Ülkemizdeki Kıpçak Savaşçısı Tatarlar ve Kökenleri . Cahit Alptekin*
Özet: Bir kavim adı olarak “Tatar” kelimesi ilk defa Orhun Yazıtlarında geçmektedir. Tatar adı, çeşitli tarihlerde Türk ve Moğol kabileleri için müşterek bir ad olarak kullanılsa da başlangıçta Moğolları ifade etmiştir. Moğol kabilelerinden Tatarlar, en kalabalık ve güçlü kabileydiler. Bu durum birçok Moğol ve Türk kabilesinin (boyunun) yabancılarla münasebetlerinde kendi adları yerine Tatar adını kullanmalarına neden olmuştur.
Moğollar arasındaki “Tatar” adı bir Moğol boyunu ve Moğolistan sahasındaki Türk- Moğol boylarını ifade etmekteyken Türk dünyasında, özel olarak Kıpçak bozkırlarında, ortaya çıkan “Tatar” adı ise Kıpçak Türklerini ifade etmektedir. Artı olarak bugünkü Moğolistan sahasında ise, geçmişte Tatar olarak adlandırılmış Otuz Tatar, Dokuz Tatar gibi Türk kabilelerinin yaşamış oldukları bilinmektedir.
Kıpçak sahasını fetheden Batu Han’ın ordusunun büyük bir kısmını yine Türkler oluşturmuşlardır ve orduda çok az sayıda bulunan Moğollar, Deşt-i Kıpçak sahasındaki Türklerle karışarak kısa sürede eriyip gitmişlerdir.
Anahtar Kelimeler: Tatar, Moğol, Türk, Rus, Rusya, Kıpçak.
Tarih bilmek, insanlara yaşadığı zamanı anlamak ve gelecek hakkında öngörülerde bulunmak şansı vermektedir. Yani, Tarih bilmek ve Tarih şuuruna sahip olmak, bir milletin milli vasıflarını koruması ve nereden geldiğini bilip nereye gideceğine karar vermesi için olmazsa olmaz gereksinimlerden biridir. Büyük tarihçi İbn Haldun: “Suyun suya benzediği gibi, hal de geçmişe benzer” sözü ile ne kadar büyük gerçekleri ifade eder. Hali değerlendirmek, geleceğe ümit ve güvenle bakabilmek için, geçmişin iyi bir şekilde süzgeçten geçirilmesi gerekir.[1] Tarih, aynı zamanda, geçmişini ve nereden geldiğini unutan halkların mezarlığıdır.
Öncelikle bu makaleyi neden yazdığımı siz sevgili okuyuc
ularıma anlatmak isterim. Ülkemizde AB ve ABD ile bunlara bağlı sivil toplum örgütlerinin yürüttüğü faaliyetlerin bulunmakta olduğu herkesçe bilinen bir husustur. Bu faaliyetlerden bir tanesi de ülkemiz insanlarını mozaiklik olgusuna alıştırmak ve onlara Türk olmadıkları, farklı etnik kökenlerden geldikleri fikrini benimsetmektir. Ne yazık ki hükümet destekli faaliyetlerle Türklük olgusu bir üst kimlik konumuna yerleştirilmeye çalışmakta ve bu çalışmalar başarı sağlamaktadır. Hâlbuki bu çalışmalara kaynak ayıran emperyalist devletler kendi ülkelerinde sıkı bir ulusçuluk göstermekte, tersi yöndeki her yönelişi olması gerekeni yaparak, boğmaktadır. Ülkemizde özellikle Türkmen, Tatar, Alevi, Yörük, Karakeçili… Vs. gibi öz Türk unsurlar ayrı birer etnisiteymiş gibi gösterilmekte, ne yazık ki insanlarımız bu hiçbir ilmi delile dayanmayan iddiaları gerçek gibi kabul edip gaflete düşmektedirler. Lakin biz, ufak makalemizde bu Türk unsurlardan sadece Tatarları inceledik.
Türkmen, Yörük, Alevi, Karakeçili, Tahtacı gibi unsurların Türklüğünün vatandaşlarımız tarafından iyice öğrenilmesi gerektiğinin farkında olarak ve bu konuda yapılmış ilmi çalışmaların daha da arttırılması ile vatandaşlarımıza hitap eden yayınlarında yapılması gerektiğini bilerek, şimdilik sadece Karadeniz’in kuzey sahasındaki Tatarların kökenlerini, çeşitli kaynaklardan, ortaya koyduk ki bilgisizlik nedeniyle kendini kesin olarak Moğollukla ilişkilendiren ya da “Ne Türk’üz, ne de Moğol’uz, biz ayrı bir milletiz” diyen vatandaşlarımız köklerinin ne kadar öz Türk olduklarını bir nebze fark edebilsinler.
Öncelikle bilinmesi gerek ilk husus gerçek Tatarların kimler olduğu ve nerelerde faaliyet göstermiş olduklarıdır. (Daha sonra örnek olarak koyduğumuz kaynaklarda Karadeniz’in Kuzey sahasındaki “Tatar” adı verilmiş Türkleri de göreceğiz.)
7f82d43aace7471ab78037c0c742061b
Bir kavim adı olarak “Tatar” kelimesi ilk defa Orhun Yazıtlarında geçmektedir. Bu yazıtları ilk defa okumuş olan Thomsen, bu kavmi Moğol asıllı olarak saymaktadır. Thomsen ve Rene Giraud bu kavmin yerleşme alanını Baykal Gölünün güney doğusuna yerleştirirler. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Tatar” ve “Otuz Tatar” isimleri geçmektedir ve bir daha hiçbir yerde rastlanmayan “Otuz Tatarlar”, Bahaeddin Ögel’e göre günümüz Moğolistan’daki Moğollarla akrabadırlar.[2] Tatar adı, çeşitli tarihlerde Türk ve Moğol kabileleri için müşterek bir ad olarak kullanılsa da başlangıçta Moğolları ifade etmiştir. Geçmişte, günümüz Moğolistan’ının doğu kısmında yaşayan kabilelerin büyük bir kısmı Moğol olup, bunlar Moğol adını sonradan benimsemişlerdi. O dönemde bu kabilelerin başında Kereyit, Nayman ve Tatar kabileleri gelmekteydi. Bu arada özellikle Naymanların Türk mü Moğol mu olduğu konusunda da tartışmaların devam ettiğini söylememiz gerekir. Saydığımız kabilelerden Tatarlar, en kalabalık ve güçlü kabileydi. Bu durum birçok Moğol ve Türk kabilesinin (boyunun) yabancılarla münasebetlerinde kendi adları yerine Tatar adını kullanmalarına neden olmuştu. Tarihte bu tür örneklere sık sık rastlanmaktadır. Mesela Reşideddin’de Moğol adının sadece Cengiz Han’ın mensup olduğu boyun adı olup, sonradan diğer boyların da kendini Moğol olarak adlandırmaya başladığına dair şöyle bir örnek bulunmaktadır: “Diğer kavimlere o zaman Moğol demezlerdi. Çünkü şekil, heyet, lakap, lehçe ve gelenekleri birbirine yakın olmakla beraber eskiden farklı idiler.” Yine Reşideddin, Tatar adının nasıl ve hangi şartlarda meşhur olduğu üzerinde durarak şöyle demektedir: “Onların çok büyümeleri ve saygıdeğer bir yerleri olması sebebiyle değişik boylara mensup olan ve değişik isimleri bulunan diğer Türk kabileleri de onların isimleriyle tanınmaya ve hepsine Tatar denilmeye başlandı. Ve bu değişik boylar kendilerini onlara intisap ettirerek ve onların ismini kullanarak şöhret ve ihtişam kazandılar.”[3]
Çin kaynakları 842 yılından sonra “Ta-ta” ismiyle Tatarlardan bahsetmeye başlar. Bu kaynaklar Moğolistan’daki kuzey Tatarlarına “Kara Tatarlar”, Alaşan bölgesindeki güney Tatarlarına ise “Ak Tatarlar” derler. Çin kaynaklarına göre, asıl Moğollar, en eski Moğollar (20 Kabile), Kara Tatarlar (9 Kabile), Ak Tatarlar (15 Kabile), Vahşi Tatarlar olmak üzere dört kısma ayrılmaktaydı. Bunlardan Ak Tatarlar bir Türk kabilesi olan Öngütleri ifade etmektedir ki bunlar Sha-t’o Türklerinin Cengiz devrindeki torunlarıdır.[4] Aynı zaman da Ak Tatarlar, 9 kabileden oluşmaları sebebiyle, Orhun Yazıtlarındaki “Dokuz Tatar”lar da olabilirler. (Çinli seyyah Wang Yeng-te, bu Dokuz Tatarları, Tatarların en önemli kabilesi olarak görür.)[5] Çin kaynaklarının da Türk olan Ak Tatarlar konusunda hataya düştüğünü söyleyebiliriz.
Tatar kelimesinin etimolojisine gelirsek karşımıza bu ismin Türkçe olduğu çıkmaktadır. “Tatar” sözü Türkçe asıllı olup Türkçe olan “-ar” ekiyle türetilmiştir. (Tatar, Avar, Hazar, Bulgar, Macar..vs. gibi) “Ar”,”Ir”, “Er” kişi anlamına gelmektedir. Mesela Kazan Tatarcasın da (Türkçe) “İr” sözcüğü “erkek kişi” anlamına gelmektedir.
“Tatar” kelimesinin kökü Tat- Kaşgarlı Mahmud’a göre “Müslüman olmayan, Uygur” manalarını verir. “Tatar” kelimesinin kökü Tat’da Tad, dat, yat kökündeki d-y seslerinin değişimi görülür. Bu değişim Türk dillerinde olağandır. “Tat” sözü Yat/Yad (yabancı) sözünün değişmiş bir şekli olup Tat-ar adı da “Yabancı kişi” anlamına gelmektedir. Böylece Tatar adı ilk olarak Asya’da, daha sonra da Avrupa’da yaygın hale geldi. Daha sonra Arap ve Ermeni tarihçileri bu tabiri Moğol ve Türkler için kullandılar. Örnek olarak Memluklar Timur’u “Tatar” olarak isimlendirdiklerini ve Gürcü yazarların ise Türk olan Ak Koyunlular ile Kara Koyunluları “Tatar” olarak isimlendirdiklerini belirtebiliriz.[6]
A. ÇEŞİTLİ KAYNAKLARDA KARADENİZİN KUZEYİNDEKİ TATARLARIN TÜRKLÜĞÜNE DAİR BİLGİLER (Çeşitli Satırlar Verilmiştir)
Bu bölümde Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda, bir süredir, “Tatar” olarak anıla gelen ve ülkemizde de yaşayan insanlarımızın Moğol değil Kıpçak Türkü kökenli olduklarına dair çağımızın en önemli otoritelerinin bazılarının tespitlerini veriyoruz. Bu konudaki bütün kaynakları, bu makalenin çapını aşacağı fikrinden hareketle, buraya koymadık. Gerçekten de bu konuda faydalanılabilecek kaynaklar pek çoktur ve biz sadece bir kaçından örnek kısımlar vermekle konunun ilgilisinin merakını cezp etmeye gayret ettik.
1. George VERNADSKY:
“(Batu’nun Ordusu) Moğol subayların kumanda ettiği güçlü ve iyi talimli bir Türk ordusu elinin altındaydı. Orta Asyalı Türkmenlere ilaveten birçok Kuman (Kıpçak) ve Alan savaşçısı Batu’nun kuvvetlerine katılmışlardı.[7]
Moğollar, ırk olarak Altın Ordu toplumunda küçük bir azınlık teşkil ediyorlardı. Ordu’nun büyük kitlesi Türklerden meydana geliyordu.
Altın Ordu’daki Moğolların ekserisi Çingiz Han’ın Cuci’ye tahsis ettiği 4 bin askerin soyundan geliyorlardı; Kuşin, Kıyat, Kinkit ve Saycut kabilelerine mensuptular. Altın Ordu’nun batı kısmında (Volga’nın batısında) Türk unsuru ekseriyetle Kıpçaklar (Kumanlar) temsil ediyorlardı, ama Hazarlarla Peçeneklerin bakiyeleri de vardı. Volga’nın orta kesiminin doğusunda, Kama Nehri havzasında Bulgarların bakiyeleri ile yarı yarıya Türkleşmiş Ugorlar yaşıyorlardı. Aşağı Volga’nın doğusunda Mangıtlar ve diğer Moğol klanları, ekserisi İranî yerlilerle karışmış olan Kıpçak ve Oğuz gibi birçok Türk kabilesine hükmediyorlardı. Türklerin sayıca çokluğu Moğolların Türkleşmesini tabi kılmıştı ve hakim sınıflar arasında bile Moğol dilinin yerini Türkçe almıştı. Yabancı devletlerle diplomatik yazışma Moğolca yapılıyordu, ama iç meselelerle ilgili 14. ve 15. yüzyıl belgelerinin çoğu bizim bildiğimiz kadarıyla Türkçe (genelde Çağatay Türkçesi) idi. Saray şehrinde kendilerine ayrılmış mahalleleri bulunan Ruslar, Alanlar ve Çerkezler siyasi bakımdan Türklerden aşağı bir seviyededirler.[8]
Markizi, Tatar derken muhtemelen sadece Kumanları değil, bilakis Altın Ordu’nun bütün Türk tebaasını kastetmektedir.[9]”
2. Akdes Nimet KURAT:
“Moğol-Tatar istilası sırasında Kuman-Kıpçakların bozkırlarda yaşayan zümrelerinin, yani göçebelerin kitle halinde yerlerinden oynatıldığını görmüştük. Fakat Kırım’da artık yerleşik hayata geçmiş olan köyler ve şehirlerde yaşayan Kıpçak ahalinin bu istiladan fazla müteessir olmadığı anlaşılmaktadır. Moğolların, yerleşik ahaliyi imhadan ziyade onları belli bir vergiye bağlamayı tercih ettikleri de biliniyor. Bu suretle eski Kuman-Kıpçakların birçoğu kendini muhafaza edebilmişti.[10]
Mamafih onlar da etnik bakımdan epey karışmışlardı. Kırım’da Hazar kalıntıları da vardı. Bunlardan biri de Karaimlerdi.[11]
1235’te toplanan Büyük Kurultay’da Doğu Avrupa’nın istilası kararlaştırılmıştı. Bu maksatla bilhassa Türklerden olmak üzere büyük bir ordu toplandı. Miktarı katiyetle bilinmeyen bu Moğol-Türk ordusunun en az birkaç yüz bin kişiden ibaret olduğu muhakkaktır.[12]
Kumanda zümresi bilhassa Moğollardan, daha doğrusu Tatarlardan(Moğollaşmış Türk) ibaret olmakla beraber, askerlerin çoğunluğunu Orhon-Yayık ve İrtiş aralarında yaşayan Türk urukları teşkil ediyordu.[13]
