KIBRIS’TA NE YAPMALI? (2)
HÜSEYİN MÜMTAZ
Bir önceki yazıya, Toros’larda halen çadırlarını sökmemiş Yörük/Türkmenlerden ânında cevap geldi;
“Girne’den bu mevsimde; 1571’de ‘seçilip de gönderilen’ Yörüklerin çadırlarını sökerek geldiği Toros’lar çok güzel görünür’ demiştiniz. Bakın, bizden de Beşparmaklar ne güzel görünüyor!” demiş ve yukarıdaki fotoğrafı yollamışlar.
El sallıyorlar “Yavru Vatan”a…
“Koloni Vatan”mış!
Halt etmişler.
“20 Temmuz 1878 sabahı Sir Garnet Wolseley adaya gelerek, Yüksek Komiser olarak göreve başlar… Wolseley’i Lârnaka’da karşılamaya giden Başpiskopos Soforianus da ‘Bu yönetim değişikliğini kabul ediyoruz. Çünkü inanıyoruz ki Büyük Britanya, İyonya adalarında olduğu gibi Kıbrıs’ın da milletçe bağlı olduğu Yunanistan’la birleşmesine yardımcı olacaktır’.” [i]
Papaz Yunanistan’a el sallayınca “koloni” olmuyor, ama Ciklos’tan Toroslar veya Toroslar’dan Beşparmak’lar görününce “koloni” oluyor.
Papazın elini, eteğini öperseniz elbette öyle görünür!
Bu arada Wolseley’in adaya geldiği ay ve güne dikkat ettiniz mi?
Tam 96 yıl sonra Mehmetçiğin aynı ay ve günde adaya bir defa daha çıkması “ilahî tesadüf” olabilir mi?
…
Tarihi doğru okumaya başlayalım.
1571’de adanın tamamını aldık, yarısını veya üçte birini değil.
Venedik-Cenevizlilerden aldık, Rumlardan değil. Rumlar tarihte hiçbir zaman adada hâkim otorite olmadılar.
1571’den itibaren adayı, kendilerine sormadan yerlerinden ettiğimiz Yörük/Türkmenlerle iskân ettik.
1878’de kendilerine sormadan İngiliz’e kiraladık.
İngiliz kimseye sormadan; Birinci Dünya Harbi’nin çıkıp Osmanlı’nın Almanya’nın yanında yer almasıyla adayı ilhak etti.
1923’de Lozan’la yine kendilerine sormadan bu ilhakı tanıdık.
Bu kısa kronolojide en hassas nokta Abdülhamit’in İngiliz’e “kiralaması” ve İngiliz’in “kira koşullarına uymaması”dır.
“Asya’daki Osmanlı Topraklarına dair Büyük Britanya ve Osmanlı Devleti arasında 4 Haziran 1878’de İstanbul’da imzalanan savunma ittifakı KONVANSİYONU…
Madde 1. Rusya’nın Batum, Ardahan ve Kars’ı vermemesi veya majesteleri sultanın son barış antlaşmasıyla belirlenmiş olan Asya topraklarını ele geçirmeye çalışması halinde, İngiltere bu toprakların silahlı savunması için majesteleri sultanla birleşeceğine dair söz vermektedir…
… Dahası, majesteleri sultan İngiltere’nin verdiği sözü yerine getirebilmesini sağlayacak koşulların oluşturulabilmesi amacıyla İngiltere’nin Kıbrıs adasını kullanmasına ve idare etmesine izin vermektedir.
MÜHÜR Sir A. H.Layard-MÜHÜR Sadrazam Saffet Paşa Hazretleri” [ii]
“KONVANSİYONA EK- (1 Temmuz 1878’de İstanbul’da imzalanmıştır)…
…6) Rusya’nın Kars’ı veya son savaş esnasında Ermenistan’da ele geçirdiği diğer yerleri Osmanlı’ya iade etmesi halinde, İngiltere Kıbrıs’ı boşaltacak ve 4 Haziran tarihli Konvansiyon hükümsüz kalacaktır. A.H.LAYARD-SAFFET” [iii]
Görüldüğü ve yaşandığı gibi Sadrazam Saffet Paşa’nın imzasına rağmen “hükümsüz kalmamıştır” Abdülhamit sayesinde…
Niyazi Korkut’a atıf yapan Beratlı’ya dönüyoruz.
