Yeni Büyük Oyunun Geleceği

“Çin’in Batıya Doğru Politikası”nda Türk Dünyası ve “Yeni Büyük Oyunun Geleceği”

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması, uluslararası sistemde bir jeopolitik depreme ve yeni bir mücadele alanı olarak Avrasya bölgesinde güç boşluğuna yol açmıştır. Bu durum, sadece ABD’nin değil, Çin’in de Avrasya’ya “Batıya Doğru Politikası” çerçevesinde açılmasına olanak sağlamıştır. Çin-ABD rekabeti ise bu süreci daha da hızlandırmıştır. Kuşkusuz Çin, sadece Avrasya’da değil; tüm dünyada etkinliğini arttırmak istemektedir. Pekin bu bağlamda bir yandan bölgesel işbirlikleri ve entegrasyon hareketlerine önem verirken, diğer taraftan da yumuşak gücünü arttırıcı projelere ağırlık vermektedir. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Kuşak-Yol Girişimi üzerinden yürüttüğü Avrasya politikası, elindeki iki önemli araç olarak ön plana çıkmaktadır. Bu araçlar başta Orta Asya olmak üzere Türk Dünyası, Rusya, İran, Türkiye, Pakistan gibi ülkeler açısından bir yönüyle fırsat olarak değerlendirilirken (özellikle denge politikaları açısından), diğer taraftan bir takım tarihsel hafızaya ve jeopolitik gerçeklere dayalı endişe ve korkuya da yol açmaktadır.

Bu endişe-korku, kuşkusuz sadece bu ülkeler açısından geçerli değildir. “Yükselen Çin”, başta ABD olmak üzere Batı dünyasında da bir korku kaynağına dönüşmektedir. Buna rağmen ABD/Batı’nın bu bölgede izlediği politikalar, bahsi geçen ülkeleri Çin’le işbirliği yapmaya zorlamaktadır. Bu çerçevede Çin; yakın çevre, enerji güvenliği, gıda güvenliği ve Kuşak-Yol güzergâh güvenliği ve Rusya, Hindistan gibi bölgesel aktörleri domine etmek, nüfuz alanlarını sınırlamak ve bunlarla kendi perspektifinden daha etkin bir işbirliği ve rekabet yürütebilmek, ABD/Batı etkisini, tehdidini bertaraf edebilmek ve küresel güç olma hedefini gerçekleştirebilmek için bu bölgeyle ilişkilerini yumuşak güç unsurlarına dayalı araçlarla çok boyutlu bir şekilde geliştirmeye çalışmaktadır.

Bundan ötürü Avrasya coğrafyasındaki en önemli jeopolitik rekabet alanı olarak Türkistan bölgesi karşımıza çıkmaktadır. Avrasya’nın kalpgâhı olarak tanımlanan bu bölgenin Çin’in kontrolüne girmesi durumunda sadece ABD değil; AB, Rusya, Türkiye, Hindistan başta olmak üzere, diğer aktörler de bundan olumsuz şekilde etkilenecektir. Örneğin Rusya, her ne kadar şu aşamada Washington’a karşı Çin’le işbirliği geliştirmek zorunda kalsa da orta-uzun vadede Çin’i bir tehdit olarak görmektedir. Rusya’nın öncülük ettiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ve

Avrasya Ekonomik Birliği gibi organizasyonlar aslında bu endişenin birer göstergesidir. Dolayısıyla Avrasya merkezli “Yeni Büyük Oyun”da halen taşlar yerine oturmamış görünmektedir. Çin’in her geçen gün daha da belirgin bir hal almaya başlayan ihtiraslı, agresif politikaları ilgili tarafları Türk Dünyası merkezli yeni bir oyun kurma arayışına itmiş görünmektedir. Bu bildiride “Çin’in Batıya Doğru Politikası”nda ön plana çıkan Türk Dünyası eksenli politikaların “Yeni Büyük Oyun”a etkileri ele alınacak ve bu kapsamda ne tür olası yeni dengelere, denklemlere yol açabileceği hususu tartışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Çin, Türk Dünyası, Avrasya, Kuşak-Yol, Yeni Büyük Oyun

Giriş

SSCB’nin 1991 yılında dağılması ve Türkistan’da bağımsız devletlerin ortaya çıkması, Çin’in bu bölgedeki nüfuzunu artırmasına zemin hazırlamıştır. Çin’in batıya yayılması, ŞİÖ ile birlikte kurumsallaşmış ve Kuşak-Yol Girişimi’yle yeni bir aşamaya geçmiştir. Pekin’in bölgede artan etkisi ve Çin’in Avrasya açılımı, Rusya, ABD, Türkiye ve Hindistan gibi ülkeleri rahatsız etmektedir. Şu aşamada Rusya ve Çin’in ABD’ye karşı işbirliği geliştirmekte olduğu izlenimi yaygın olsa da uzun vadede Moskova’nın kendi çıkarları doğrultusunda Pekin’in batıya yayılmasını önlemek için strateji geliştirmesi gerekmektedir. Bu noktada Rusya, ABD ve Türkiye’nin ve belli ölçüde Hindistan’ın Çin’e karşı işbirliği yaparak Türkistan bölgesinde “Türk Seddi”ni oluşturma potansiyeli bulunmaktadır. Esasen Suriye’de başlayan Türk-Rus işbirliği kısa ve orta vadede ABD’ye karşı görünse de, uzun vadede bu işbirliği Çin’e karşı da söz konusu olabilir. Buradan hareketle çalışmada, Çin’in “Batı’ya Doğru Politikası”nda Kuşak-Yol Girişimi ve onun Türk Dünyası’na olası etkileri ele alınmakta ve çeşitli öneriler getirilmektedir.

“Çin'in Batıya Doğru Politikası”nda Türk Dünyası ve "Yeni Büyük Oyunun Geleceği" - shanghai sangay cin

Çin’in “Batı’ya Doğru Politikası”

1991 yılında SSCB’nin dağılması ve Türkistan’da bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte Çin’in bölgedeki nüfuzu artmaya başlamıştır. Ayrıca, eski Sovyet coğrafyasındaki ekonomik krizin Çin’in ekonomik yükselişiyle eş zamanlı gerçekleşmesi, Pekin’in bölgedeki etkinliğini derinleştirmesine yol açmıştır. Dahası, Çin ile eski Sovyet ülkeleri arasındaki sınır sorunlarının devam etmesi, Pekin tarafından bir koz olarak kullanılabilirdi. Buna ek olarak, Kazak, Kırgız, Özbek ve Taciklerin kendi devletlerini kurmalarıyla Doğu Türkistan’daki Uygur milliyetçiliği de körüklenmekteydi. Bu çerçevede Türkistan, Çin’in Avrasya politikasında başta güvenlik olmak üzere, çok boyutlu politikaları-projeleri açısından stratejik öneme sahip bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Çin’in Türkistan’daki çıkarları, bölgeye yönelik politikası ve stratejisi, 1990 yılından itibaren değişmeye başlamış ve günümüz itibariyle de dönüşüm aşamasındadır. Uluslararası arenada ve Türkistan’daki konjonktürel değişimler, Çin’in iç-dış güvenlik ve ekonomik çıkarlarına ilişkin endişeleriyle birlikte Türkistan’a yönelik stratejisini ve politikasını da etkilemektedir. Genel olarak Çin’in Türkistan politikasında güvenlik, enerji, ekonomi koridorlarının güvenliği ve küresel ve bölgesel jeopolitik ön plana çıkmaktadır.

Güvenlik meselesi Çin’in hem iç işlerinde hem de bölgesel politikalarında kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda Doğu Türkistan’ın güvenliği, Pekin açısından birinci sırada gelmektedir. Fakat bu meselede Çin bir çıkmazla karşı karşıyadır. Pekin, bir yandan ülkenin ekonomik kalkınması için Türkistan bölgesiyle işbirliği geliştirmekte,

diğer yandan bu ekonomik ilişkilerin ve insanlar arasındaki etkileşimin Uygurların ayrılıkçı hareketlerini tetiklememesi için çaba sarf etmektedir. Bu anlamda, Çin ve Türkistan halkları arasında tarihe dayalı bir kuşkunun bulunduğunu da belirtmemiz gerekir.

Çin’in bu dönemdeki birinci önceliği, hem Rusya hem de Türkistan’la güven sorununu çözmek olmuştur. Bahsi geçen güven sorunu ise çoğunlukla Çarlık Rusyası döneminden kalan sınır sorunlarıyla ilişkilidir. Bu bağlamda 1989 yılında Çin Devlet Başkanı olarak seçilen Jiang Zemin’in hem Rusça biliyor oluşu hem de sınır sorunlarına eğilmesi, taraflar arasındaki güven ortamının tesis edilmesini kolaylaştırmıştır. Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Rusya arasında yürütülen sınır belirleme müzakereleri, 1990’lı yılların ikinci yarısına gelindiğinde büyük ölçüde çözülmüştür. Bunun hemen akabinde ortaya çıkan “Şanghay Beşlisi” kavramı, taraflar arasında oluşmaya başlayan güvenin en önemli göstergesi olmuştur.

İkili ilişkilerin gelişmesiyle birlikte taraflar, sınır bölgelerindeki askeri güçlerini önemli ölçüde azaltmıştır. Ancak sınır güvenliğini sağlamak adına hala kurumsal bir mekanizmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak maksadıyla 26 Nisan 1996 tarihinde Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, aşağıdaki hükümleri içeren “Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Arttırılması Antlaşması”nı imzalamışlardır:1

⦁ Sınır bölgelerinde konuşlandırılan askeri güçler birbirlerine saldırmayacak;
⦁ Taraflar birbirlerini hedef alan askeri tatbikatlar düzenleyemez;
⦁ Askeri tatbikatların ölçeği, menzili ve sayısı sınırlı olmalıdır;
⦁ Her iki taraf da sınırın 100 kilometre içinde yapılması planlanan önemli askeri faaliyetler hakkında bilgi verecektir;
⦁ Taraflar birbirlerini gerçek mühimmat kullanımını içeren askeri tatbikatları izlemeye davet edecektir;
⦁ Tehlikeli askeri faaliyetlerden kaçınılması gerekir;
⦁ Sınırlardaki askeri birlikler ve sınır muhafızları arasında dostça iletişim kurulmalıdır.

1 Huasheng Zhao, “Central Asia in China’s Diplomacy”, der., Rajan Menon, Central Asia: Views from Washington, Moscow, and Beijing, M.E. Sharpe Armonk, New York 2007, s. 140.

Bu anlaşmadan yola çıkarak taraflar, 1997 yılında “Sınır Bölgelerinde Askeri Güçlerin Azaltılması Antlaşması”nı kabul etmişlerdir:2

⦁ Sınır bölgelerinde konuşlandırılan askeri kuvvetler, iyi komşuluk ilişkileriyle uyumlu bir düzeye indirilecektir;

⦁ Hiçbir taraf diğerine karşı güç kullanmayacak ya da kullanma tehdidinde bulunmayacak ya da tek taraflı olarak askeri üstünlük kurmaya çalışmayacaktır;

⦁ Sınır bölgelerinde konuşlandırılan askeri kuvvetler komşu ülkeye saldıramaz;

⦁ Tüm taraflar, ordu, hava kuvvetleri, savunma birlikleri ve sınır muhafızları dahil olmak üzere askeri personel sayısını azaltacaktır. Aynı zamanda sınırın 100 kilometresinde konuşlandırılan ağır silahların miktarını azaltacaktır;

⦁ Silahlar azaltıldıktan sonra silah envanteri üst sınırının belirlenmesi ve uygulamadaki yöntem ve işleyiş takvimi daha sonraki bir tarihe ertelenecektir;

⦁ Taraflar, sınır bölgelerindeki askeri kuvvetler hakkında bilgi alışverişinde bulunacaklardır;

⦁ Anlaşmanın uygulanması denetlenecektir.

Çin, Rusya ve Türkistan Cumhuriyetleri arasındaki sınır sorunlarının çözülmesi ve taraflar arasında güvenin tesis edilmesiyle beraber Pekin’in bölgedeki önceliği de değişmeye başlamıştır. Bundan sonraki aşamada Pekin, Doğu Türkistan’daki ayrılıkçı hareketlerle mücadele konusunda bölge ülkeleriyle işbirliği geliştirmeye odaklanmıştır. Bu politika, 2001 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün kurulmasıyla ivme kazanmıştır.3 Örgüte üye devletler, “Terörizm, Ayrılıkçılık ve Aşırıcılıkla Mücadele Sözleşmesi”ni imzalamışlardır.

Bu anlaşma, yalnızca ŞİÖ’nün faaliyetlerinin belirlenmesi değil, aynı zamanda Çin’in bölgedeki çıkarlarının da yeniden değerlendirilmesi anlamına geliyordu. Bu değişimin

2 Aynı yer.
3 ŞİÖ’ye giden süreçle ilgili olarak bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Şanghay İşbirliği Örgütü”, Türkler, der. Güzel, Hasan Celal; Çiçek, Kemal ve Koca, Salim, Cilt 18, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 946- 950.

ana nedeni, sınır sorunlarının çözülmesi ve kurumsal bir sınır güvenliği garantisinin oluşturulmasıydı. Sınır ve güvenlik konularının çözülmesi, Çin’in Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerinde niteliksel bir değişime yol açtı ve taraflar arasındaki işbirliğinin kapsamı daha da genişledi. Bu bakımdan ŞİÖ, Pekin’in bölgeye açılma stratejisinde ikinci aşamayı oluşturmaktaydı. Söz konusu teşkilatta Rusya ve Çin’le birlikte Orta Asya devletleri olan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın yer alması, esasen “Moskova’nın arka bahçesi” olarak algılanan bölgede Rusya’nın Çin’le nüfuz paylaşımına vardığı anlamına gelmekteydi. Dmitri Trenin’in tespitiyle “ŞİÖ örgütü demek; ‘Çin, Orta Asya’da’ demektir.”4 Diğer bir ifadeyle Çin, ŞİÖ üzerinden Türkistan’daki nüfuz paylaşımını kurumsallaştırmış oldu.

Bölge ülkelerinin desteğini alan Çin, Doğu Türkistan Hareketi üzerine yapılan operasyonları hızlandırmaya başlamıştır. Sözde “terörle mücadele” adı altında yürütülen operasyonların temel hedefi, Doğu Türkistan’daki “Doğu Türkistan Hareketi”ne karşı koymak, Çin’in kuzeybatısındaki istikrarı korumak ve ayrılıkçı hareketlerle mücadele ederek ülkenin bölünmesine karşı çıkmaktır. Buradaki “ayrılıkçı hareketlerle mücadele” ifadesini, “Türkçülükle mücadele” olarak da okumak mümkündür. Çinli Uzman Zhao Huasheng, bunun yeni bir gelişme olmadığına dikkat çekerek Çinlilerin bu konuyu “tarihsel bir olay” olarak değerlendirdiğini belirtmektedir:5

“Ülkenin kuzeybatısı, Çin’in sanayi merkezlerinden uzak, sert bir iklime, farklı kültürlerden insanlara ve zorlu bir ortama sahip geniş bir bölgedir. Bu bölge her zaman Çin’in merkezi yönetimi için bir sorun olmuştur. Çin, Han Hanedanlığından (M.Ö. 200) bu yana ayrılıkçı ve asi kuvvetlerle savaşmıştır. Bu ayrılıkçı güçler, her hanedanın egemenliği sırasında farklılaşmış, ancak genel olarak aynı amacı taşımıştır. O da merkezi hükümetle eşit bir statüye sahip bağımsız bir devlet kurmaktır.”

Bu anlayış, Çin’in bölge politikasının yüzyıllardır değişmediğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Her ne kadar günümüzde Pekin’in hak iddia ettiği topraklar Doğu Türkistan’la sınırlıysa da yukarıdaki yaklaşım açısından Çin, bölgedeki gücünü artırdığı ölçüde tarihi kaynaklara atıf yaparak Türkistan bölgesindeki topraklara da göz dikebilir. Ancak şu aşamada Çin’in önceliği ülkenin iç güvenliğidir. Bunun yanı sıra Türkistan devletlerinin istikrarı da Pekin için önemlidir. Bu bağlamda Çin, terörle mücadelesini yalnızca ülkenin güvenlik sorunlarıyla değil, aynı zamanda ŞİÖ

4 Dmitri Trenin, “Russia and Central Asia: Interests, Policies, and Prospects”, Central Asia Views from Washington, Moscow, and Beijing, M.E. Sharpe Armonk, New York 2007, p. 83.
5 Zhao, a.g.m., s. 141.

ülkelerinin sorunlarıyla da ilişkilendirmeye başlamıştır. Bu doğrultuda ŞİÖ üyesi ülkelerin devlet başkanları, 2002 yılında Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te örgütün daimî bir organı olarak Bölgesel Terörle Mücadele Birimi’ni (BTMB) kurmuşlardır. Söz konusu birimin başlıca amaçları ve işlevleri şunlardır:6

⦁ ŞİÖ üye devletlerinin temel idari organlarıyla çalışma toplantılarının sürdürülmesi ve terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadelede uluslararası örgütlerle koordinasyonun güçlendirilmesi;

⦁ Terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadeleyle ilgili konularda uluslararası yasa tasarılarının hazırlanmasına katılmak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve ona bağlı Terörle Mücadele Komitesi gibi küresel tehditlerle etkin mücadeleyi amaçlayan uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla işbirliği yapmak;

⦁ Üye devletler arasında üç kötüye karşı (terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılık) mücadeleye ilişkin konularda bilgi toplanması ve analiz edilmesi, terörle mücadelede veri bankasının oluşturulması;

⦁ Bilimsel araştırma konferansları düzenlemek ve üç kötüye karşı mücadelede tecrübe paylaşımında bulunmak.

Görüldüğü üzere Çin, güvenlik işbirliği adı altında bölgedeki varlığını arttırmaktadır. Bu etkinlik, enerji ve ekonomik işbirliğiyle desteklenmektedir.

Çin’in Türkistan’daki enerji kaynaklarına olan ilgisi 2000’li yıllardan itibaren artmaya başlamıştır. Bunun iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi, Çin ekonomisinin hızla yükselmesi, ülkenin enerji ithalatının artmasına yol açmıştır. İkincisi, 11 Eylül saldırılarının ardından Ortadoğu’nun istikrarsız bir yapıya bürünmesi, Çin’i alternatif yol arayışlarına itmiştir. Çin’in enerji politikası, 2000 yılından önce ekonomi bağlamında değerlendirmekteydi. Ancak ekonomideki hızlı iyileşme hamleleri konunun stratejik boyutlarını da ortaya çıkarmıştır. Bu durum, enerji güvenliği konusunu gündeme taşımıştır. Çünkü sürdürülebilir ekonomik büyüme için enerji güvenliğine ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu dönemde Çin’le beraber Hindistan ekonomisinin de gelişmeye başlaması, büyük güçlerin enerji alanındaki rekabetini de derinleştirmekteydi. Buna ek olarak, ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesi (2001) ve Irak’a müdahalesiyle (2003) birlikte tüm dünyada enerji güvenliği konuşulmaya

6 “Соглашение между государствами – членами ШОС о Региональной антитеррористической структуре”, The Regional Anti-Terrorist Structure of the Shanghai Cooperation Organization (RATS SCO), , (Erişim Tarihi: 11.09.2019).

başlanmıştı. Ayrıca, ABD-İran ve ABD-Venezuela arasındaki gerginlik de Çin’i alternatif arayışına itmişti. Sonuçta Çin, bir yandan Türkistan devletlerinin petrol ve doğalgaz sahalarına yatırım yapmaya yönelmiş, diğer yandan Türkistan’a uzanan enerji nakil hatlarına önem vermeye başlamıştır. Çin’in Türkistan’da enerji alanındaki etkinliğini arttırması, bölge ülkelerinin Rusya’yla yapmış olduğu pazarlıkta ellerini güçlendirmekteydi.

Dünyada doğalgaz rezervleri bakımından dördüncü sırada bulunan Türkmenistan, 1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında ürettiği gazın büyük kısmını Rusya’ya, bir kısmını da Rusya’nın Gazprom devlet şirketi aracılığıyla Avrupa ülkeleri, İran ve Çin’e satıyordu. Ancak bu süreç içerisinde Çin, ülkenin gaz sanayiine 8 milyar dolarlık yatırım yaparak Türkmenistan yönetimine büyük miktarlarda kredi açmış ve 1.800 kilometrelik bir doğalgaz boru hattı inşa etmiştir. (Türkmenistan-Özbekistan- Kazakistan-Çin doğalgaz boru hattı). Günümüzde Aşkabat’ın Rusya ve İran’a doğalgaz satışı konusunda sorunlar yaşaması halinde Türkmen gazının en önemli alıcısı Çin’dir. 2038 yılına kadar süresi olan bu ikili anlaşma gereği, yıllık gaz ihtiyacı arttıkça Çin’in ithalatı da artmaktadır.

Kazakistan da özellikle enerji işbirliği konusunda ön plana çıkmaktadır. Kazakistan- Çin ticaret hacmi 11 milyar doları bulurken, Hazar Denizi’nin doğu sahillerinden boru hatlarıyla Çin’e petrol ve doğalgaz sevk edilmektedir. Kazakistan’ın ürettiği çeşitli metallerin, bakır ve uranyumun ana müşterisi de Çin’dir. Ülkenin Çin’e olan borcu ise yaklaşık 12 milyar dolardır. Kazakistan petrol sanayiinde oldukça etkili olan ve burada madenler satın alıp yerli şirketlere ortak olan Çin, birçok alanda Rus ve Avrupalı şirketleri geride bırakmıştır.

Özbekistan da Çin’e doğalgaz, petrol ve uranyum satmaktadır. Çin, başta telekomünikasyon ve makine sanayiinde olmak üzere 70’den fazla büyük şirket ve 500’den fazla orta büyüklükteki şirketle Özbekistan’da yatırım yapmaktadır. Ülkedeki petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerinin çoğu Çin Devlet Petrol Şirketi (CNPC) tarafından yürütülmektedir. Bağımsızlığını kazanmasından itibaren tüm yabancı devletlerle eşit mesafeli ilişkiler geliştirmeyi tercih eden Özbekistan, Çin’e ayrıcalık verilmesine ekonomik ve siyasi açıdan sıcak bakmıyordu. Ancak 2017 yılında Şevket Mirziyoyev’in devlet başkanı seçilmesiyle birlikte Özbekistan, birçok alanda büyük kalkınma projeleri gerçekleştirmeye başladığından Çin’den gelecek mali desteğe ihtiyaç duymaktadır.7

7 Yavuz Kerimoğlu, “Çin’in Orta Asya Politikaları”, INSAMER, politikalari_1942.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2019).

Görüldüğü üzere Çin enerji alanında Türkistan bölgesinde oldukça etkilidir. Her ne kadar Çin’in ana enerji kaynakları Ortadoğu ve Afrika ülkeleri olmaya devam etse de Pekin, Türkistan’daki yatırımlarıyla enerji güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır. Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki istikrarsızlığın derinleşmesiyle birlikte Pekin’in Türkistan’daki enerji projelerine verdiği önem giderek arttığı görülmektedir. Buna ek olarak Çin ile Ortadoğu arasındaki ticaretin artması ve ulaştırma imkânlarının gelişmesiyle beraber Pekin’in başta İran olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden enerji ithalatı gündeme gelebilir.

Güvenlik ve enerjiden bağımsız olarak Türkistan bölgesini Çin açısından öncelikli hale getiren konu ekonomik ilişkilerdir. Burada Türkistan bölgesi, Pekin açısından hem ekonomik yayılma alanı hem de Avrupa ve Ortadoğu’ya açılan bir kapı konumundadır. Bu çerçevede Çin’in özellikle Türkistan üzerinden dünyaya açılma planı olarak tanımlayabileceğimiz Kuşak-Yol Girişimi’nin Kazakistan’da ilan edilmesi tesadüf değildir. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında Kuşak-Yol Girişimi’nin küresel boyuttaki başarısı, onun Türkistan’da başarılı olmasından geçmektedir. Bu sebeple Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, bahsi geçen projeyi ilk kez Kazakistan’da açıklamıştır.

Kuşak-Yol Girişimi’nin Avrasya kıtasında üç güzergahı bulunmaktadır. Kuzey hattı, Rusya topraklarından geçmektedir. Dolayısıyla bu hat, Çin’in Rusya’ya bağımlı olacağı anlamına gelmektedir. Bunun farkında olan Moskova, kuzey hattının öncelikli hale gelmesi için elinden geleni yapmaktadır. Orta hat ise Orta Asya, Hazar Denizi, Güney Kafkasya ve Türkiye’den geçmektedir. Güney hat olarak tanımlayabileceğimiz Orta Asya-Batı Asya Koridoru ise İran, Irak ve Suriye gibi istikrarsız veya istikrarsızlaşma olasılığı yüksek topraklardan geçmektedir. Bu durumda, yine Türkistan coğrafyası Kuşak-Yol Girişimi kapsamında önemli hale gelmektedir.

Kuşak-Yol Girişimi, Çin’in Batı ve Türkistan politikasında yeni bir aşamaya geçildiğini göstermektedir. ŞİÖ bölgenin Rusya’yla paylaşımı anlamına gelirken, “Kuşak-Yol” söylemi artık dengenin Pekin’in lehine dönmeye başladığının işaretlerini vermektedir. Diğer bir ifadeyle Çin, Rusya’yla paylaştığı Türkistan pastasından daha fazla pay istemektedir. Pekin’in bu yeni hamlesine karşı bölgesel ve küresel aktörler kendi stratejilerini geliştirmektedir. Burada, Türkistan’ın küresel jeopolitik önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.8 Avrasya coğrafyasındaki en önemli jeopolitik rekabet alan veya “Avrasya’nın kalpgâhı” olarak tanımlanan bu bölgenin

8 Bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Küresel Güç Mücadelesinde Avrasya Jeopolitiği ve Türk Avrasyası”, Mehmet Seyfettin Erol, der., Küresel Güç Mücadelesinde Avrasya’nın Değişen Jeopolitiği: Yeni Büyük Oyun, Barış kitap, Ankara 2011, s. 11.

Çin’in kontrolüne girmesi durumunda Rusya, Türkiye, İran ve AB’nin çıkarları zarar görecek ve ABD’nin küresel üstünlüğü zedelenecektir. Bu sebeplerden ötürü, Çin’in bölgedeki ekonomik, kültürel ve siyasal etkinliği, enerji politikaları ve Kuşak-Yol Girişimi jeopolitik anlam kazanmaktadır. Bu durum, Çin’in artan etkinliğine karşı küresel ve bölgesel aktörlerin hangi stratejileri geliştirdiklerini incelememizi gerekli kılmaktadır.

Rusya

Moskova, her ne kadar şu aşamada Washington’a karşı Pekin’le işbirliği geliştirmek zorunda kalsa da Çin’i bir tehdit olarak görmektedir. Aslında ABD’nin Avrupa’da NATO üzerinden yürüttüğü faaliyetler, Rusya’yı Çin’in kucağına itmektedir. Ancak uzun vadede Rusya ile Çin’in karşı karşıya gelmesi jeopolitik bir gerçekliktir.

Rusya, Çin’e karşı iki stratejiyi aynı anda uygulamaktadır. Bunların birincisi, Çin’le işbirliği yaparak onun saldırgan bir politika izlemesine izin vermemektir. Burada Rusya-Hindistan-Çin Üçlü Zirveleri, ŞİÖ, Brezilya-Rusya-Hindistan-Çin-Güney Afrika (BRICS) gibi bölgesel ve küresel boyuttaki işbirliği projeleri kullanılmaktadır. İkincisi Rusya, eski Sovyet coğrafyasında Çin’e karşı askeri ve ekonomik birlikler oluşturma çabası içindedir. Bu politika çerçevesinde yine Türkistan bölgesi stratejik önem/boyut kazanmaktadır.

Moskova’nın Pekin’e karşı uyguladığı birinci işbirliği stratejisi çok boyutludur. Öncelikle Rusya’nın ABD’ye karşı denge oluşturması için Çin’e ihtiyacı vardır. Moskova, Pekin ve Yeni Delhi arasındaki “stratejik üçgen” önerisi, ilk kez 1998 yılında Rusya’nın eski Başbakanı Yevgeny Primakov’dan gelmiştir (Primakov Üçgeni/Primakov Üçlemesi). Ona göre, böyle bir format bölgesel ve uluslararası istikrar için bir gücü temsil etmektedir. “Stratejik üçgen” fikri, Rusya, Çin ve Hindistan’ın eski Dışişleri Bakanları sırasıyla İgor İvanov, Tang Jiaxuan ve Yashwant Sinha’nın Eylül 2002 tarihinde New York’taki BM Genel Kurul marjlarında yaptıkları görüşmeler sonucunda somut bir hal almıştır.9 Bahsi geçen toplantının zamanlamasına bakıldığında üç ülkenin de ABD’nin kurduğu tek kutuplu dünya düzeninden rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan stratejik üçgeni, çok kutuplu dünya düzeninin temeli veya itici gücü olarak tanımlamamız mümkündür.

Rusya, Hindistan ve Çin genelde dünyada ve özelde Avrasya kıtasında barış ve istikrarın tesisi için çalışmaktadır. Avrasya kıtasında Rusya’nın yüzü batıya, Çin’in yüzü doğuya ve Hindistan’ın yüzü de güneye bakmaktadır. Bu üç ülkenin arka cephesi

9 “Russia-India-China Summit”, IAS4SURE, summit/, (Erişim Tarihi: 06.03.2019).

olarak adlandırabileceğimiz kıtanın ortasında Türkistan bulunmaktadır. Söz konusu üç ülkenin nüfuz alanlarının kesiştiği Türkistan’ın güneyinde, yani Afganistan’da ABD’nin askeri varlığının bulunması Avrasya üçlüsünü işbirliğine itmektedir. Bu işbirliğinde her üç ülkenin önceliği farklı olsa da, şu aşamada böyle bir işbirliği formatını bütün taraflar yararlı bulmaktadır.

Moskova’nın bu girişiminin arkasında iki öncelik yatmaktadır. Birincisi, kıtada ABD’ye karşı ortak bir cephe oluşturmak ve bu cephenin önderi olmaktır. İkincisi, her ne kadar Rus yetkililerin açıklamalarına açıkça yansımasa da Moskova, bölgede Pekin’in etkisinin gittikçe artmakta olduğunun farkındadır. Bu etkinin sınırlandırılması için Çin’in Hindistan tarafından dengelenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan 2017 yılında Hindistan’ın ŞİÖ’ye üye olması, Moskova açısından büyük başarıdır. Dikkat edilirse, ŞİÖ’nün genişlemesiyle teşkilatın etkinliği de azalmaktadır. Kısacası Rusya, üçlü işbirliği formatıyla dışarıda ABD’yi, içeride de Çin’i dengelemeye çalışmaktadır.

Rusya’nın Çin’e yönelik yürüttüğü ikinci strateji de bir yandan Türkistan ülkelerini kendi yanında tutmak, ikincisi de Türkistan’ı Çin’e karşı bir tampon bölge olarak kullanmaktır. Bu açıdan Rusya’nın öncülük ettiği Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) ve Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) gibi organizasyonlar da esasında Çin’i durdurma girişimleridir. Lakin Türkistan Cumhuriyetleri ile Rusya’nın arasında ortak bir üst kimliğin bulunmadığı aşikârdır. Ayrıca, Rusya’nın ekonomisi de Çin’e karşı denge oluşturmak için yeterli değildir. Buna karşılık Türk-İslam kimliğinin bölgede “Türkistanlı” üst kimliğinin oluşmasında önemli bir etken olarak kullanılabileceği ifade edilebilir. Bu nedenle Türkiye, Çin karşıtı ittifakın oluşturulmasında belirli sorumluluklar üstlenebilir. Başka bir deyişle, Türkiye ve Rusya’nın Çin tehdidine karşı işbirliği geliştirmesi gerekmektedir. Bu bakımdan Suriye’de başlayan, kökeni 16 Kasım 2001’e dayanan Avrasya merkezli Türk-Rus işbirliği,10 kısa ve orta vadede ABD’ye karşı olsa da uzun vadede Çin’e karşı kullanılabilir.

Bu kapsamda, Rusya’nın Türkistan ve Türk Dünyası’na yönelik 1990’lı yıllardaki algısıyla 2010’lu yıllardaki algısını karşılaştırmamızda yarar vardır. 1990’lı yıllarda SSCB’nin yıkılmasıyla Türk Dünyası gerçekliği ortaya çıkmış oldu. İlk aşamada Türkiye’nin bölgeye hızlı bir açılım yapması ve ABD’nin de bu girişimi desteklemesi, Rusya’nın daha temkinli bir politika izlemesine sebep olmuştur. Moskova’nın bu

10 Bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “16 Kasım 2001’den 24 Kasım 2015’e Türk-Rus İlişkileri: Avrasya’da İşbirliği’nden Yakın Çevrelerde Güç Mücadelesine Analitik Bir Bakış”, Murat Ercan, der., Uluslararası Osmaneli Sosyal Bilimler Kongresi 12-13-14 Ekim 2016, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Osmaneli Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü, Bilecik 2016, s. 163-178

politikası, “Türk Birliği” söyleminin Rusya Federasyonu içindeki Tataristan ve Başkurdistan gibi özerk bölgelerin ayrılıkçı hareketlere yönelebileceği endişesinden kaynaklanmıştır. Bundan dolayı Rusya, güney sınırlarında yeni bir Türkistan devleti görmek yerine, bahsi geçen bölgeyi Çin’le paylaşmayı daha uygun bulmuştur. Türkistan devletleri de Rusya ve Çin arasındaki işbirliğini olumlu olarak değerlendirmektedir. Çünkü Pekin’in bölgedeki etkinliği, Moskova’yı dengelemektedir. Örneğin, 2006 yılında faaliyete geçen Atasu-Alatauağzı (Kazakistan-Çin) Petrol Boru Hattı, Rusya’nın Kazakistan’daki tekelini kırmıştır. Benzer şekilde, 2009 yılında faaliyete geçen Orta Asya-Çin Doğalgaz Boru Hattı (Türkmenistan-Özbekistan-Kazakistan-Çin) da bölgenin Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmıştır.11

2013 yılına kadar geçen dönemde Rusya-Çin işbirliğinin her iki tarafın da çıkarına uygun olduğu ifade edilebilir. Ancak Çin’in başlattığı “Kuşak-Yol Girişimi”yle birlikte dengeler Pekin’in lehine değişmeye başlamıştır. Bu yüzden Rusya, Çin’i dengelemek için çeşitli stratejiler geliştirmeye yönelmiştir. Diğer bir ifadeyle Çin’in “Kuşak-Yol” hamlesi, Rusya’yı bölgede daha kararlı adımlar atmaya ve etkin politikalar geliştirmeye zorlamaktadır. Bu bağlamda, “Türkistan” söylemi üzerinden şekillenecek “Türk Birliği” de Moskova’nın Pekin’e karşı oluşturabileceği yeni bir strateji olabilir. Halihazırda Rusya’nın önemli haber ajanslarından biri olan Regnum, 2018 yılının Haziran ayından itibaren kendi kaynaklarında “Orta Asya” ifadesinden vazgeçerek “Türkistan” ismini kullanmaya başlamıştır.12 Ajansın başkanı Modest Korolev, konu hakkında sosyal medya hesabından şu açıklamayı yapmıştır:13

“Bundan sonra Regnum; Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan için kullanılan ‘Orta Asya (Tsentralnaya Aziya)’ veya ‘Kazakistan ve Merkezi Asya (Kazakhstan i Srendyaya Aziya)’ tanımlamalarından vazgeçerek geleneksel ‘Türkistan’ adını kullanacaktır.”

Bahse konu olan haber ajansının Kremlin’in görüşünü ne kadar yansıttığı bilinmemektedir. Ancak Rusya’da hükümet ile basın arasındaki yakın işbirliği dikkate alındığında, Moskova’nın aşamalı olarak “Türkistan”, “Türklük” ve “Türk Birliği”

11 Özlem Arzu Azer, “Çin’in Enerji Güvenliği Bağlamında Kafkasya ve Orta Asya Politikası”, International Conference On Eurasian Economies 2012, , (Erişim Tarihi: 04.07.2019).
12 “Российское ИА Regnum будет называть Среднюю и Центральную Азию Туркестаном (Rus Haber Ajansı Regnum, Orta ve Merkezi Asya’yı Türkistan Olarak Kullanacak)”, Kaktus Media, estanom.html, (Erişim Tarihi: 04.07.2019).
13 Modest Korelov Facebook Sayfası, , (Erişim Tarihi: 04.07.2019).

konularına önem vermeye başladığı ileri sürülebilir. Bu varsayımdan hareketle, Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı Elbaşı Nursultan Nazarbayev’in 2018 yılının Haziran ayında ülkenin “Güney Kazakistan İli”ni “Türkistan İli” olarak değiştirmesi ve il merkezini Çimkent şehrinden Türkistan (Yesi) kentine taşıması dikkat çekicidir ki, “Türkistan” isminin kendisi bile Pekin tarafından tehdit olarak algılanmaktadır.

Kazakistan’ın dış politikasında Türk Dünyası’nın önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Nazarbayev, bağımsızlıktan itibaren istikrarlı olarak Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Türk devletleriyle yakın işbirliği geliştirmiştir. Son gelişmeler Kazakistan’ın, bu politikanın Rusya’nın çıkarlarıyla çatışmadığı konusunda Moskova’yı ikna ettiğini göstermektedir. Zira Rusya’nın Çin’e karşı “Türkistan” ve “Türk Birliği” söylemini desteklediği anlaşılmaktadır. Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) teşkilatında Rusya Federasyonu’na bağlı olan Tataristan, Başkurdistan, Hakasya ve Yakutistan’ın temsil edilmesi de Moskova’nın bu tutumunu yansıtmaktadır. Aynı şekilde 2019 yılında Tataristan’da Altın Orda devletinin kuruluşunun 750. yıldönümü kutlamalarına izin verilmesi de oldukça önemlidir.

Pekin’in yayılmacı siyaset anlayışına karşı Moskova’nın “Türkistan” söylemine başvurması, Türkiye ile Rusya arasında gelişen dostane ilişkilerden de anlaşılmaktadır. Daha doğrusu, Rusya bu politikasında Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır. 2015 yılına kadar hızlı bir şekilde stratejik işbirliği düzeyine yükselen ilişkiler, Uçak Krizi’ne rağmen kopmamış ve kısa sürede sorun aşılabilmiştir. Bu yakınlaşmada yalnızca Ortadoğu merkezli gelişmeler değil, aynı zamanda Türkiye’nin Türkistan bölgesindeki nüfuzu da etkili olmuştur. Yani Rusya, Türkiye’yi Çin’e karşı orta ve uzun vadede oluşacak ittifakın önemli bir parçası olarak görmektedir. Diğer bir ifadeyle Ankara, “Türk Birliği” söylemiyle Türkistan ülkelerini bir arada tutan önemli bir aktördür. Özellikle Türkiye toplumunun Türklük bilincini içselleştirmesinden dolayı bu bilincin Türkistan bölgesine yayılmasında Ankara kritik bir rol üstlenebilir. Neticede Türkiye, Doğu Türkistan’daki Uygurlar da dahil olmak üzere bölgedeki Türk halklarının tamamı tarafından bir önder olarak görülmektedir.

Batı Dünyası

ABD ve Avrupa Birliği (AB)’nin Avrasya’nın göbeğinde oynanan bu oyuna kayıtsız kalmaları düşünülemezdi. Özellikle ABD’nin küresel hegemonyasını devam ettirebilmesi için bölgede hâkim olması veya en azından bölgesel dengeleri koruması gerekmekteydi. Bu açıdan ABD’nin 2001 yılındaki Afganistan işgalinin hiçbir şekilde terörle mücadeleyle bağlantısının olmadığı ve ABD’nin daha çok Türkistan

bölgesinde askeri etkinlik kurmayı amaçladığı söylenebilir. Nitekim, NATO’nun Afganistan müdahalesinden sonra ülkedeki terörün bitmesi bir yana Taliban, Washington’a kendi çıkarlarını dayatma noktasına gelmiştir. Bu bakımdan ABD’nin Afganistan’dan askerlerini çekme konusu ABD Başkanlarının seçim malzemesinden başka bir şey değildir. Çünkü ABD’nin Güney Türkistan bölgesinden çekilmesi, bu bölgeyi Çin’e teslim etmesi anlamına gelmektedir. Uzun vadede bu durum, Çin’in önce Türkistan’da ve daha sonra bütün kıtada üstünlük kurmasına yol açacaktır. Diğer bir ifadeyle, Avrasya’nın kalbini kontrol eden Çin, bütün kıtada ve akabinde bütün dünyada etkin güce dönüşecektir. Bu sebeple ABD’nin Afganistan’daki hedefi sadece Rusya’nın değil, daha çok Çin’in engellenmesidir.

Avrupa ülkeleri için Türkistan, sahip olduğu enerji kaynakları sebebiyle önemlidir. Güvenlik bağlamında ise AB’nin 2016 yılında ilan ettiği “AB Küresel Stratejisi”nin Güvenlik ve Savunma başlığında Türkistan’la ilgili şu açıklama yapılmaktadır: “Doğuda Orta Asya’ya ve güneyde Orta Afrika’ya kadar uzanan devletlerin ve toplumların güvenliğine yatırım yapmak vatandaşlarımızın yararınadır. Sınırlarımızın ötesindeki kırılganlık, tüm hayati çıkarlarımızı tehdit ediyor.”14 Görüldüğü üzere Türkistan, Avrupa güvenliğinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir:15

“Bölgeye yayılan AB; Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile işbirliğini teşvik edecektir. Transatlantik bir bağlantıya sahip Orta Asya’ya uzanan Avrupa çapında bir örgüt olan AGİT, Avrupa güvenlik düzeninin merkezinde yer almaktadır. AB, AGİT ile Avrupa Birliği güvenliğinin bir ayağı olarak katkısını ve işbirliğini güçlendirecektir.”

Burada her ne kadar açıkça belirtilmese de Çin’in Türkistan’daki etkinliğinin Avrupa’ya zarar verebileceği ima edilmektedir.

AB ve ABD’nin İran’la ilgili politikalarını da küresel güçlerin Avrasya’daki rekabeti bağlamında değerlendirebiliriz. Burada her iki taraf İran’ı kendi safına çekmeye çalışmaktadır. AB, İran’ı yumuşak güç ve diplomasiyle kendine çekmek isterken; ABD, kaba güç ve tehditle hizaya getirmek istemektedir. Bu bağlamda Rusya ve Çin’in İran’ı Batı’ya kaptırmamak için elinden geleni yapmaya çalıştığı gözlemlenmektedir. Çünkü İran’ın Batı cephesine kayması ABD’nin Türkistan’daki elini güçlendirecektir.

14 “A Global Strategy for the European Union’s Foreign And Security Policy”, European External Action Service, , (Erişim Tarihi: 30.07.2019).
15 Aynı yer.

Sonuç olarak ABD, Çin’i kuşatma stratejisini uygulanmaktadır. 2017 yılında yayınlanan “ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi” bu stratejiyi ortaya koymaktadır.16 Örneğin, genel literatürde “Asya-Pasifik” olarak geçen Güneydoğu Asya bölgesi, Trump’ın stratejisinde “Hint-Pasifik” şeklinde ifade edilmektedir. Bunun anlamı ABD, bu bölgede sadece Doğu Asya’ya değil aynı zamanda Güney Asya’ya da önem vermektedir. Belgede Hint-Pasifik coğrafyası, “Hindistan’ın batı yakalarından ABD’nin batı yakasına kadar uzanan bölge”17 olarak tanımlanmaktadır. Hint-Pasifik bölgesinde ana tehdit Çin’dir. ABD’nin bölgedeki müttefikleri ise Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Avustralya ve Hindistan’dır. Bu sıralamaya İran ve Türkistan’ı eklediğinizde Çin etrafındaki zincir kapanmaktadır. Trump özellikle Hindistan’ın konumuna dikkat çekmektedir. Bu ülkeyi “Birleşik Devletlerin Ana Savunma Ortağı (A Major Defense Partner of the United States)” olarak nitelendirmektedir: “Hindistan’ın öncü bir küresel güç ve daha güçlü bir stratejik ve savunma ortağımız olarak ortaya çıkmasını memnuniyetle karşılıyoruz.”18 Bu cümlenin anlamı; ABD, Hindistan’ı küresel güç olarak tanımakta ve Çin’i çevreleme politikasında müttefiki olarak görmektedir.

ABD’nin Çin’i çevreleme politikasında Japonya, Doğu Asya boyutunu oluştururken; Hindistan, Güney Asya ayağını oluşturmaktadır. Doğu Asya jeopolitiğinde Çin- Kuzey Kore işbirliği, ABD-Japonya-Güney Kore ittifakı ile dengelenmektedir. Washington’un Çin politikasının Güney Asya boyutunda ise “Çin-Pakistan” işbirliği “ABD-Hindistan-Afganistan” hattıyla dengelenmektedir. Kıtanın tam ortasında yer alan Afganistan’ın denize açılması için İran’a ihtiyaç duyulmaktadır. ABD-İran arasındaki gerginlikten dolayı burada Washington, İran-Hindistan arasındaki işbirliğinden yararlanmaktadır. Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin 12 Haziran 2019 tarihindeki İran ziyareti bu bağlamda önemlidir. Tokyo da Çin’in Güney Asya tarafından çevrelenmesinden yanadır. Japonya’nın Afganistan-Hindistan işbirliğinde önem arz eden İran’ın Çabahar Limanı’na yatırım yapacak olması, Tokyo’nun Asya jeopolitiğinde etkin olma girişimi olarak yorumlanmalıdır. Eğer ABD-İran Krizi aşılır ve İran demokratikleşme sürecine girerse, ABD-Japonya-Hindistan-Afganistan hattı İran’la tamamlanacaktır. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın istifası, Washington’un İran’la anlaşmak istediğini ortaya koymaktadır.

ABD-Çin arasındaki rekabeti dikkate aldığımızda ABD’nin eninde sonunda Rusya’yla işbirliği yapacağını söyleyebiliriz. Bu durumda ABD’nin de Türkistan’ın

16 “National Security Strategy of the United States of America”, White House, , (Erişim Tarihi: 19.12.2017).
17 Aynı yer.
18 Aynı yer.

güçlenmesine destek olacağını tahmin edebiliriz. Çünkü ABD’nin Rusya, Türkiye ve İran gibi ülkelere baskı yapması, Çin’in işine yaramaktadır. Bundan ötürü ABD’nin baskıcı politikalardan vazgeçerek Avrasya ülkelerini desteklemesi gerekmektedir. Aksi takdirde ABD’nin tahakküm politikaları, bölge ülkelerini Çin’le işbirliğine yönlendirecek ve buna bağlı olarak ABD’nin uluslararası sistem üzerindeki konumu zarar görecektir. Bu sebeplerden ötürü, Batı’nın Rusya’yı da kapsayacak şekilde geliştirilecek “Yeni Türk Dünyası Politikası”na ihtiyacı vardır.

Türk Dünyası’nın Çin Politikası

Çin’e karşı Türkistan söyleminin yükselmesi hususunda bölge ülkelerinin tutumu da mühimdir. Çünkü her ne kadar Rusya, ABD veya başka bir ülke Çin’e karşı bölge devletleriyle işbirliği yapmayı planlasa da Türkistan ülkeleri kendi aralarında belirli bir işbirliği geliştiremezler ise, böylesi bir proje başarıya ulaşamaz. Dolayısıyla, başta Türkiye olmak üzere Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın birlik fikrine ilişkin tutumlarının incelenmesi gerekmektedir.19

Türkiye

Türkiye, bölgedeki Türk kimliğinin güçlenmesinde önemli bir rol üstlenebilir. Ancak Ankara’nın Moskova’yla eşgüdüm halinde çalışması gerekmektedir.20 Son dönemde gündemde olan “Türkiye-Rusya-İran” işbirliği de Türkistan bölgesine model olabilir. Neticede Rusya, Türkistan bölgesinin Çin’e karşı güvenliğini sağlarken; Türkiye, bölgede ideolojik bütünlüğü oluşturacaktır. Ancak Çin karşısında direnebilmek için güvenlik ve ideoloji yeterli değildir. Türkistan bölgesinin güçlü bir ekonomik desteğe ihtiyacı vardır. Aslında Çin’in Kuşak-Yol Girişimi bu ihtiyacı karşılamaktadır. Çin’i bölgede durdurmak için bu girişime alternatif projeler ve finans kaynağına ihtiyaç vardır. Bu bağlamda ABD-Çin rekabeti dikkate alınarak ABD’yle de işbirliği yapılabilir. Böylece Türkistan Birliği’nin ekonomik ayağı da tamamlanabilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ABD’yle geliştirdiği müttefiklik ve kurumsal ilişkileri önem kazanabilir. Bu da Suriye (ya da BOP) merkezli Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine bağlıdır.

19 Mehmet Seyfettin Erol, “20. Yıldönümünde Türkiye-Türk Dünyası: Sorunlar Arayışlar ve Gelecek”, Mehmet Seyfettin Erol-Yavuz Gürler, der., TÜRKSAV Türk Dünyası 20 Yıllığı: Tahliller, Değerlendirmeleri Öngörüler ve Özeleştiriler, Strateji Araştırma İnceleme, İstanbul 2011, s. 47.
20 Mehmet Seyfettin Erol, Aidarbek Amirbek, “Soğuk Savaş Sonrası dönemde Rusya’nın Dış Politikasında Yakın Çevre ve Orta Asya”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt 14, Sayı 1, 2014, s. 155-178.

Kazakistan

Kazakistan’ın Çin politikası birkaç açından önem arz etmektedir. Birincisi, bağımsızlık sonrası dönemde bölgede dış politika anlamında en tutarlı devlet Kazakistan olmuştur. Hatta Moskova’nın Türkistan politikasını Nazarbayev’in şekillendirdiği bile iddia edilebilir. Aslında bölge ülkelerinin Türkiye’yle yakın ilişki kurmaları da çoğunlukla Kazakistan’ın Rusya’yla kurduğu dengeli ilişkinin bir sonucudur.