Netice itibarıyla Moğol istilasından sonra da Kıpçak ilinin etnik durumunda bir değişiklik olmadı. Diğer yandan da yukarıda da belirtildiği gibi Kama boyundaki Kıpçak ve galiba onlarla beraber olan Kimeklerin gelmesi ile Orta İdil boyundaki Türk unsuru artmış ve İdil Bulgarları da Kıpçaklaşmışlardı. Böylece Moğol istilasının bir neticesi Orta İdil boyundaki Türk ahalisinin daha da Türkleşmesini mümkün kılmasıdır. Bugünkü Kazan Türklerinin(Tatar) kavmi teşekkülleri işte bu tarihi olaylarla izah olunmaktadır.[14]
Batu Han’ı kumandasında fütuhat yapan kuvvetlerin 600 bin kişiden ibaret olduğu söylenmektedir; bunun ancak 60 bin’i Moğol’du. Kalan kısmı muhtelif Türk kavimlerinden toplanmıştı. Kumanda heyetinin ve bazı memuriyetlerin başında Moğollar, bilhassa bunların Tatar zümresi bulunmakta idi. Tatar adının menşeinin Türk olması lazım geldiğini söylemiştik. İşte bu sebeptendir ki Moğol istilasını yapan kuvvetlerin hepsine Moğol ve Türk fark etmeksizin “Tatar” adı verilmişti. Tarihin mislini bir daha görmediği bu hayret verici seferler, kazanılan meydan muharebeleri hep “Tatar” kumandanlar tarafından idare edilen Moğol ordusunda herkesin “Tatar” olmakla iftihar ettiğine şüphe yoktur. Aynı zamanda “Tatar” olarak adlandırılmak Moğol-Türk Kağanlığında imtiyazlı bir zümreye aidiyeti göstermekte idi. Bu sebepledir ki Moğol ordularındaki Türk kavimleri kendilerini böyle tesmiye etmeseler bile yabancılar karşısında böyle görünmeye başlamışlardı. Çok geçmeden İdil boyunda yerleşen Moğol-Tatarlar, kalabalık Türk unsuru arasında eriyip gitmişlerse de, bu sahanın ahalisi Türk olmasına rağmen, “Tatar” adı ile anılmaya başlanılmışlardır.[15]
(Altın Ordu Devletinin Türk Karakteri) Bu devlet, ahalisinin büyük bir kısmı-Rus yurdu müstesna- halis Türk idi. Ancak üst tabakada Moğol unsuru mevcuttu. Moğolların yine Türklerle kardeş olmaları hasebiyle bu unsur kısa bir zaman içerisinde Türkleşmiştir. Devlet teşkilatı Cengiz’den çok önce teşekkül eden nizamdan ibaretti. Gök-Türk ve Uygur teşkilatının mühim unsurlarının Altın Ordu’da da mevcut olduğu muhakkaktır. Hele teşkilat sözlerinde Uygurca terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun içindir ki Altın Ordu ve sonraki Hanlıkların devlet ile iktisadi ve içtimai teşkilatlarını öğrenmek ancak önceki Türk devletlerinin durumlarını bilmeğe bağlıdır.[16]
(Tatar Adına Dair) (Kazan Hanlığı Bahsi) Bu İdil boyu Türklerine “Tatar” adı verilmesinin sebebi: Moğol istilası zamanında askeri teşkilatın ve istila bitip Altın Ordu Devleti kurulduktan sonra, idari teşkilatın başında bulunan “Tatar”lara izafeten verilen bir isimdir. Ruslarla temas edenler, bilhassa Tatarlardan tayin edilen Tatar “Baskak”ları ve askerleri taht ilinde (Saray şehri) Tatar zümreleri olduğundan, Ruslar alelumum Altın Ordu’daki bütün ahaliyi “Tatar” tesmiye etmişlerdir; bu cümleden olarak eski Bulgar Devleti ahalisi de sırf Altın Ordu hâkimiyetinde bulunması hasebiyle bu isimle anılmaya başlanmıştır. Tatarların çok eskiden bir Türk kabilesi olduğu kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber, 13. yüzyılın başında artık tamamıyla Moğollaştığı malumdur. “Tatar” adının İdil boyunda Moğol istilasından önce de kullanıldığına dair öne sürülen görüşler ciddi delillere dayanmıyor. Bu suretle Kama mansabındaki Türk ahali tamamıyla Türk olduğu halde, bilhassa Ruslar tarafından verilen bir Moğol adı ile tanınmışlardır. Mamafih bu “Tatar” adı İdil boyu Türklerince hiçbir zaman benimsenmemiş; ancak Rus siyasi baskısı altında kabul ettirilmiştir. Yani göçler ve değişmelerin neticesinde İslam olmayan Bulgar ahalisinin bir kısmının Suru Nehri mansabındaki ormanlık sahaya gittiği ve bir kısmının da eski dinlerine yani şaman olarak Bulgar memleketindeki ormanlar arasında kaldığı anlaşılıyor. Müslüman kısmı da bilhassa Kuman (Kıpçak) ve diğer Türklerle karışmışlardır.[17] İşte bu sebeptendir ki bugünkü Kazan Türkçesinin (Tatarcasının), esasını Kıpçak Türkçesi teşkil etmiştir.”[18]
3. A. Yu. YAKUBOVSKİY:
(Altın Ordu’nun, Tatar’ın Türklüğü) “Güneydoğu Avrupa’nın ve özellikle Kıpçak bozkırlarının etnik karakteri konusunda şimdiye kadar yanlış bir fikir hüküm sürüyordu. Deşt-i Kıpçak adı Moğol devrinde muhafaza edilmekle kalmayarak, o zamanki kültür âleminde Çin’den Endülüs’e kadar yayılmıştı. Batu ile beraber Deşt-i Kıpçak’a önemli bir Moğol kitlesinin geldiği ve göçebe halk arasında Moğolların çokluğu teşkil ettiği ileri sürülüyordu. Aileleri ve bütün malları, özellikle hayvanları ile beraber Cuci ulusuna gelen Moğolların sayıca az olmadıkları şüphesizdir. Lakin bu toprakların işgaliyle sıkı sıkıya bağlı olan bu hareket, hiçbir suretle bir göç gibi telakki edilemez. Moğolların esas kitlesi Moğolistan’da kalmıştı. Bu durum karşısında işgal olunan memleketlerin, Kıpçak bozkırlarının Moğollaşmasından söz edilemeyeceği tabidir. Güneydoğu Avrupa‘da eski Türk unsurlarının kuvvetli oldukları, Kıpçakların Deşt-i Kıpçak’ta esas göçebe kitlesini teşkil ettikleri Al- Omari’nin aşağıdaki ifadesinden anlaşılıyor: ‘Bu devlet eskiden Kıpçakların yurdu idi. Lakin Tatarlar tarafından işgal edilince, Kıpçaklar onlara tabir oldular. Sonra (Tatarlar) onlarla (Kıpçaklar) karıştılar ve akraba oldular. Toprak, onların (Tatarların) tabiat ve soylarına galip geldi. Tatarlar tamamıyla Kıpçaklaştılar. Çünkü Moğollar (ve Tatarlar) Kıpçak topraklarına yerleştiler, onlardan kız aldılar ve onların (Kıpçakların) yurtlarında kaldılar.’
Al- Omari’nin ifadesi Moğol fatihlerin Türkleşmesi olayının çağdaş aydınlar tarafından çok güzel müşahede edildiğini gösteriyor. Moğolların, Kıpçak bozkırlarında yaşayan esas halk kitlesine nispetle sayıca pek fazla olmadıkları görülüyor. Esasen bunun başka türlü olmasına da imkân yoktu. Bu Türkleşme olayının ne kadar süratli ve geniş olduğu 16. yüzyılda Cuci Ulusunda (Altın Ordu) Moğolca yerine Türkçe edebi bir dilin teşekkül etmesinden anlaşılıyor. Bu dil, Kıpçak ve Oğuz lehçelerinin özelliklerini taşıyordu. Oğuzlar, Aşağı Sır Derya alanında ve Harizm’de yerleşmişlerdi. Hâlbuki Altın Ordu şehirlerinde, hatta Aşağı Volga havzasında bile Türkler hâkim unsur olmaktan uzaktı. Buna karşılık bozkırlarda Kıpçaklar hâkim unsuru teşkil ediyordu. Burada Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Hanedanına mensup hanların yönetiminde bulunan ve aileleriyle beraber gelen Moğol fatihler, 20-30 bin kişilik bir askeri zümre oluşturuyordu.[19] Güneydoğu Avrupa’nın sonraki tarihi gösteriyor ki Moğolların, daha doğru tabirle Tatarların yalnız adı kalmış, dilleri unutulmuştur. 15. yüzyılda artık hiç kimsenin Moğolca konuşmadığı anlaşılıyor. Fazla olarak hanların Yarlık diye anılan resmi fermanları bile 15. yüzyıl Orta Asya edebi Türk dilinde yahut da “yerli Kıpçak dilinde” yazılmıştır. Fakat diğer taraftan 13. yüzyılda diplomatik muhaberelerde Moğol dilinin kullanıldığını da biliyoruz.[20]
Al-Omari’ye göre, Tatarların gelişine kadar Cuci ulusunun geniş bozkırlarında Kıpçaklar yerleşmişti. Tatarlar buraya geldikleri zaman, Kıpçaklar onlara tabi oldular. Tatarlar sayıca az olduklarından Kıpçaklarla karışarak ‘tamamıyla Kıpçaklaşmışlar. Tatarlar yavaş yavaş kendi Moğol dillerini unutmuşlar ve toplu olarak Kumanca (Kıpçak) yani Türkçe konuşmaya başlamışlar. Tatar ve Moğol fatihleri hakkındaki bu çok önemli gözlem, bütün sonraki olaylarla doğrulanmıştır. Deşt-i Kıpçak’ta, gerek Don ile Volga arasındaki güney Rus bozkırlarında gerek daha doğuda, Ural Irmağı havzasında, Aral Gölünün kuzeyindeki bozkırlarda ve Aşağı Sır Derya havzasında Moğol kabilelerinin Türkleşmesi processus’üyle karşılaşıyoruz. Burada esas itibarıyla Yedisu ve Maveraünnehir’deki olay gerçekleşmiştir. Moğol kabilelerinden 13. yüzyılın son yarısında Yedisu’dan Hocend alanına göç eden Celayirlerle, Kaşkaderya vadisine göç eden Barlasların mukadderatını hatırlayalım. Bu iki büyük Moğol kabilesi(bizce Barlaslar Türk’tür. C.A.) Yedisu’da artık dil bakımından kısmen Türkleşmiş olarak çıkmışlardı. Yeni yerlerinde bu Türkleşme o kadar derinleşmişti ki 14. yüzyılda, herhalde yüzyılın son yarısında Türk dilini kendi ana dilleri sayıyorlardı.
