SEFALET

SEFALET

            16 Haziran 2020 tarihinde yayımladığım ‘Çetenin Başı’ başlıklı yazıyı ilişikte sunuyorum.

            Daha on yıl öncesinden ‘Çetenin Başı’nın Dr Recep olduğunu yazmıştım.

            Kimse inanmamıştı.

            Ve bugün bile, hâlâ ‘çevresi’ falan denilerek, anlamazlıktan geliniyor.

            İkinci ‘Baş’ın Binali Yıldırım olduğunu ise, Sedat Peker’den önce yazdım.

            Yine kimse inanmadı.

            Ama bugün herhalde anlaşılmıştır.

            Burhan(ettin) Kuzu’yu da bir kaç kez işaret etmiştim (Korunda tik otursun!).

            Dönüp Beşir AtalayBekir BozdağAksu-paksu diye saymamın gereği yok.

            Bu takım, başında Dr Recep olmak üzere, baştan sona ‘çete’nin üyeleridirler vesselam.

            Ve siz hâlâ ona ‘sayın bilmemneyim’ diye hitap ediyorsanız; size yazmamın bir anlamı yok.

            Çünkü siz iflah olmaz bir ‘tatlısu demokratı’, korkağın teki, demokrasi konusunda cahilin feriştahısız.

            Tam da bu nedenle ne çekiyorsanız bu niteliklerinizden dolayı çekiyorsunuz.

            ‘Ben size baktığım zaman’, sadece ‘sefalet’inizi görüyorum.

ÇETENİN BAŞI

16 Haziran 2020

           Türkiye’de son dönemde yapılan ‘ihale’ler için, bir ‘beşli çete’nin olduğu söyleniyor.

           Sözde ‘beş’ büyük firma.

           Bunlara Sancak da dahil bir ‘beş’ daha eklenebilir.

           Şimdi, başta CHP olmak üzere çoğu kişinin bildiği ama şu ya da bu nedenle dillendiremediği bir savı öne süreceğim.

           Neredeyse on yıl önce ‘çetenin başı’ diye yazdığım ve bugün adım kadar emin olduğum bu ‘çetenin başı’nın bir tek kişi ve onun oğlu, kızı, damadı vb olduğunu yineleyebilirim.

           Burada yapacağım bir ek ise, ‘başkan yardımcısı’nın Binali Yıldırım olduğudur.

           Türkiye’de son onsekiz yılın tüm resmi ‘ihale’ ve ‘hibe’leri ile bütün ‘gayri resmî’, ‘gayri ahlâkî’ ve ‘gayri hukukî’ para ve gayri menkul hareketlerinin ‘başkan ve yardımcısı’ tarafından tasarlanıp, örgütlenip ve yararlanıldığını bir kez daha belirtmek isterim.

           Buna ‘örtülü ödenek’ de dahildir.

           ‘Örtülü ödenek’ dahilse, ister istemez bu havuza, ‘istihbarat’ ve ‘askerî harcamalar’ da girecek demektir.

           Şimdi geçen yazıda adını andığım Ali Türkşen albayımıza geri dönebilirim.

           Kendilerini sempatik, bilgili ve yürekli bir asker olarak bilirim.

           Ancak ve ne var ki, sözünü ettiğim Tele 1 ekranında, Türker Ertürk amirale ‘coşması’nı hem yadırgadığımı ve hem de ayıpladığımı belirteyim.

           Güya Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ‘caydırıcılığı’nı yitirmesinin bir asker tarafından dillendirilmesine içerlemiş-imiş.

           Ne kadar ‘caydırıcı’dır ne kadar değildir, benim konum değil.

           Ancak ve ne var ki, bir Devlet düşünün ki, anayasası yok hükmündedir; seçimleri şaibeli; diyaneti irticacı; mahkemeleri taraflı ve hukuk dışılıkta üstüne yok; eğitimi yerlerde sürünüyor; borç gırtlakta ve bir Düyun-u Umimiye’ kapısındadır; insanları sinir küpüne dönmüş ve neredeyse biribirlerini gırtlaklayacak duruma getirilmiş.. ve ilah olsun.

           Bütün bunlara karşın bir TSK’sı var ki pür-ü pak!

           ‘Peygamber Ocağı’ mı ne?

           Ayrıntısına girmeye gerek yok.

           Ancak şu kadarını söyleyebilirim:

           Şu ‘koronavirüs’ konusunda, çok yakında kesin olarak ortaya çıkacağı üzere, bu ‘Devlet’in, başta o ‘demokrat’ Sağlık Bakanı olmak üzere, tüm resmî kurumları, Türk halkına ve bütün dünyaya ‘yalan bilgi’ vermekte midirler değildir midirler?

           Bu ‘Devlet’in en tepesindeki yöneticisinden en sıradan memuruna kadar, tüm sorumlularının söyledikleri her şeyin, ama her şeyin ‘gerçeği çarpıtmak’ için söylenildiği apaçık mıdır değil midir?

           Hal böyleyken, kimse bana, TSK’nın örneğin Kuzey Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Somali’de, Katar’da ne iş yapmakta olduğunu ve hangi ‘başarı’lara imza attığını söyleyemez.

           Buna her tarafı kuşkulu ‘Savunma Bakanı’ ile ne işe yaradığı bilinmeyen Genelkurmay Başkanının söyledikleri de dahildir.

           Efendim, belki sizin ‘içeriden’, yani henüz muvazzaf olan ‘silah arkadaşlarınız’dan ‘doğru bilgiler’ geliyordur.

           Eğer öyleyse, TSK’nın yukarıda sayılan ve sayılmayan ülkelerde, ‘Türk Ordusu’nun şanına yakışır bir strateji sonucu oralarda ‘görev’ yaptığını söyleyebilir misiniz?

           Bu ‘görev’leri ‘başarı’yla yerine getirdiğinden emin misiniz?

           Sözgelimi ‘ben değilim’.

           Çoğu emekli komutanlar gibi, Türker Amiral da ‘yanlış yapıldığı’nı söylemektedir.

           Ve siz artık bir ‘siyasetçi’ olarak daha ‘sakin’ olmak durumunda değil misiniz?

           ‘TSK’ya toz kondurtmam’ diye sinirlenmek, bütün bu açıklananlar ışığında, ancak ve sadece ‘hamaset’ olmanın ötesine geçebilir mi?

           Bence geçmez.

           Bu TSK’ya, bu dönemde ‘toz kondurtmamak’, tozu toprağı, boşu boşuna yalayıp yutmaktan başka bir işe yaramaz diye düşünüyorum.

           Şimdilik bu kadarını dikkatinize sunmak isterim.

           Gerisi kuşkusuz size kalmış!


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir