OLUŞUM BİÇİMİNİN MEVZUATA UYARLIK TAŞIMADIĞI AÇIKTIR.”
Danıştay 8. Dairesi’nin 27.09.2010 tarih ve 2010/3384 Esas No, 2010/4726 kararı neden yok sayılmıştır? Anlamış değilim: “BU KOŞUL, AÇILAN KADROYA ATANMASI İSTENİLEN KİŞİYİ TARİF EDER NİTELİKTE OLDUĞUNDAN, bu yönüyle dava konusu edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmayıp, mahkeme kararının bu gerekçeyle onanması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle Ankara 5. İdare Mahkemesi kararının yukarıda anılan gerekçeyle onanmasına … oybirliğiyle karar verildi.”
Atanacak kişi atanmasından 4 ay önce açıklanmış olmasına rağmen atama yapılabilmiştir. Bu durum Anayasa Madde 2’ye tamamen aykırıdır. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
YÖK Madde 26 sanki Türk üniversiteleri için değil, Patagonya’daki üniversiteler için yazılmıştır: “Profesörlük kadrosuna başvuran adayların durumlarını ve bilimsel niteliklerini tespit etmek için üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunca en az üçü başka ÜNİVERSİTELERDEN veya yüksek teknoloji enstitülerinden olmak üzere ilan edilen kadronun BİLİM alanıyla ilgili beş profesör seçilir.”
Atama yapılmadan 4 ay önce atanacak kişinin adı (X) açıklanmış olmasına ve bu durumdan ilgili üniversitenin Rektörü, MH Başkanı ve eski Anayasa Başkanı bilgi sahibi olmasına rağmen, atama yapılabilmiştir. Bu konuyla ilgili olarak; “… yukarıda açıklanan gerekçelerle … Üniversitesi’ne geçişine izin verilmemesi hem akademik bir gereklilik ve hem de vicdani milli bir sorumluluktur”açıklaması da yok sayılmıştır. Çok daha önemlisi, ilgili üniversite kendi mevzuatını da yok saymıştır:
Ataması yapılan (X) kişisi ile atanmayan (Y) kişisi arasında bilimsel uçurum vardır. Ataması yapılan (X) kişisinin yayınlarına yapılan atıf sayısı 574 iken atanmayan (Y) kişisi için bu rakam 2,830’dur. Fark korkunçtur: 2,256
Türkiye’nin önümüzdeki 10-15 yılda bu insanların görev alıp, işleyişi negatif yönde etkileyecek olması, Milli Güvenlik sorunu haline dönüşme riski de yaratmaktadır. Nelson Mandela, “Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir” derken haklıdır. Üniversitelerde eğitimi bilim temelinden koparırsanız eğer, sonuç Türkiye’nin geleceği açısından parlak olmaz.
Üniversitelerimizin 11.Plan Hedeflerine ulaşabilmesi için bütçesinin yüzde 15 ve üzerini Ar-Ge için harcaması gerekir. Bu üniversitelerin sayısı günümüzde beştir: ODTÜ, Sabancı, Boğaziçi, Ege ve Yıldız Teknik. Bunlar, Türkiye’nin birçok göstergede önde olan üniversiteleridir. Boğaziçi ve Bilkent üniversiteleri bütçelerinin yüzde 3’nü yayına ayırmaktadır.
KPSS’de ilk yüzde 5’lik dilime giren program sayısı en yüksek olan Hacettepe, İstanbul, ODTÜ, Boğaziçi üniversiteleri önde gelen üniversitelerimizdir. Çünkü, bu üniversitelerde YÖK’ün onaylamadığı 9 kriteri esas alarak profesör ataması yapılmamaktadır.
Türk üniversiteleri üzülerek açıklamak isterim ki, dünya biliminin gerisindedir. Türkiye’de yapılan yayınların öğretim üyesi başına düşen oranı 0.2 iken, kaliteli ve etki faktörü yüksek dergilerde yayınlanan yayın sayısı daha düşüktür. Yayınlara yapılan atıf almada dünyada 43’ncü sırada bulunmamamız düşündürücüdür. Ortalama kaliteli yayın sıralamasında ve akademisyenler başına bilimsel üretimde çok gerilerde olduğumuz bir gerçektir. Türkiye, üniversitelerinde yıldan yıla gerileyen akademik ağırlık sorunu nedeniyle güven sorunu yaşamaktadır. Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın ODTÜ’de yaptığı açış konuşmasına katılmamak mümkün mü? Karar sizin.
“Bazı vakıf üniversitelerimizin, vakıf mantığıyla asla uyuşmayacak şekilde sadece kazanç odaklı faaliyet gösterdiklerini de üzüntüyle müşahede ediyoruz. Bu meselenin üzerinde de hassasiyetle durulması gerekiyor. Vakıf üniversitelerimizin, kendilerine sağlanan onca ayrıcalığa rağmen, kimi istisnalar hariç, eğitim-öğretimde kalitenin yükseltilmesi beklentilerimize yeteri kadar katkıda bulunamadıklarını görüyoruz.”
Bir yanıt yazın