Deşt-i Kıpçak’a dönelim. Kıpçakların eski özelliklerini tamamıyla kaybettiklerini sanmak yanlış olurdu. Cuci Ulusu sınırları içindeki ordunun teşekkülünü kaynaklardan öğrenirken, Kıpçaklara ayrı bir askeri birlik şeklinde 14. yüzyılın sonunda bile tesadüf edebiliriz. Şerefeddin Ali Yezdi, Timur’un 1391’de Toktamış’a karşı yaptığı seferi anlatırken, bu sonuncunun askerlerinden[21] şöyle söz eder: ‘Ruslardan, Çerkezlerden, Bulgarlardan, Kıpçaklardan, Alanlardan, Kırım’da Kefe ve Azak ahalisinden, Başkurtlardan ve Mordvalardan oldukça büyük bir ordu topladı.’ Aynı yazar Timur ve Toktamış orduları arasında 1391’de Kunduzça mevkiinde yapılan muharebeyi tasvir ederken Timur ordusunda Osman bahadır’ın birliğinde bir Kıpçak koşunu bulunduğunu yazıyor. Onun buna benzer birçok koşunları bulunduğu anlaşılıyor. Batu’nun seferi dolayısıyla ve bundan sonra Deşt-i Kıpçak’a gelen Moğollar birkaç kabileden oluşuyorlardı. Lakin Deşt-i Kıpçak’taki şartlar altında sadece iki büyük Moğol kabilesi Konguratlar ve Mangıtlar, yalnız kabile birliklerini muhafaza etmekle kalmamışlar, ayrıca önemli birer grup teşkil etmişlerdi. Fakat birliklerini muhafaza ettikleri halde kendi Moğol dillerini unutarak Türkleşmişlerdi. Sonradan 15. yüzyılın son yarısında Mangıtlar adlarını değiştirerek Nogay adını almışlardı. (Bu yoruma da katılmaktayız! Emir Nogay’ın halkına bakınız. C.A.) Kazan kronikçisine göre 15. yüzyılın seksenli yıllarında Volga’nın doğu kıyısına geçerek Yayık’a kadar yayılmışlardı. Kongratlar ve Mangıtlar yavaş yavaş göçebe Türk toplumuna girmişler ve kendilerini Türk saymaya başlamışlardır.”[22]
4. Réné GROUSSET:
“Moğol Avrupa’sı uçsuz bucaksız bozkırları ile bir boşluktu. Rubruck’un orası hakkında yazdıkları bize fikir vermektedir: ‘Yolumuz üzerinde gök ve topraktan ve bazen sağ tarafımızda deniz ve şurada burada iki fersah mesafeli Kuman kurganlarından başka hiçbir şey göremeden daima doğuya ilerliyorduk.’
Bu bozkırda Moğol aşiretleri, daha doğrusu Moğol unsurlarının hakim olduğu Türk orduları göçebe hayatı yaşıyordu; zira, Reşideddin’in bize aktardığı Cengiz Han’ın ‘vasiyetnamesine’ göre Büyük Kağan, Batu’ya ancak dört bin esas Moğol veriyor, geri kalan ordular ise müttefik Türkler olan Kıpçaklar, Bulgarlar, Oğuzlar..vs.den meydana geliyordu. Bu da Cuci Hanlığının neden bu kadar Türkleştiğini açıklamaktadır.”[23]
5. Jean Paul ROUX:
“Yine 1236 güzünde üçte biri Moğol üçte ikisi Türklerden oluşan 150 bin kişilik dev bir ordu doğu Avrupa’ya saldırıyordu.[24]
Ne olursa olsun, onlara (Kıpçaklar) bağlı boyların 1237 ilkbaharında teslim olmaya başladıkları ve 1238’de de her türlü direnişi durdurdukları bir gerçektir. Moğollarla birleşip onlara bağlandılar ve bunu o kadar iyi başardılar ki içlerine karıştılar, daha doğrusu onları sindirdiler. Doğu Avrupa’da Moğol İmparatorluğu kısa süre içinde yalnızca Türkçe konuşulan bir Türk İmparatorluğuna dönüştü. Önünde Karadeniz’in kuzey bozkırlarında uzun bir hayat olan Cuci’nin ulusu Kıpçak Hanlığı kadar Altın Ordu adıyla da tanınmaktadır.”[25]
“Moğolların Mısırla ittifak kurmaları ve hükümdarların İslamiyet’i benimsemeleri pek çok değişikliği beraberinde getirirken bu dinin özellikle 14. yüzyılda kitlelere yavaş yavaş sızmasını sağladı. Bu kitleler aynı zamanda tüm Moğol geçmişlerini unuttular ve aristokrasi Türkleşti. Ulusal dillerin ve özellikle de Bulgarcanın aleyhine olarak önce Cengiz Hanlıların kültür aracı Uygurca, sonra da Kıpçak Türkçesi yayılmaya başladı. Türkçe Konuşan Tüm Müslümanlar doğal bir süreçle Tatar asıyla anılmaya başladılar.”[26]
6. İlyas KAMALOV:
