Eski zamanlarda, kötü mü kötü, acımasız mı acımasız bir kadı varmış… Gelen suçlu mu değil mi fazla araştırmaz, hele suçlu bulduklarına hiç acımaz, verilecek cezaların en ağırını verir, eline düşeni inim inim inletirmiş…
O devirde oğlundan eziyet gören bir kadıncağız varmış…
Oğlu, yaşlı kadıncağıza yaptığı şiddeti, eziyeti öylesine artırır ki artık anası bu kadarına dayanamaz ve kadıya şikayete gitmeye karar verir…
Kadının huzuruna çıkar, derdini anlatır, böyle böyle… der, oğlunun cezalandırılmasını ister…
Bu sırada kadı, bir önceki şikayetçinin davasını karara bağlamış, suçluyu öldüresiye dövdürmektedir…
Ortalık ana baba günüdür. Dövülen canhıraş bağırmaktadır…
Bunu gören kadın, davasından vazgeçmek ister, oğlunun ne olursa olsun zarar görmesine ana gönlü razı gelmez…
Gitmek ister, şikayetten vazgeçtim, der. Kadı onu bırakmaz:
“Hanım Hanım , göster oğlunu, hangisi bunların senin oğlun?” Göster oğlunu, göstermezsen karışmam ha!” diye kadını sıkıştırır, gözünü korkutur.
Yaşlı kadın, çaresiz kalır, kurtulmak için, oradaki seyircilerden birini gelişigüzel işaret eder: “İşte Kadı Efendi, oğlum bu!”der…
Sen misin diyen…
Kadı kükrer: ”Demek annesine eziyet eden oğul sensin ha?”
Delikanlı itiraz eder:
“O benim annem değil, ben hayatımda bu kadını hiç görmedim bile!”
Oğlanın böyle demesine, itirazlarına kimse aldırmaz. Kadı, hemen oğlanı falakaya yatırtır… Bir posta sopa attırır:
”Hem ananı inkâr ediyorsun, hem de ona evde utanmadan eziyet ediyorsun! Göstertirim sana gününü, serseri!”der…
Sopaya ara verilir, yarı baygın oğlana sorulur:
“Söyle bakalım doğruyu, bu benim anam, de!”
Delikanlı inkâr eder: “O benim anam değil!.. O benim anam değil!..”
Haydi… bir posta daha dayak yer…
Yine sorarlar: “ Söyle, bu kim?”
Oğlan, artık dayanamaz, dayaktan kurtulmak için: ”Evet, o benim anam!”demek zorunda kalır…
Kadı: ”Ha şöyle…Şimdi ananı sırtla, eve kadar taşı, evde elini sıcak sudan soğuk suya sokturma, gönlünü al!”diyerek oğlanı serbest bırakır…
Anayı sırtlayan oğlan, yolda giderken ağabeyine rastlar. Ağabeyi, kardeşini perperişan, üstü başı yırtılmış, eli ayağı mosmor, sırtında da bir yabancı kadınla topallayarak giderken görünce şaşırır, sorar:
“Kardeşim, bu ne hâl? Sırtındaki bu kadın da kim?”
“Kim olacak, anamız!”
“ Oğlum, sen kafayı mı yedin, nerden anamız oluyor bu kadın?”
Oğlan kardeşini uyarır:
“Demin Kadı, bu kadının anamız olduğunu bana öyle bir belletti ki… Sen de inkâr etme, yoksa acımazlar, sana da bir güzel belletirler…”
( Zamanımızda kadı yok, onun yerine yargıçlar var. Cumhuriyetin yargıçları, cemaatin eline geçip değiştirildiler. Önüne getirilen her yurtseveri, her şerefli, gururlu askeri, her ulusunu seveni, vatanını, Cumhuriyetini canından değerli bileni önce asılsız şeylerle suçluyorlar. Sonra tutuklayıp zindana atıyorlar. İstediğin kadar suçsuzum de, bunların kılları kıpırdamıyor. Ta ki, “ Bu İmralı’da yatan azılı katil, katil değil, kahraman, örgütü terör örgütü değil, burası bizim ülkemiz değil, Cumhuriyeti biz kurmadık, biz bir mozaikiz, bu ulus Türk ulusu değil, adı yok, ben ettim siz bana etmeyin!” diyene kadar seni dövecekler…
Bu oğlan gibi pes etmek de etmemek de senin elinde… Bu hukuksuzluğa, bu akıl dışılığa seyirci kalıp kalmamak da sana kalmış…)
Feza Tiryaki, 16 Şubat 2013
Bir yanıt yazın