Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Yeşil Vatan Tehlikede II
“Yeşil Vatan Tehlikede I” yazımızı hazırlarken yangınlar başlamamıştı. Temennimiz bu yazı okunurken bütün yangınlar söndürülmüş olsun. Asıl tehlike ise “Yeşil Vatan”ın kalıcı olarak çölleşmeye başlamasıdır. Bununla beraber hemen her yangın haberinde, hava sıcaklığı ve düşük nem gerekçesi dillendirildi. Yangınların nedeni olarak insanlık değerlerinden nasipsiz canilerle ilgili işlemlerin yapıldığını tahmin ediyoruz. Ancak ortada bir gerçek daha var: Düşük nem oranı. Yeşil Vatanı tehdit eden unsurlardan biri de elbette küresel ısınma gerçeği. Ancak böyle bir gerçek var diye vatanın can damarlarını emmeğe kalkışmak büyük faciadır. Adam zaten yaşlanıyor diye kolunu, bacağını kırmak gibi birşey.
Nem oranının düşmesinde, yer altı sularının insafsızca çekilmesi, yüzlerce gölün kuruması, yemyeşil vatanın çölleşmeye terkedilmesinin etkisi elbette var. Bu kadar gölün kuruması ve yeşilliklerin çoraklaşarak nem oranının düşmesiyle, bir teröristin molotof kokteyl atarak koskoca ormanı yok etmesi arasındaki ilişkiyi de görmek gerek. Nitekim kuruyan göller bölgesinde daha önce bilinmeyen bir şey yaşandı: Ekinler olgunlaşma aşamasında iken yandı, kurudu. Sözkonusu olan bildiğimiz yangın değil. Suların yüzlerce metre derine inmesi yüzünden toprak çoraklaşmış, mahsul kavrulmuştur. Daha önce kurak yıllarda mahsulun olgunlaşamadan tarlada kaldığı vâki idi. Fakat şimdikiler çok farklı bir durum. Sorun, sadece göllerin kuruması, toprakların çoraklaşması değil. Bütün ekolojik denge kökten sarsılıyor!
Kuruyan göl kenarlarında flamingo cesetleri içler acısı. Ancak keşke onlarca göl kururken, rızkını buradaki balıklardan kazanan vatandaşlar için de aynı ilgi gösterilseydi. Bir yaralı foks için, ünlü iş adamının gösteri gayretlerini medyanın alkışlarla duyurması, çevreyi tahrip eden sermayedarların günah çıkarması yanında bir takım şaşı gözleri kör etmek içindi sanki. Bölge halkının geçim kaynağı durumundaki milyarlarca balık, kuruyan göllerde buharlaştığında haber olmazken sadece kaplumbağa yumurtalarına ilgi gösterilmesini anlamsız buluyorum.
Termik santrallerin yangınlardan etkilenmemesi sevinçle karşılandı. Halbuki küresel ısınmanın en büyük sebebi bu santrallerin yol açtığı sera etkisi. Avrupa’da yeni santral yapılmıyor, çoğu kapatıldı, az sayıdakiler birkaç yılda kapanacak. Bizdekilerin zehir saçarak çalışmasının, tarım bölgelerinin yanıbaşında Çin sermayesi ile yenilerinin inşa edilmesinin bu felaketlerdeki etkisini idrak etmemiz gerekmez mi? Küresel ısınmaya katkı yanında her bir santralin 100 kilometre çapındaki bölgede tarımı ve hayvancılığı bitirdiği, bacalardan çevreye kanser dahil nice hastalıklar yaydığı açıktır. Halbuki ülkemizde her an devreye girebilen yeterli doğalgaz çevrim santralleri bulunmaktadır.
Orman düşmanı olarak bilinen keçinin aslında kuruyacak otları zamanında tükettiği için yangınları azalttığını da bu süreçte öğrendik. Kapatılan göllerin çevresinde sulu tarım yerine su istemeyen ürünler, meşelikler, cevizlikler ve çevreyle uyumlu diğer tarım, hayvancılık alternatifleri için kapsamlı projeler hayata geçirilmelidir. Kısa vadede sulu tarım ürünleri kadar kârlı olmayacak, ancak uzun vadede herkes kazanacaktır. Bir tarafta domates ihracatımız azalacaktır. Ancak diğer ceviz, nohut, mercimek, yem bitkileri ithalatına gerek kalmayacaktır. Hesapsız çekilen sulardan sadece büyük üreticiler yararlanırken kuruyan göllerin tekrar canlanmasıyla milyonlarca ailenin geçim kapısı yeniden açılacaktır. Zaten büyük üreticilerin kârlı dönemi adım adım sona eriyor, sular derinleşirken yarın kimin tarlasının obruklarla yok olacağı da belli değil.
Yanan yerlerin yeniden kızıl çam ormanlarıyla donatılacağı her fırsatta belirtiliyor. Halbuki uzmanlar, belirli sınırlamalar olmadan bu ağaçların yangın durumunda tehlikeli olduğunu söylüyor. Bilim adamlarının yıllar önce yaptıkları uyarıları, TÜBİTAK destekli projeleri dikkate alınmamış. Aynı akademisyenlerin ormanı koruma konusundaki çalışmalarından İtalyan hükümeti haberdar olmuş, ülkesine davet etmiş, önerileri doğrultusunda ormanlarını dizayn etmeye başlamışlar!
Kuruyan göllerin yeniden canlandırılması, sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla, kuyuların kapatılmasıyla mümkün olacaktır. Kurumanın sebebinin yer altı sularının plansızca kullanılması olduğunu herkes biliyor, uzmanlar haykırıyor. Arkasından çölleşme, kum bulutları, obruklar gümbür gümbür geliyor. Kimsenin kenarda durup diğerlerinin elini taşın altına koymasını bekleme lüksü yoktur. Muhatap olduğumuz işletmeciler dahi kuyularını kapatmalarının şart olduğunu, ancak sadece kendisinin değil, olağanüstü hal ilanıyla ruhsatlı/ruhsatsız hepsinin kapatılması gerektiğini söylediler. Bölge halkı, esnafı, akademisyenleri bu konuda hemfikir olup sorumluluk siyasette, kamuoyu oluşturucularında ve diğer aktörlerdedir. Bu kapsamda:
- Kuruyan göller ve çölleşen Yeşil Vatan felaketine karşı sadece bölge insanı değil, sadece belirli sektörlerdekiler değil, sadece iktidar veya muhalefet değil her kesim üzerine düşeni yapmalıdır.
- Halen yeraltı sularına bağlı ekonomik düzenin sona ermesi durumunda ortaya çıkacak sosyo-ekonomik sorunlar için ortak bir fon, istihdam alanı (mesela Yeşil Vatanı koruma, kuyuların kapatılmasını sağlama ordusu) ve susuz tarım planları hazırlanmaldır.
- Bu konudaki yasal düzenlemeler, kesinlikle siyasi hesapların ötesinde, akıl ve gönül birliği temelli yapılmalıdır.
- “Yeşil Vatan Komisyonu” bütün parti gruplarının eşzamanlı önerisiyle kurulmalı, aklın gereği olan tedbirler de eşzamanlı önerilerle gündeme alınmalıdır. Hayırlı-gerekli bir öneriye, sırf diğer cepheden geldiği için karşı çıkma hastalığına karşı tedbirler alınmalıdır.
- Geçici süre için de olsa acı reçeteler ortak mutabakat ile hazırlanmalı, değişen bakanlar/yöneticiler yüzünden yarım kalmamalı, zaruri tedbirler ve uygulamalar günlük siyasi hesaplara feda edilmemelidir.
- 1996-2004 arasında yürürlükte kalmış olan yasal düzenleme ve uygulama tecrübesi etkin bir şekilde değerlendirilmelidir. O dönemde kuyular aşamalı olarak kapatılmasına rağmen birkaç yılda göllerin canlandığı unutulmamalıdır.
- Çözüm yolunda sivil toplum kuruluşları, öncelikle bölge üniversiteleri ve belediyeleri, sanayi ve ticaret odaları, medya ve kanaat önderleri yangınları söndürmede olduğu gibi işbirliği halinde hareket etmelidir.
- Kuruyan göllerin sadece İç Anadolu, Ege, Marmara’nın değil, bütün Türkiye’nin, hatta komşu ülkelerin de sorunu haline geldiği dikkate alınarak ulusal ve uluslararası fonlar ve projelerden olabildiğince yararlanma konusunda herkes üzerine düşeni yapmalıdır.
1996’daki düzenlemeden sonra olduğu gibi, etkin düzenlemeler ve tedbirlerden sonra her canlanan göl için şükran ve bayram günlerinin yaşanacağı ümidiyle.
Öncevatan, 11 Ağustos 2021
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın