DEVRİMCİ CUMHURİYET DEVLETİNDE Mİ VEYA DİN DEVLETİNDE Mİ YAŞAMAK İSTİYORSUNUZ? Sefa Yürükel
Din kurallarıyla devleti ve hayatı yönettinizmiydi, en sonunda hepiniz Taliban olmaya mahkum olursunuz.
Bu tesadüf bir şey değil kaçınılmaz sondur!
İnsanlar kendi yaşam şekline ve milli kültürüne uymadığı halde, günlük yaşamda din iyidir ama uygulayanlar kötüdür söylemi esas olarak bilgisizlikten, itaatten ve kör inançtan kaynaklanmaktadır.
Bu birey ve halkta olan yanıltıcı yaklaşım, akılcı ve bilimsel bir analiz ve bilgi değildir.
Ve bu yüzden siyasiler arasında ikide bir din kötüye kullanılıyor sözleride bilimsel değildir.
Akıllıcada değildir.
Resmen bir uydurmadır.
Bu resmen dine teslim olmaktır,
sorgulamayı bırakmaktır ve kendini kandırmaktır.
Lafın tam bilimsel anlamıylada bu bir şizofrenik yaklaşımdır.
Bugüne kadarda din ve insan konusundaki sorunun esasıda burada yatmaktadır.
Gerçeğe karşı saklanmaktır.
Kendine ve tüm insanlığa karşı dürüst olmamaktır.
Bir kere, siyasal ve sosyolojik olarak din sadece bir gayyipçi inanç ve ritüeller sistemi değildir.
Din olgusunun içinde aynı zamanda; siyasal, askeri, hukuki, kültürel ve sosyal olarakta bir devletin yönetim şekli vardır.
Dinler doğduğundan (var olduğundan) beri siyasaldır.
Din, insanları yönetmek için vardır.
Din ortamları iyi analiz eden ve gözlemleyen bir insan tarafından oluşturulmuş, siyasal ve sosyal bir sistem tasarımı ve o kişinin kendi amaç ve ideallerini gerçekleştirmek ve toplumuda buna göre formatlamak için ürettiği toplumsal bir mühendislik projesidir.
Örneğin:
Medine Devleti ile Hz.Muhammed, o Devleti’de kendi Ümmet projesi ve kendi gayyip inancıyla oluşturan bir siyasi devlet adamı ve o Devletin’de Başkanıydı.
Ve ayrıca o dönemde de o devletin ideolojisini ve sistemini oluşturan ve bizzat kendi tarafından oluşturulan dininin lideriydi.
Hz. Muhammed, kendi doğmatik inancını geliştirmek için kurduğu devlet ordusununda o dönem Baş Komutanıydı.
Bunun için din demek aynı zamanda devlet sisteminin işleyişi ve siyasette demektir.
Hayatın ve dinin gerçeği budur.
Bunun içinde, içinde bulunduğumuz çağda, insanlar bulundukları ülkedeki yönetim şekli konusunda artık kendini kandırmadan, oyalamadan dini doğru anlamalıdır.
Türkiye’de ki en büyük sorun dinin sadece kişisel bir öge olduğudur.
Ama bu yaşanan günlük ve asırlık gerçeklerle karşılaştırıldığında doğru bir bilgi değidir.
Din sadece devleti değil aynı zamanda halkı ve bireyide etkileyen, bunların en küçük sosyal, siyasal, ekonomik, düşünce ve kültürel hücrelerine kadar giren ve bunları her anlamda bir autist gibi yönlendiren doğmatik ve otoriter bir kurallar yumağıdır.
Din bu anlamda sosyal, kültürel ve siyasi felsefenin sadece kişiye özel bir statüsü değil, gerçek hayatta yarattığı itaat kültürü ve inançların kültüyle kişiyi kontrol ve hareket ettirendir.
insanın tavırlarını ve kararlarını etkileyendir.
Yani bu konuda ve bugünkü durumda Türkiye’de ( dünyadada öyle) en can alıcı ana ve kesin soru şudur, insanlar:
Yaşamları boyunca, gerçekte Ortaçağ’dan bu tarafa bir insan icadı olan bir dinin doğmatik kurallarıylamı yönetilmek ve yaşamak istiyorlar yoksa diğer bir insan icadı olan bilim ve aklı öne çıkaran devrimci demokratik bir cumhuriyetlemi yönetilmek ve yaşamak istiyorlar?
Bu doğru sorunun muhtemel olarak cevabı da dün olduğu gibi bugünde herkesin önünde durmaktadır.
Ve Türkiye’de ki insanlarda düşünen ve karar verebilen birer varlık olarak, bu ikisi arasında mutlaka bir tercih yapmak durumdadır.
Bu iki soruya verilecek tercihli cevaplar, bu konuda insanlarında Türkiye’de birey olarak gerçek niyetini, düşüncesini, kültür kalitesini ve sosyal alt yapısınıda ortaya koyacaktır.
İnsanlar bu yüzden kendi hayat ve yaşam felsefesini tekrar düşünerek ve sorgulayarak, yaşam kalitesi işlevi açısındanda, birey ve halk olarak öncelikle buna bir karar vermelidirler.
Bu anlamda da biz insanlar olarak iyi düşünüp, tercihler yapıp, ülkemiz ve kendimiz için yol ayrımına geldiğimizin farkına vararak ya kendimize dini siyasete alet etmeyelim gibi safsataları bırakıp, “gayyipten gelen mesajlarla Peygamber ” olduğunu belirtenlerin kendi oluşturdukları doğmatik kuralları olan bir dinle ya da aklın, bilimin rehber alındığı devrimci demokrasiyi ve devlet sistemini seçmek zorundayız.
Çünkü akıl, mantık ve bilimsel olarak ikisinide aynı yerde uygulayamayız.
Çünkü aynı düşüncede, yaşam tarzında ve aynı vucütta ikisinin yeri olmaz.
Olursada bugünkü Türkiye’de ki gibi şizofren bir devlet, halk ve insan yaşamı olur.
Şizofrenler bilindi gibi hayatıda özgür ve istikrarlı olarak yürütemez.
Ha olursa ne olur?
Olursa çorba olmayan tatsız tuzsuz bir çorba olur.
Türkiye’nin bugünkü sistemindeki din ağırlığı ve uygar yaşamla çelişen yöneticilerin en son fiili icraatlarıda bunun bir ispatıdır.
Türkiye bu yüzdende şimdiki durumda tatsız tuzsuz bir çorbadır.
Bu konuda yakın Türkiye tarihine bakarsak, 1923’de Atatürk’ün ve arkadaşlarının kurduğu sistem ( laiklik) ideal olan bir sistem değildir.
Ama zamanın aşama şartlarına göre ve günümüzde de o gün ve bugün için “uygun” ama geçici olan bir idari sistemdir.
O gün, halkın aydınlanmasının alt yapısını yapmak için oluşturulan geçiş sistemi ile Halkın ve Devletin: bilgisel, ekonomik, kültürel ve sosyal olarak gelişmesi ile ülkenin modernleşeceği ve dinin tüm işlevini yitireceği hesaplanmış ve dinin süreç içinde aşama aşamada tamamen izole edileceği düşünülmüştür.
Bu sistem (laiklik), aklın ve bilimin rehber alınarak ve nihai olarak varılması gereken bilimsel hedefe ulaşana kadar olan bir ara sistemdir.
Ve o dönemin sistem yapıcılarıda taktiksel olarak böyle düşünmüştür.
Bu ideale gidilmesi gerekli olarak olan düşünülen süreci,
10 kasım 1938’da ki Atatürk’ün ölümü ve buna bağlı olarak önderliksiz kalan devrimci aydınlanma, aydınlanmaya karşı olan egemen sınıftaki din zihniyeti taşıyanların ağır baskısı ve bunu durdurmasıylada aydınlanma süreci kesilmiştir.
Türk Aydınlanmasının fiili ve önemli bir ayağı olan Köy Enstitüleri’de din sisteminin temsilcileri tarafından kapatılınca, Türkiye’de ki uygarlaşma hedeflerine giden yolların son kırıntılarıda din sisteminin temsilcileri tarafından tamamen kapatılmıştır.
Türkiye’de mevcut dinin yüzlerce yıldır baskın kültür olduğu ve dinden bu yüzdende kendini bir anda soyutlayanayan Türk Hakı’da, ufukta gelen, dinin hayat ve düşünce tarzlarında baskın olduğu bir zümrenin bilerek yürüttüğü sistemsel tehlikeyi görememiştir.
Türk Halkı’da bu konuda geçmişte yaşadığı istibdatlardan dolayı, aydınlanma süreçleri yalamaması, gelişmiş bir kültürel ve siyasal alt yapısı olmadığı ve yeterincede aydınlanmadığı içinde modern ve devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmamıştır.
Bundan dolayıda Halkın içinde 1400 yıldır örgütlenen din, devrimci demokratik cumhuriyete karşı zafer kazanmıştır.
Türkiye’nin devrimci cumhuriyet devletini yıkmıştır.
Ve bu şekilde de bugüne gelinmiştir.
Kısacası, insan olarak yada Halk olarak hem müslümanım hemde devrimci demokratım derseniz, en sonunda devletide, devamlı doğduğunuzdan beri zihninizde olan ve günlük olarakta pençesinde olduğunuz sistem düşüncesi olan din ile yönetmeye ve güncel hayatıda bu şekilde yönetmeye, insanları ve kendinizi manüpule etmeye, gayyiple seferber etmeye ve farkında olsanızda olmasanızda insanları, devleti ve Halkı din ögeleri ve düşünceleri ile şekillendirmeye kalkarsınız.
Ve de en sonunda, RTE’nin dediği gibi, Taliban ile aynı inançtan oluduğunuzu belirtir, sizde yavaş yavaş ülke olarak birer İran , Suudi Arabistan’da ve Afganistan olursunuz.
RTE’nin 20 yıl önce Türkiye’de başa geçmesi ve bugün Türkiye’yi yönetmesi, Türkiye’de taban bulması olayı sadece ABD desteği ve kurgusu değildir.
Bunun esas sebebi,
Dinin’de 1400 yıldır örgütlü olması ve Halk içindeki baskın rolü ve işlevidir.
Dinin Türk devletlerinin resmi organlarda kurumsallaşması ve kurumlarıyla günlük hayatta Halk içindeki etkileyiciliği, örgütçülüğü, doğmatik bir kurallar ve düşünce ile yönlendiriciliği ve itaatçi bir şekilde yöneticiliğidir.
Dinle, modern ve aydınlanmacı bir şekilde aynen Batı toplumlarında olduğu gibi, nitelikli olarak hesaplaşılmamasıdır.
Bu yüzdende Türkiye’nin gidişatıda Ortaçağ sistemine doğru gitmektedir ve şu andada yöneliş tam tamınada o yöndedir.
Türkiye’de şu anda din kazanmıştır.
Aydınlanmacı Devrimci Demokratik Cumhuriyet kaybetmiş ve Laik Devlet yıkılmıştır.
Türkiye şu anda adı konmamış İhvancı bir İslam Emiri tarafından yönetilen bir İslam Devleti olmuştur.
Bu konuda lafı uzatmayada hiç gerek yoktur.
İşte bu yüzden;
Eğer bundan sonra Türkiye’de, insana kulluk etmek istemiyorsanız, özgür insan ve vatandaş olmak istiyorsanız, kaderimizi kendi ellerimize almak istiyoruz diyorsanız, doğmalara inanmıyoruz diyorsanız, o zaman dini değil, devrimci demokratik bir Cumhuriyeti seçmeniz ve dini yönetim ve düşünce şeklini tamamen felç edecek veya doğmatik olan ideolojik etkisini yavaş yavaş sıfıra yakın bir noktaya indirecek ve izole edecek bir sistemi, uygar düşünen insanlar ve Halk olarak elbirliğiyle kurmanız gerekmektedir..
Bugüne kadarki olanlara bakarsanız herşey tüm çıplaklığıyla ve neden bugüne uygarlıktan uzaklaşarak geldiğimiz nokta ortadadır.
Herkes uygar olan herkes bu konuda, dahada çok geç olmadan ne istediğini iyi tartmalı, düşünmeli ve bilerek karar vermelidir.
Gerekirse bunun içinde bedel ödemektende korkmamalıdır.
Herşey ortadadır.
Hemde açıkça ortadadır.
Türkiye’dekiler, sonra demedi demeyin.
Aynen Afganistan’dakiler, İran’dakiler gibi…. sonradan ağlayıp ve sızlamayın.
Hala çok çok geç olmadan Türkiye’deki bu yarı resmi din sisteminden kurtulma şansınız hala var.
Bunun için ya din devletini yada devrimci demokratik cumhuriyeti seçeceksiniz.
En kısa zamanda mutlaka kesin kararınızı verin.
Tercih sizin.
..
Son olarak her zaman olduğu gibi yine,
Atatürk’le kalın
Cumhuriyetle kalın.
Hoşçakalın!
Sefa Yürükel
Bir yanıt yazın