“Ele geçirilen bölgedeki nüfusun çoğunu göçebe Kıpçaklar oluşturduğu için bu bölgeye Deşt-i Kıpçak, yani Kıpçak Bozkırları adı verildi.[27] Aileleri ve bütün malları, özellikle hayvanları ile beraber Cuci Ulusuna gelen Moğolların sayısı azdı. Ancak bu toprakların işgaliyle sıkı sıkıya bağlı olan bu hareket bir göç olarak düşünülmemelidir. Moğolların çoğunluğunu oluşturan esas kitle Moğolistan’da kaldı. Bu durum karşısında işgal edilen memleketlerin (Kıpçak Bozkırlarının) Moğollaşmasından söz etmek mümkün değildir.”[28]
“…Hatta Fars kaynakları Cuci ulusundan bahsederken, ‘Deşt-i Kıpçak’ tabirini kullanmışlardır. Yine Arap kaynaklarında devletin adı, kroniklerin kaleme alındığı döneme göre değişmektedir…” “….Altın Orda Devletini başından sonuna gezen P. Carpini ve W. Rubruck ‘Kumanlar Ülkesi’ tabirini kullanmışlardır ki, bu Arapların kullandıkları ‘Deşt-i Kıpçak’ tabiri ile eş anlamlıdır. Çünkü Avrupalıların ‘Kuman’ diye zikrettikleri kavim, Müslüman müellifler tarafından ‘Kıpçak’ diye anılmıştır. 1017 yılında Doğu Avrupa’ya göç eden Kumanlar, Ruslara yenilince yerlerini doğudan gelen Kıpçaklara terk ettiler. Kıpçak adı altında birleşen bu iki Türk kavmi de bundan sonra Kuman olarak anılmaya devam etti. Muhammediyev’in Reşidüddin’e dayanarak verdiği bilgiye göre, Kıpçaklar yeni kurulan ulus için ‘Kıpçak Başı’ tabirini kullandılar.”[29]
7. Sercan M. AHİNCANOV:
“El-Ömeri’nin bu konudaki açıklaması da dikkat çekicidir. ‘Eskiden bu ülke Kıpçakların topraklarıydı; ama Tatarlar tarafından zapt edilince Kıpçaklar, onların tebaası oldular. Daha sonra onlar (Tatarlar), Kıpçaklarla karışıp kaynaştılar. Toprak onların önceki ırki görünümlerinin üzerini örttü ve hepsi tam birer Kıpçak oldu.’[30] Gördüğümüz gibi, Kıpçakların etnik tipi, Tatarlara özgü Mongoloid tipten bariz şekilde farklıdır. Nitekim Plano Caprini de Moğol Hanı’nın otağına varmak için Deşt-i Kıpçak’ta yaptığı yolculuk sırasında onların fiziki görünümlerinin diğer tüm insanlardan farklı olduğunu belirterek Kıpçaklardan ayırır. Şöyle der Caprini: ‘Kıpçak, Sarasen ve benzeri gibi onlarla (Moğollarla) beraber yaşayan tüm halklar saçlarını aynı şekilde keserler, ama hiçbirisinin çehresi Tatar (Moğol) çehresine benzemez.’[31]
B. GÜNÜMÜZDE TATARLAR
Günümüze Kırım Yarımadası, Bulgaristan’da, Romanya’da ve Kuzeyindeki Moldovya’da ufak kalıntılar halinde Tatar Türkleri (Kıpçak-Kumanlar) mevcuttur. En büyük grup ise Türkiye’dedir. Türkiye’de, Bulgaristan’da, Romanya’da ve Kuzeyindeki Moldovya’da yaşayan Tatarların hemen tamamı Kırım’ın Rusya’ya kaybediliş sürecinde Kırım Hanlığından kaçıp Osmanlı Devletine sığınanlardır.
Meseleyi açacak olursak: 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren, özellikle de 1783’ten sonra, Kırım’dan Balkanlara doğru bir Tatar muhacereti vardır. Osmanlı Devleti, Tatarları önce Romanya Sahasına, daha sonra ise Bulgaristan ve Makedonya bölgesine yerleştirmiş. Hatta 1856 ve 1878′de Tatarlar Anadolu’ya da nakledilmişlerdir. Eskişehir, Edirne, Yozgat, Kırklareli, Konya, Çorum ve çevresine yerleştirilmişlerdir.
Anadolu’ya göç etmeyip Balkanlarda kalanlar hakkında şu bilgileri verebiliriz: Günümüzde Romanya Tatarları, Romanya’da ve Bulgaristan’da Dobruca bölgesinde yaşayan Kıpçak ve Oğuz grubundan Kırım Tatarlarının bir kolu olan Sünni Müslüman Türk halkı olarak tabir edilir. Romanya, Macaristan, Moldovya sahasına yerleşen Tatarların bir kısmı yerli halkla karışıp asimile olmuşlardır. Asimile olmayıp günümüzde de varlığını sürdürenler Lehçe bazında da ayrılan 3 ana gruptan oluşur:
*Dobruca Nogayları, Köstence’nin yakın ve uzak kuzeyinde Tulça’da yaşarlar ve dilleri Kıpçak Türkçesinin öğelerini korumakta en başarılı olanıdır.
*Dobruca Tatarları, genellikle Köstence’nin güneyinde ve merkezinde yaşarlar ve dilleri Oğuz Türkçesinden önemli ölçüde etkilenmiştir.
*Dobruca Tatları, Pazarcık (Hacıoğlu) şehirleri civarında yaşarlar ve dilleri Oğuz Türkçesine en yakın olanıdır. Bunlar Kırım yarımadasının güney yalıboyundan ve Bahçesaray şehrinden göçüp gelenlerdir.
Türkiye’deki Kırım Tatarları “Kırım Tatarcası” konuşurlar. Kırım Tatarcası ise 3 şiveye ayrılır. Kırım’ın güney sahilinden gelenler Yalıboyu şivesi, Bahçesaray civarında Tat şivesi, steplerden gelenler ise çöl şivesi’ni kullanırlardı. Karayca (Karaimce) artık Türkiye’de kullanılmamaktadır. Türkiye’deki Kırım Tatarları’nın büyük bir bölümü “çöl şivesi” konuşmaktadırlar.
Sonuç
Moğollar arasındaki “Tatar” adı bir Moğol boyunu ve Moğolistan sahasındaki Türk- Moğol boylarını ifade etmekteyken Türk dünyasında, özel olarak Kıpçak bozkırlarında, ortaya çıkan “Tatar” adı ise Kıpçak Türklerini ifade etmektedir. Artı olarak bugünkü Moğolistan sahasında ise, geçmişte Tatar olarak adlandırılmış Otuz Tatar, Dokuz Tatar gibi Türk kabilelerinin yaşamış oldukları bilinmektedir.[32]
Kıpçak sahasını fetheden Batu’nun ordusunun büyük bir kısmını yine Türkler oluşturmuşlardır ve orduda çok az sayıda bulunan Moğollar, Deşt-i Kıpçak sahasındaki Türklerle karışarak kısa sürede eriyip gitmişlerdir. Ele geçirilen ülkede de, ele geçiren orduda da azınlıkta olan bir grubun sayıca ve kültürce üstün olanlar arasında Türkleşmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.
Kazan’daki, Kırım’daki Türkler Kıpçak Türkçesiyle anlaştılar, anlaşırlar ve Karadeniz’in kuzey sahasında yaşayan Türklere “Tatar” adı Ruslar tarafından verilmiştir.
Çarlık devrinde Ruslar, ele geçirdikleri bütün “Türk” boyları için “Tatar” sözünü kullanmışlardı. Ancak Ruslar, bu dönemde bu adı hiçbir zaman “Moğol” anlamında kullanmamışlardı. Ruslar, bu Türklere “Tatar” demekle beraber “Türk” kökenli olduklarını inkâr edemediklerinden, onlara “Türkî” (Türkler) de demişler. Türkiye Türkleri için ise “Turok” adlandırmasını kullanmışlardır. Bu tabirler İngiliz ve Amerikan eserlerine de geçerek Rusya Türkleri “Turkic”, Türkiye Türkleri ise “Turkish” olarak adlandırılmıştır.[33]
Sovyet devrinde ise “Tatar” sözünün Türk manasında kullanılması terk edilerek, bunun yerine her Türk boyunun kendi adını kullanması, her boyun adının ayrı birer millet adıymış gibi öğretilmesi sistemi kabul edilmişti. Bu sistem, siyasi amaçlarla tatbik edilen bir sistemdi ve amaç: “Türk camiasından olmadıklarına inanan Başkurt, Kazak Kırgız, Özbek gibi suni milletlerin yaratılmasıydı.”
Türk boyları için ayrı ayrı alfabeler ve yazı dilleri geliştirildi. Ayrıca onlara tarihi bakımdan birbirleriyle ilişkisi olmayan ayrı milletler oldukları fikri aşılanmaya çalışıldı. Amaç Türkiye Türkleri ile Rusya’da ki kardeşlerinin bağlarını koparmak ve bu kardeşlerimizde “biz Türk değiliz” inancını yerleştirmekti. Türkiye’deki Tatar kardeşlerimizin bir kısmı da, kendilerine empoze edilen bu düşüncenin sonucu olarak, “Biz Türk değil Moğol’uz, Tatarız” gibi tarihi temeli olmayan düşüncelere saplandılar.
Bu makalemiz de gerçekleri yazmaya, otorite kabul edilen araştırmacıların yazdıklarından örnekler vermeye çalıştık. Umarım okuyana faydası olur; çünkü Rusya Türkü: “Men Kazanga baramen”[34] derken Türkiye Türkü “Ben Kazana varamam” demekle ne kadar yakın olduklarını ifade etmektedirler. Aradaki tek fark Kıpçak lehçesi ile Oğuz lehçesi arasındaki farktır.
Ülkemizdeki Kıpçak Savaşçıları
Konu Hakkında okumaya devam et: Kıpçaklar
Bir yanıt yazın