İkincisi, bağımsızlık sonrası dönemde Kazak ulusal kimliği inşa edilirken Türk kimliği ön plana çıkarılmıştır. Okullardaki “Kazakistan Tarihi” derslerinde bütün Türk devletleri işlenmektedir. Bu bakımdan Türkiye’deki tarih derslerinin müfredatları en çok Kazakistan’ın müfredatlarıyla uyuşmaktadır. Özellikle de son yıllarda “Kazak Devleti Türk Medeniyeti’nin Beşiği” konusu işlenmektedir. Ülkenin “Büyük Bozkır” kimliği de bu tanımlamayı desteklemektedir.21 Ayrıca Türk-İslam anlayışının mimarı olan Hoca Ahmet Yesevi’nin Kazakistan’da ve özellikle de Türkistan şehrinde bulunması, Kazakistan’ın Türk kimliği açısından büyük önem taşımaktadır.

Üçüncüsü, Kazakistan Türk Dünyası’nda etkin bir dış politika izlemektedir. Halihazırda Türk Akademisi, Türk Keneşi (Türk Konseyi) ve TÜRKSOY gibi Türk Dünyası’nın entegrasyon sürecinde öne çıkan kurumlarının başında Kazak devlet adamları bulunmaktadır. Bu da Kazakistan’ın duruşunu net bir şekilde yansıtmaktadır. Kazakistan, ekonomik gücünün de etkisiyle Türk Dünyası bütünleşmesinin Türkistan ayağını oluşturmaktadır. Özellikle de ülkenin Hazar’a olan sınırı, onun Azerbaycan’la işbirliği geliştirebilmesine olanak sağlamaktadır. Tüm bunlara ek olarak Kazakistan’ın Rusya’yla kurduğu güvenilir münasebetler, onun Türkistan bölgesinde de sorumluluk almasını gerektirmektedir.22

Dördüncüsü, Doğu Türkistan’da çok sayıda Kazak azınlığın bulunması, Kazakistan’ın Çin’le olan ilişkilerinde daha etkin olmasını ve çeşitli stratejiler geliştirmesini gerektirmektedir. Çin kaynaklarına göre ülkede 1,5 milyon civarında Kazak yaşamaktadır. Ancak hem Kazakistanlı uzmanlara hem de 2008 yılında Çin’de yapılan nüfus sayımına göre bahsi geçen ülkedeki Kazakların sayısı 3 milyon

21 “Büyük Bozkır” için bkz. Mehmet Seyfettin Erol ve Dinmuhammed Ametbek, “Türk Dünyası’nın Birlik Arayışı: Bir Üst Kimlik Olarak ‘Büyük Bozkır’”, Ahmet Nafiz Ünalmış-Mehmet Nuri Parmaksız, der., Türk Birliğinin Mümkün Yolları, Akçağ Yayınları, Ankara 2019, s. 9-32.
22 Kazakistan’ın Türk Dünyası’ndaki önemi için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Kazakistan’ın Türk Dünyasındaki Yeri”, Laura Bolatova, der., Nursultan Nazarbayev: Büyük Bozkır’ın Manevi Dirilişi, Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği-Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Yay., Ankara 2018, s. 93-107.

civarındadır. Nur-Sultan’ın bu ülkedeki Kazaklara ilişkin politikası, “Kazakistan’a gelmek isteyen gelsin; Çin’de kalmak isteyen de orada kalsın” şeklinde olmuştur. Birinci seçenekte Kazakistan’ın Çin’deki Kazaklara ihtiyacı vardır. Burada iki başlık önemlidir.

Birincisi, Kazakistan’ın nüfus politikaları bağlamında ülkenin Çin de dahil olmak üzere yurtdışında bulunan Kazaklara ihtiyacı vardır. Bunun sebebi, SSCB’nin dağılmasından sonra Kazakistan’ın en çok göç veren ülke haline gelmesidir. 1989 yılında 17 milyon olan ülke nüfusu, 1999 yılında 14 milyona gerilemiştir. Bu açığı kapatmak için Kazakistan, yurtdışında bulunan Kazakları ülkeye davet etmekte ve buna yönelik projeler geliştirmektedir.

İkincisi, Kazakistan’ın ulusal kimlik inşasında Kazaklara ve özellikle de milli kimliğini kaybetmemiş ve ana dilini konuşabilen Kazaklara ihtiyaç vardır. Nitekim Rusya’da bulunan 1,5 milyon Kazak ana dilini konuşamamaktadır. Aynı şekilde Türkiye’deki Kazakların da sadece yaşlıları Kazakça bilmektedir. Çin’deki Kazaklar bile Kazakistan’daki Kazaklardan daha iyi Kazakça konuşmaktadır. Bunun sebebi ise Doğu Türkistan’ın gerçek anlamda 1949 yılından sonra, yani Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra işgale uğramasıdır. Buna karşılık Kazakistan’daki asimilasyon politikaları 1920’lerde başlamıştır. Diğer taraftan Sovyetler Birliği’ne kıyasla Çin’de son döneme kadar azınlıklara daha yumuşak davranılmıştır. Nitekim halk arasında kullanılan “Rus yuları demirden olur, Çin yuları pamuktan olur” atasözü de bu durumu özetlemektedir. Kısacası Çin’deki Kazaklar, milli kimliklerini korudukları için onlar özellikle Kazakistan’ın kuzey bölgelerine yerleştirilerek ülkenin Kazaklaşmasında kullanılmaktadır. “Çin’de kalmak isteyen Kazaklar orada kalsın” yaklaşımında ise Doğu Türkistan’daki Kazakların kendi atalarının topraklarında yaşadıklarına ilişkin düşünce etkili olmaktadır. Bu konuda Nazarbayev’in çeşitli açıklamaları da olmuştur. Nitekim Kazakistan için Çin’de Kazak bir azınlığın bulunması önemlidir. Ancak son iki yıldaki asimilasyon politikaları dikkate alındığında, bu yaklaşımın geçerliliğinin kalmadığı ifade edilebilir.

Kazakistan’ın Doğu Türkistan’a yönelik etkin politika geliştirmesini gerektiren beşinci husus, Kazakistan’da 100 binden fazla Uygur Türkünün bulunmasıdır. Doğu Türkistan’da tarih boyunca yaşanan olaylardan kaçan Uygurlar, Kazakistan ve Kırgızistan’a yerleştirilmişlerdir. Halihazırda en kalabalık Uygur diasporası da Kazakistan’dadır. Kazakistan’daki Uygurlar Doğu Türkistan’daki akrabalarıyla yakın ilişki içerisindedir. Dünyadaki Uygur diasporası içerisinde kendi ana diline ve milli kültürüne en fazla sahip çıkan da Kazakistan’daki Uygurlardır. Bunun sebebi ise bir yandan Kazakistan’da aynı yerleşim yerlerinde toplu hale yaşamaları; diğer yandan da Kazakistan Hükümeti’nin ülkedeki etnik grupların milli kimliğini korumaya yönelik politikasıdır.

Kazakistan, Uygurların Türk Dünyası’nda temsil edilmesi için çalışmaktadır. Örneğin 2018 yılının Ekim ayında TÜRKSOY’un desteğiyle Kazakistan’ın Uygur Müzik ve Tiyatro Topluluğu Türkiye’ye gelmiş ve çeşitli şehirlerde sanatlarını icra etmiştir.23 Bu topluluğun, Uygur tiyatrosunun dünyadaki tek tiyatrosu olduğu24 dikkate alınırsa, Kazakistan’ın Uygur kültürünün temsilciliğini üstlendiği öne sürülebilir. Buna ek olarak Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) “Uygurların Somut Olmayan Kültürel Mirası: Kazakistan Örneği” başlıklı çalışma yapması ve bu çalışmanın tanıtımında Kazakistan’ın Ankara Büyükelçisi Abzal Saparbekuly’nin hazır bulunması25 da Kazakistan’ın Uygur Meselesi için elinden geleni yaptığını göstermektedir.

Tüm bu sebeplerden dolayı Kazakistan, Türkistan Birliği’nin oluşmasında önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca Çinli Uzman Zhao Huasheng’ın tespitine göre “Çin tehdidi” algısı, diğer bölge ülkelerine nazaran Kazakistan’da çok daha yüksektir.26 Dolayısıyla Kazakistan, bu sorumluluğu üstlenebilecek potansiyele sahiptir.

Kırgızistan

Çin’le komşu olan Kırgızistan’ın da Doğu Türkistan tutumu önemlidir. Ekonomisinin zayıf olmasından dolayı Çin’e en fazla bağımlı olan Türk devleti Kırgızistan’dır. 13- 14 Haziran 2019 tarihlerinde Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te düzenlenen 19. ŞİÖ Zirvesi çerçevesinde Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in görüşmesinde Kırgız liderin “Azınlıklar sorunu Çin’in iç meselesidir. Söz konusu meselede sizin politikalarınızı desteklediğimi özellikle belirtmek isterim”27 şeklinde konuşması, Bişkek’in Doğu Türkistan konusundaki pozisyonu hakkında önemli bir fikir vermektedir. Aynı şekilde Zhao Huasheng’ın tespitine göre, Kırgızistan’da “Çin tehdit teorisini” savunanlar azınlıktadır ve

23 “Uygur Müzik ve Tiyatro Topluluğu Türkiye’de”, TÜRKSOY, https://www.turksoy.org/tr/news/2018/10/31/uygur-muzik-ve-tiyatro-toplulugu-turkiye-de, (Erişim Tarihi: 04.07.2019).
24 Aynı yer.
25 “‘Uygurların Somut Olmayan Kültürel Mirası Kazakistan Örneği’ Tanıtım Toplantısı Yapıldı”, Haberler.com, haberi/, (Erişim Tarihi: 04.07.2019).
26 Zhao, a.g.m., s. 173,
27 Aydar Erkebaeva, “Jeenbekov: Kıtaydın Uluttuk Azçılıktar Maselesi Ölkönün Jeke İçki İşi”, Kloop, ishi/, (Erişim Tarihi: 03.07.2019).

mevzubahis sorun, ikili ilişkiler için ciddi bir sorun teşkil etmemektedir.28 Ancak Kırgız toplumunun diğer Türkistan topluluklarına göre daha atılgan olduğu ve kendi görüşlerini devrim pahasına savunduğu dikkate alınırsa, onların Çin’e karşı sessiz kalmayacağı da öne sürülebilir. Öyle ki Kırgız kimliğini şekillendiren Manas Destanı’nda bile Kırgızlar, Çinlilerle savaşmaktadır. Bu çerçevede Ceenbekov’un Çin yanlısı açıklamalarına ve Kırgız ekonomisinin Çin’e bağımlı olmasına rağmen 2019 yılının Temmuz ayında Çin’deki Müslümanlara yönelik baskıların yaşanmadığına dair Pekin destekli Birleşmiş Milletler açıklamasında Kırgızistan’ın tarafsız kalması büyük bir başarıdır.