“20 Temmuz 1878 günü Baf Kapısı kışlasında (İngiliz) bayrak töreni yapılırken taşkınlık yapan bir Rum’u kılıçla kovalayan bir Osmanlı subayı haricinde, Kıbrıs Türklerinin bu devir teslim işlerine karşı lâkayd kaldıkları bilinmektedir. Bu ilgisizliğin altında yatan neden, padişahın emrine duyulan saygıdır. Türkler padişah fermanındaki ‘geçici’ sözüne candan inanmış oldukları için daima İngilizlere karşı misafir gözüyle bakıyorlardı”. [iv]
Dingilin koptuğu yer işte tam da burasıdır.
Kiralanmamışlar, resmen satılmışlardı.
Kandırılmışlardı.
Ama demek ki o Osmanlı Zabiti, “padişaha” rağmen o zaman bile adayı “koloni vatan” olarak görmüyordu.
O “Osmanlı Subayı”nın ismi nedir, heykeli var mıdır, kılıcı hangi müzededir acaba?
Rum Savunma Bakanı “Ata topraklarına geri döneceğiz” dediği zaman neden susuyorsunuz? Siz hiç “Leymosun’a, Kasaba’ya, İskele’ye gideceğiz” dediniz mi?
Deyin o zaman…
…
Şimdi…
Ada’yı 1)Rumlar’dan almadık, 2)Rumlar asla ve hiçbir zaman adaya hâkim olmadıkları için NEDEN onlarla görüşelim…
Venedik-Cenevizliler varsa gelsinler oturalım.
Çözüm mü?
ÜLKÜ nedir biliyor musunuz?
ÜLKÜ, Cenevre’de başka, 15 gün sonra Brüksel’de başka konuşmamaktır.[v]
ÜLKÜ, günlük değil, asırlık hâtta çağ aşan hedeflerdir.
Bir nesil, beş nesil, on nesil sonra bile ulaşılamayabilir ama zihinlere çakılı olan, sonraki nesillere aktarılan “milli hedef”tir.
“ÜLKÜ DENEN NAZLI GELİN ERDE ŞAN İSTER/BÜYÜK DEVLET KURMAK İÇİN BÜYÜK KAN İSTER” diyor Atsız…
1571, 1963 sonrası ve 1974’de şehit olan o şanlı erlerin kanları yerde mi kalmalıdır?
Kalmaması için 1571’deki gibi KIBRIS’ın tamamı alınmalıdır.
ÜLKÜ bu olmalıdır.
Bakın o zaman ortada problem filan kalıyor mu?
Türk hâkimiyetindeki “Ortodoks azınlık” ister tâbi/tebaâ olur, ister göç eder gider…
Kürşat 621 yılında 40 çerisi ile Çin Sarayı’nı basarken dünyadaki politik dengeleri mi düşünüyordu?
Ya da Alpaslan 1064’de Kars’a girerken?
“Uluslararası politik dengeler” dediğiniz şey güçlünün gücüne göre şekil değiştirir.
Hadi arkanıza bir yaslanın ve el sallayın Toroslardaki Yörük çadırlarından Beşparmaklara…
[i] “KIBRIS(lı) TÜRK SİYASİ TARİHİ”. Nazım Beratlı. Kalkedon. Şubat 2020. Sayfa 26.
[ii] “KIBRIS TARİHİ”. George Hill. İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul 2016. Sayfa Sayfa 254
[iii] George Hill. Age. Sayfa 256
[iv] Beratlı. Age. Sayfa 25/26
Bir yanıt yazın