Bişkek’in Türk Dünyası’ndaki etkin politikası da Kırgızistan’ı “Türk Seddi”nin önemli ülkesi haline getirmektedir. Kırgızistan, Türk Keneşi’nin kurucu üyesidir. Kırgız devlet başkanları bütün Türk zirvelerine katılmıştır. Buna ek olarak, Bişkek “Dünya Göçebe Oyunları” projesini başlatarak Türklerin spor alanında bütünleşmesine de önemli katkıda bulunmuştur.

Özbekistan

Türkistan coğrafyasında Çin karşısında oluşturulacak birlikte Özbekistan’ın duruşu da önemlidir. Her ne kadar Özbekistan’ın Çin’le ortak sınırı olmasa da kültürel olarak Özbekler, Uygurlarla aynı değerleri paylaşmaktadır. Kazakistan’daki Kazaklar, Özbekleri “Sart” olarak tanımlarken; Doğu Türkistan’daki Kazaklar da Uygurları “Sart” olarak adlandırmaktadır. Buradaki “Sart” adını şehirli ve tarımla uğraşan halk olarak tanımlayabiliriz. Tarihsel olarak Özbekistan’ın bulunduğu Seyhun ve Ceyhun havzası ile Uygurların yaşadığı Tarım Nehri havzası, pek çok dönemde aynı devletin kontrolünde olmuştur. Örneğin, Karahanlılar döneminde Tarım Nehri havzası “doğu kanadı” temsil ederken; Seyhun ve Ceyhun havzası da “batı kanadı” temsil etmiştir. Çağatay Hanlığı döneminde de aynı durum söz konusudur. 16. yüzyılda Seyhun ve Ceyhun havzasını, Altın Orda’nın mirasçısı Özbekler kontrol altına alırken; Tarım Nehri havzası da Tanrı Dağı’nın kuzeyinden gelen Congarlar kontrol etmeye başlamıştır. Ancak buradaki önemli nokta şudur ki; buradaki toplumlar daha çok şehir dışlarında yaşamıştır. Nitekim şehirdeki kitleler, kendi kültürlerini devam ettirmeyi başarmıştır. Bu durum da Özbekler ile Uygurlar arasındaki ortak değerlerin devam ettiğini göstermektedir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere Özbekistan’ın Çin ile sınırı bulunmamaktadır. Bundan dolayı Özbek toplumunda “Çin tehdidi” algısı diğer bölge ülkelerine göre

28 Zhao, a.g.m., s. 176.

nispeten daha zayıftır.29 Bu durum Özbekistan ile Çin arasında daha yakın ilişkilerin kurulmasına yol açmıştır. Örneğin, 2019 yılının Temmuz ayında Çin’deki Müslümanlara yönelik baskıların yaşanmadığına dair Pekin destekli Birleşmiş Milletler açıklamasında Türkistan Cumhuriyetlerinden Kazakistan ve Kırgızistan tarafsız kalırken, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan desteklerini belirtmişlerdir. Ancak, buna rağmen Özbekistan’ın Türk Dünyası’nda etkin olması beklenmektedir. Nitekim Şevket Mirziyoyev’in iktidara gelmesiyle Özbekistan bölgede daha etkin bir politika izlemeye başlamıştır. Özbekistan’ın Kazakistan’la yakın işbirliği kurması ve Türk Keneşi’ne üye olması, ülkenin Türkistan kimliğini güçlendirecektir. Bu durumda Özbekistan, Türkistan Birliği’nin güçlü bir aktörü haline gelebilir. Taşkent’in “Türkistan” söylemine geri dönüşü, onun Doğu Türkistan’a yönelik daha etkin bir politika geliştirmesine yol açabilir. Özbekler ile Uygurlar arasındaki ortak kültürel değerler dikkate alındığında, iki halkın işbirliğinin kısa süre içerisinde ivme kazanacağını öne sürebiliriz.

12 Eylül 2019 tarihinde Özbekistan’ın Türk Keneşi’ne üye olma istediğini ortaya koyması önemli bir gelişmedir. 33 milyonluk nüfusu, stratejik konumu ve askeri gücü gibi pek çok niteliğinden ötürü Özbekistan, Türk Dünyası’nın önemli bir aktörüdür. Örgüte katılımı ve bağımsız Türk devletlerinin bu şekilde güçlerini birleştirmeleri, kısa zamanda Türk Keneşi’nin bölgesel ve küresel bir oyuncu olarak yükselmesine vesile olacaktır. Özbekistan’ın katılımıyla Türk Keneşi, Güney Asya’ya açılma konusunda ve Afganistan’ın istikrara kavuşmasında daha güçlü bir aktör olma fırsatını yakalamıştır. Özbekistan’ın üyelik sürecinin tamamlanmasından sonra örgüt, aynı Budapeşte’de olduğu gibi Afganistan’da da kendi temsilciliğini açmayı gündemine alabilir. Özbekistan’ın Türk Keneşi’ne üye olması, onun Türk Dünyası’nın diğer önemli örgütleri olan Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA), TÜRKSOY, Dünya Türk İş Konseyi (DTİK) ve Türk Kültür ve Mirası Vakfı’nda da bundan sonra aktif olarak görev alacağı anlamına gelmektedir. Nihayetinde, Taşkent’in örgüte katılımıyla Türk Dünyası daha da güçlenecektir.30

Tacikistan

Her ne kadar kendisini Türk kimliğiyle tanımlamasa da Tacikistan’ın da Türkistan bölgesinin ayrılmaz bir parçası olduğu ifade edilebilir. SSCB döneminde başlayan milli kimlik inşası sürecinden dolayı Tacikler, kendilerini büyük Fars Dünyası’nın

29 Zhao, a.g.m., s. 174.
30 Abdrasul İsakov, “Türk Keneşi Güçleniyor”, ANKASAM, , (Erişim Tarihi: 14.09.2019). Mehmet Seyfettin Erol, “Yeni Özbekistan: Geçiş Sürecinden Yükseliş Sürecine Değişimin Diğer Adı”, ANKASAM, yukselis-surecine-degisimin-diger-adi/ /, (Erişim Tarihi: 14.09.2019).

parçası olarak görmektedir. Ancak Fars Dünyası’nın en önemli gücü olan İran, daha çok Şii kimliğini ön plana çıkartmaktadır. Diğer bir ifadeyle Tacikler, Fars Dünyası’nın bir parçası olmadıklarını anlamışlardır. Ayrıca, Afganistan topraklarından Tacikistan’a güçlü bir şekilde sirayet eden Vahhabi-Selefi akımlar da Taciklere savaş ve yıkımdan başka bir şey vadetmemektedir. Bu durumda Tacikistan’ın diğer bölge ülkeleriyle birlikte, Türkistan kimliğini güçlendirmesi gerekmektedir. Özellikle de Türkistan’a ait olan geleneksel Hanefi-Maturidi geleneğinin canlandırılması, Tacikler açısından oldukça önemlidir.

Tacikistan, ekonomik zayıflığından dolayı Çin’e bağımlı bir ülkedir. Pekin, Duşanbe’ye yönelik “borç tuzağı politikası” yürütmektedir.31 Bu politika sayesinde Çin, Tacikistan’dan 49 yıllığına toprak kiralamaktadır.32 Ayrıca Washington Post gazetesinin iddiasına göre Pekin, Afganistan-Çin sınırını oluşturan Vahan Geçidi’ni kontrol etmek için Tacikistan topraklarında üs kurmuştur.33 Giderek artan bu bağımlılığa karşı Duşanbe’nin denge kurması gerekmektedir. Tacikistan’ın gündeminde Doğu Türkistan konusunun olmadığı görülmektedir.34 Ancak bölge ülkelerinin Türkistan söylemini gündeme getirmesi durumunda Duşanbe’nin de güvenlik kaygılarından dolayı bu söyleme destek vereceği düşünülmektedir.

Sonuç

Türkistan ülkelerinin Çin’e karşı ortak bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Bu ortak tutumun geliştirilmesi için ortak kimlik ve ortak değerlere ihtiyaç vardır. SSCB döneminde oluşan ortak değerlerin son otuz yılda önemini kaybettiği görülmektedir. Çünkü bölge devletlerinin Rusya Çarlığı ve SSCB tarafından kendilerine dayatılan Rus dili gibi ortak kültürel değerlerden kurtulmaya çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca İngilizcenin öneminin artması da Rusçayı ikinci plana itmiştir.

Türkistan ülkelerinin ulusal kimliklerinin yeniden canlanması sürecinde İslam dininin önemi anlaşılmıştır. Halkın dini değerlere ilgi gösterdiği ortadadır. Ancak bu ilgi, bölgeye yabancı dini akımların gelmesine de kapı aralamıştır. Gelinen noktada, bölge halkı kendini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Ancak Müslüman kimlikleri güçlü olan ülkelerde yaşanan istikrarsızlıklar, bölge halkını daha dikkatli olmaya itmektedir.

31 Dmitriy Sergeyevich Popov, “Kitaysko-tadzhikskiye otnosheniya: problemy i perspektivy”, Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, , (Erişim Tarihi: 06.07.2019).
32 Tim Fernholz, “Eight Countries in Danger of Falling into China’s “Debt Trap””, Quartz, chinas-belt-and-road-plans/, (Erişim Tarihi: 06.07.2019).
33 Gerry Shih, “In Central Asia’s Forbidding Highlands, a Quiet Newcomer: Chinese Troops ”,
Washington Post, , (Erişim Tarihi: 13.09.2019).
34 Zhao, a.g.m., s. 177.

Özellikle de Vahabi-Selefi El Kaide ve “Devletü’l-Irak ve’ş-Şam (DEAŞ)” tecrübesi, Türkistan halklarının geleneksel İslam anlayışına yönelmesini gerektirmektedir.

Rusya merkezli değerlerin ve İslam’ın bölge halkları nezdindeki önemlerinin azalması ise yeni bir yöneliş olarak demokratik değerlerin ön plana çıkmasına sebep olabilir. Ancak şu aşamada demokrasi/demokratikleşme süreci halen bölgede gelişim aşamasındadır. Bu durumda, bölgede hem Çin’in baskısına karşı bir direniş cephesi oluşturabilmek hem de bölge devletlerinin kendi ulusal kimliklerini güçlendirebilmek için ortak Türkistan kimliğinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu noktada Türkiye’nin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü Türkiye; hoşgörülü İslam anlayışını, demokrasiyi ve Türk kimliğini içselleştirmiş önemli bir modeldir. Bu çerçevede bölge ülkelerinin Türk Keneşi’ne üye olmaları için projeler geliştirilmesi ve bu ülkelerin (özellikle de Türkmenistan ve Tacikistan’ın) teşvik edilmesi doğru bir hamle olacaktır. Kuşkusuz burada Ankara’ya bir kez daha önemli görevler düşmektedir.

Çin’in hegemon bir güç olmasının yolu “Batı’ya Doğru Politikası”nı gerçekleştirmesinden geçmektedir. Bunun için de Doğu Türkistan’ın yanında Batı ve Güney Türkistan bölgelerini kontrol etmesi gerekmektedir. Çin her ne kadar Batı ve Güney Türkistan politikasında yumuşak güç unsurlarını ön plana çıkartsa da, Doğu Türkistan’daki uygulamaları ve tarihsel “Büyük Çin Projesi” hedefi, Batı ve Güney Türkistan’ı nasıl bir geleceğin beklediği noktasında fikir vermektedir. Çin’in güçlendikçe daha talepkar ve cüretkâr olduğu görülmüştür.

Türkistan’ın Çin kontrolüne girmesi, sadece bölge devletlerini değil, Batı dünyasını da ciddi anlamda etkileyecektir. Türkistan, Çin ve diğerleri arasında yoğun bir güç mücadelesi olmaya şimdiden başlamıştır. Dolayısıyla “Yeni Büyük Oyun’un önümüzdeki süreçte merkezi Türkistan olacaktır ve bu husus bölgede yeni denge/denklemleri kaçınılmaz kılmaktadır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Çin, bölge ve Batı açısından orta-uzun vadedeki ortak tehdidin diğer adıdır. Bu tehdidi engellemenin ya da en azından dengelemenin yolu “Türkistan Birliği”nin hayata geçirilmesinden, bir diğer ifadeyle Yükselen Çin ile “Zayıflayan Batı (ABD/AB)” arasında üçüncü bir güç merkezinin inşasından, bölgedeki güç boşluğunun doldurulmasından geçmektedir. Dolayısıyla gelişmeler bir “Türk Seddi” ya da “Türk-Slav Seddi” formülünü kaçınılmaz kılmaktadır. Bu formül/öneri önümüzdeki süreçte gündeme daha net bir şekilde gelebilir. Kuşkusuz bu husus, Türkiye ve Türkistan cumhuriyetleri açısından yeni bir fırsata işaret etmektedir. Batı kadar, bölge güçlerinden Rusya’nın da çıkarları da bunu gerektirmektedir. Rusya’nın son yıllarda Türkiye ve Türkistan Cumhuriyetleri’ne

yönelik değişen politikasını bir de bu perspektiften değerlendirmekte fayda mülahaza edilmektedir. Doğrudan doğruya Türk Dünyası merkezli bir inisiyatif hayata geçirilebileceği gibi, Türkiye ve Rusya eksenli (bir diğer ifadeyle Kuzey-Güney eksenli) bir “Merkezi Avrasya Birliği/Federasyonu” da gündeme gelebilir. Aksi takdirde tüm bölge kaybedecektir, elbette Batı da…

Kaynakça

“‘Uygurların Somut Olmayan Kültürel Mirası Kazakistan Örneği’ Tanıtım Toplantısı Yapıldı”, Haberler.com, olayan-kulturel-mirasi-kazakistan-12204316-haberi/, (Erişim Tarihi: 04.07.2019).

“A Global Strategy for the European Union’s Foreign And Security Policy”, European External Action Service, , (Erişim Tarihi: 30.07.2019).

“National Security Strategy of the United States of America”, White House, , (Erişim Tarihi: 19.12.2017).

“Russia-India-China Summit”, IAS4SURE, , (Erişim Tarihi: 06.03.2019).

“Uygur Müzik ve Tiyatro Topluluğu Türkiye’de”, TÜRKSOY, https://www.turksoy.org/tr/news/2018/10/31/uygur-muzik-ve-tiyatro-toplulugu- turkiye-de, (Erişim Tarihi: 04.07.2019).

“Российское ИА Regnum будет называть Среднюю и Центральную Азию Туркестаном (Rus Haber Ajansı Regnum, Orta ve Merkezi Asya’yı Türkistan Olarak Kullanacak)”, Kaktus Media, centralnyu_aziu_tyrkestanom.html, (Erişim Tarihi: 04.07.2019).

“Соглашение между государствами – членами ШОС о Региональной антитеррористической структуре”, The Regional Anti-Terrorist Structure of the Shanghai Cooperation Organization (RATS SCO), , (Erişim Tarihi: 11.09.2019).

Aydar Erkebaeva, “Jeenbekov: Kıtaydın Uluttuk Azçılıktar Maselesi Ölkönün Jeke İçki İşi”, Kloop, azchylyktar-maselesi-lk-n-n-zheke-ichki-ishi/, (Erişim Tarihi: 03.07.2019).

bdrasul İsakov, “Türk Keneşi Güçleniyor”, ANKASAM, kenesi-gucleniyor/, (Erişim Tarihi: 14.09.2019).

AZER, Özlem Arzu, “Çin’in Enerji Güvenliği Bağlamında Kafkasya ve Orta Asya Politikası”, International Conference On Eurasian Economies 2012, , (Erişim Tarihi: 04.07.2019).

EROL, Mehmet Seyfettin, “Yeni Özbekistan: Geçiş Sürecinden Yükseliş Sürecine Değişimin Diğer Adı”, ANKASAM, surecinden-yukselis-surecine-degisimin-diger-adi/ /, (Erişim Tarihi: 14.09.2019).

EROL, Mehmet Seyfettin; Dinmuhammed Ametbek, “Türk Dünyası’nın Birlik Arayışı: Bir Üst Kimlik Olarak ‘Büyük Bozkır’”, Ahmet Nafiz Ünalmış-Mehmet Nuri Parmaksız, der., Türk Birliğinin Mümkün Yolları, Akçağ Yayınları, Ankara 2019, s. 9-32.

EROL, Mehmet Seyfettin, “Kazakistan’ın Türk Dünyasındaki Yeri”, Laura Bolatova, der., Nursultan Nazarbayev: Büyük Bozkır’ın Manevi Dirilişi, Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği-Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Yay., Ankara 2018, s. 93-107.

EROL, Mehmet Seyfettin, “16 Kasım 2001’den 24 Kasım 2015’e Türk-Rus İlişkileri: Avrasya’da İşbirliği’nden Yakın Çevrelerde Güç Mücadelesine Analitik Bir Bakış”, Murat Ercan, der., Uluslararası Osmaneli Sosyal Bilimler Kongresi 12-13-14 Ekim 2016, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Osmaneli Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü, Bilecik 2016, s. 163-178.

EROL, Mehmet Seyfettin; Aidarbek Amirbek, “Soğuk Savaş Sonrası dönemde Rusya’nın Dış Politikasında Yakın Çevre ve Orta Asya”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt 14, Sayı 1, 2014, s. 155-178.

EROL, Mehmet Seyfettin, “Küresel Güç Mücadelesinde Avrasya Jeopolitiği ve Türk Avrasyası”, Mehmet Seyfettin Erol, der., Küresel Güç Mücadelesinde Avrasya’nın Değişen Jeopolitiği: Yeni Büyük Oyun, Barış kitap, Ankara 2011, s. 7-52.

EROL, Mehmet Seyfettin, “20. Yıldönümünde Türkiye-Türk Dünyası: Sorunlar, Arayışlar ve Gelecek”, Mehmet Seyfettin Erol-Yavuz Gürler, der., TÜRKSAV Türk Dünyası 20 Yıllığı: Tahliller, Değerlendirmeleri Öngörüler ve Özeleştiriler, Strateji Araştırma İnceleme, İstanbul 2011, s. 41-50.

EROL, Mehmet Seyfettin, “Şanghay İşbirliği Örgütü”, Türkler, der. Güzel, Hasan Celal; Çiçek, Kemal ve Koca, Salim, Cilt 18, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 946-950.

FERNHOLZ, Tim, “Eight Countries in Danger of Falling into China’s “Debt Trap””, Quartz, in-danger-of-debt-overloads-from-chinas-belt-and-road-plans/, (Erişim Tarihi: 06.07.2019).

KERİMOĞLU, Yavuz, “Çin’in Orta Asya Politikaları”, INSAMER, , (Erişim Tarihi: 12.09.2019).

KORELOV, Modest Facebook Sayfası, , (Erişim Tarihi: 04.07.2019).

POPOV, Dmitriy Sergeyevich, “Kitaysko-tadzhikskiye otnosheniya: problemy i perspektivy”, Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, , (Erişim Tarihi: 06.07.2019).

SHIH, Gerry, “In Central Asia’s Forbidding Highlands, a Quiet Newcomer: Chinese Troops”, Washington Post, , (Erişim Tarihi: 13.09.2019).

TRENIN, Dmitri, “Russia and Central Asia: Interests, Policies, and Prospects”, Central Asia Views from Washington, Moscow, and Beijing, M.E. Sharpe Armonk, New York 2007, p. 83.

ZHAO, Huasheng, “Central Asia in China’s Diplomacy”, der., Rajan Menon, Central Asia: Views from Washington, Moscow, and Beijing, M.E. Sharpe Armonk, New York 2007, s. 140.

“Çin'in Batıya Doğru Politikası”nda Türk Dünyası ve "Yeni Büyük Oyunun Geleceği" - shanghai sangay cin

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir