AMERİKAN VATANDAŞI BAKAN (3)
HÜSEYİN MÜMTAZ
12 yıldır içinde bulunduğumuz bu BOP-GOP, Rice/Ralph Peters sürecinde Amerika’nın Ankara Büyükelçilerinin, nezdinde bulundukları ülkede bir Büyükelçiye yakışmayan tavırlar sergilediklerini ve “diplomatik teamüllere hiç uymayan” bu anormal durumu hep, daima ve her zaman eleştirdiğimizi okuyucu gayet iyi bilir.
Zaman zaman Prens İgnatiyef’le bile karşılaştırmıştık muhteremleri.
Riççiardone de seleflerini aratmıyor.
Riççiardone de hep konuşuyor, yine konuşuyor, her fırsattan istifade konuşuyor.
Söylediklerini de ilk defa duyuyormuşuz gibi ortalığı da “anlamsız” bir toz duman kaplıyor…
Özgen Acar kısaca, “Diplomasi yaşamına 32 yıl önce Türkiye’de başlayan Francis Ricciardone bugün Ankara’da büyükelçi. Kızlarından biri Adana’da doğdu, eşi Çukurova Üniversitesi’nde eğitim gördü. Adana Başkonsolosluğu sonrasında Ankara elçiliğinde 2. adam konumundaydı. Sonrasında Mısır’da, işgalden sonra Irak’ta ve kısa bir süre önce de Afganistan’da büyükelçilik yaptı. Bir anlamda -sorunların elçisi- olarak güç ortamlarda yaşadı” diyor Riççiardone’nin özgeçmişi için…
Hakikaten etkileyici bir “bölgesel” özgeçmiş..
Biz de; bu günleri görmüş gibi 21 ve 28 Ekim 2012 tarihlerinde konu ile ilgili iki yazı yazmışız. (Bakınız, “Amerikan Vatandaşı Bakan 1 ve 2”)
Bu günkü yazı da “konjonktür icabı” onların devamı niteliğinde ve böylelikle dizinin (3)’üncüsünü oluşturuyor..
“Hemen yanlış anlamayın, Ricciardone’den (‘Ç’lerin hakkını vererek, üzerlerine bastırarak, şeddeli ve The Godfather filminde konuşulan orijinal İtalyanca aksan ile söylemeye çalışacaksınız) bahsediyorum.
Riççiardone Amerikalı mı, Amerikalı; Türkiye hakkında en hayatî konularda ve zurnanın zart dediği yerde ahkâm kesiyor mu, kesiyor; Türkiye’ye –içeriden- ve –dışarıdan- bakıyor mu, bakıyor…
O halde -bakan şahıs- anlamında –BAKAN- dememizin ne gibi bir sakıncası olabilir?
Bu sene 4 Temmuz’da (Chuwall’ın yıldönümü) -ABD Milli Günü-, Francis Ricciardone’nin konutunda verilen bir resepsiyonla kutlanmıştı hatırlayacaksınız..
Resepsiyonda, (ne alakası varsa) Türkiye’de yapılan Anayasa çalışmalarının altını çizen Riççiardone, -Türkiye ve Amerika’nın ortak özelliği olan Anayasa çalışmaları-ndan söz etmiş ve -Bugün siz daha özgürlükçü, demokratik bir Anayasa için çalışıyorsunuz. Ankara bir kez daha değişimin merkezi olduğunu gösterdi- diye konuşmuştu” diye başlamışız 21 Ekim tarihli yazımıza.
O zaman biz “Sana ne?” mealinde eleştirmiş ve aynen “İçişlerimiz seni ne ilgilendirir?” diye çıkışmıştık ama bizimkilerden “çıt” çıkmamıştı.
Riççiardone üç gün önce yine konuştu, üç saat konuştu, söyledikleri de ertesi gün “beklenildiği gibi” gazetelerin bütün bir sayfasını işgal etti.
Ekim’de çıt çıkarmayan o muhteremler bu sefer, Şubat ayında nedense hop oturdu, hop kalktı.
“Biz” o gün-bu gündür aynı noktadayız da, “muhteremlerin” bulunduğumuz yere gelmelerinden elbette hınzır bir memnuniyet duyduk.
Çelik şimdi diyor ki;
“Anlaşılan o ki, Sayın Büyükelçi Türkçe bilmesine rağmen hâlâ acemi elçi durumundan kurtulamamış. Umarız ki bu devirdiği son çam olur. Ricciardone Türkiye’ye gelir gelmez, buna benzer bizim iç meselelerimizle ilgili laflar etmişti… Bu hakkı size kim veriyor? Netice itibariyle bu Türkiye’nin iç meselesidir. Sizin mahkemeleriniz bizim mahkemelerin temyiz mahkemesi değil, bir üst mahkemesi değil.
Ricciardone’ye önce şunu hatırlatırım; siz önce Guantanamo’yu izah edin dünyaya. Dinime dahleden bari Müslüman olsa. Önce kendine bak kardeşim. Biz Sayın Ricciardone’yi kendi sınırları ve hudutları içinde kalmaya davet ediyoruz. Bunu hoş karşılamadığımızı, kınadığımızı, ayıpladığımızı ifade ediyorum. Bir kez daha söylüyorum Sayın Büyükelçi haddini bilmelidir.”
Hâlbuki hayrettir; üç gün önce Riççiardone “sadece içişlerimizden” bahsetmemiş, “bakiyye coğrafyamızla da ilgili” geniş bir ufuk turu çizmişti.
“Finans merkezi olamazsınız” demişti.
(Suriye ile ilgili olarak) “Libya’dakine benzer bir askeri operasyon konusunda bir göstergemiz yok. NATO’da da Türkiye’de de böyle bir arzu yok. Türk kamuoyunda da bir adım yok. Dışişleri bakanınız Suriye’ye saldırdığı için İsrail’i eleştirdi. Müttefikler arasında askeri tedbir alma konusunda bir görüş birliği yok” demişti.
(Suriye’de) “Kaotik, istikrarsız bir durum görmek istemiyoruz. Bu konuda görüş ayrılığı yok ve nasıl yapılacağında sorun var. Biz dış etkilerin Suriye halkının mücadelesini olumsuz etkilemesinden, yanlış yola sokmasından endişeliyiz. Bu ciddi bir endişe” demişti.
(İsrail’in Suriye saldırısı ile ilgili olarak) “İsrail kendini korumak isteyen her ülkenin yapacağı eylemleri yapıyor. Sizden daha fazla bir detay bilgiye sahip değilim. Bu hava saldırısının ne olduğu konusunda sizin kadar bilgiye sahibim. Bu saldırının Suriye’deki duruma etkisi konusunda yorum yapamıyorum” demişti.
(Irak ile ilgili olarak) “Türkiye ile Irak arasına girmemize gerek yok. ABD de bu şekilde zorla dâhil olmak istemez. Ama her iki tarafın dostu olarak şunu yapabiliriz. Belki destek sunabiliriz. Bu şekilde katkımız olabilir. Türkiye ve Irak, ekonomik ilişkilerini en iyi hale getiremezse daha da kötü sonuçlara yol açabilir. Daha şiddetli çatışmalar olabilir, başka güçler devreye girebilir.
Irak’ı bütün olarak görmek gerekir. Petrol ve gaz çıktılarını dünya piyasalarına eriştirebilmek önemli. Irak’ın tümünde geliştirilmeli. Biz, Türkiye’nin Irak’ın petrol ve gazının yüzde 20’siyle değil bütünüyle ilgilenmesini arzu ediyoruz.
Eğer Türkiye, bu kaynakların sadece yüzde 20’sinden yararlanacaksa bu bizi üzer. Türkiye’nin aynı zamanda Hürmüz Boğazı’na alternatif sunmasını istiyoruz. Çıkış noktalarının çoğalmasını istiyoruz. Bu, hem Kürt yönetimi hem Irak için iyi olacak. Türk ürünlerinin tüm Irak piyasasına ulaşmasını isteriz.
Bugün Dohuk ve Erbil’e olan erişim, örneğin Basra’ya da olmalı. Bağdat’taki zor siyasi durumla uğraşmak zor bile olsa bunu destekliyoruz. Irak Başbakanı Maliki ile yakın temas içindeyiz. Kürt Bölgesel Yönetimi ile de iyi ilişkilerimiz var” demişti.
Çelik; Türkiye’nin “bölgede” uygulamakta olduğu dış politika ile taban tabana zıt bu görüşlere çıt çıkarmıyor ama konu iç politikaya gelince nedense “sinirleniyor”.
İnceldiği yer neresi?
Büyükelçi’nin “kışt” dediği tavuk hangisi, kimin tavuğu?
Kaldı ki Amerikan Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland düzenlediği basın toplantısında Riççiardone’ye aynen şöyle destek verdi;
“Büyükelçi Frank Ricciardone, Bakan Hillary Clinton’ın söylediklerini ve eminim bu konularda kamuoyu önünde açıklama yapma şansı olduğunda Bakan John Kerry’nin söyleyeceklerini tekrar ediyor”.
Ve Amerikan Büyükelçilik yetkilileri de Riççiardone’nin Dışişlerine çağrılmasıyla ilgili soruları şöyle cevaplıyorlardı: “Evet, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Büyükelçi Francis Ricciardone’ye basınla buluşmasında Türk yargı sistemine ilişkin sarf ettiği sözlerle ilgili rahatsızlığını iletti. Ricciardone de saygı çerçevesinde, ‘Bunu anlıyorum. Türkiye’nin dostları olarak, bu konuları yakından takip ediyoruz. Türkiye’nin bu alanda da daha iyi, daha yüksek standartlara sahip olmasını istiyoruz’ yanıtını verdi”. ABD Büyükelçiliği kaynakları, Ricciardone’nin salı günkü görüşmede gazetecilerle paylaştığı görüşlerinden herhangi bir geri adımının söz konusu olmadığını da özellikle vurguladı.
Yâni Amerikan Dışişleri ve Ankara Büyükelçiliği yetkilileri Riççiardone’nin arkasında duruyorlar ve geri adım atmıyorlardı..
Tam bu arada Almanya İçişleri Bakanı Friedrich, İstanbul ziyareti sırasında Alman Bild gazetesinin sorularını yanıtlarken; DHKP-C militanı Şanlı’nın Almanya’da özgür bir şekilde dolaşmış olması ile ilgili soruya “Terör bağlantısı olduğu sonradan görüldü” cevabını veriyor ve gazetenin Türkiye’nin Almanya’dan bu tip gelişmelere sert karşılık vermesi gerektiğini beklediği yönündeki soruya karşılık da “PKK’nın destekçilerini titiz bir şekilde takip ediyor ve cezalandırıyoruz. Teröre karşı mücadelemiz daha da güçlü olacak. Kürt sorununun kökeni Türkiye’de ve Türkler, bizi suçlamadan önce kendi evindeki sorunları çözmeliler” diye ekliyordu.
Bütün bunlar olmadan çok kısa bir süre önce….
ABD’nin Libya’daki Bingazi Konsolosluğu’na düzenlenen saldırıyla ilgili Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde ifade veren, “görevi devretmeye hazırlanan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un” kendisine yöneltilen “ABD, Libya’dan Türkiye’ye herhangi bir silah tedariki, transferi, alım satımı konusunda müdahil oldu mu?” sorusuna “Bilmiyorum, bunu ek binayı (CIA binası) idare eden kuruluşa sormalısınız” yanıtını vermiş olmasını…
Alın masanın üzerinde bir kenara koyun yahut bir yere not ediverin…
(a.Demek ABD Libya’dan Türkiye’ye “Suriye’de kullanılmak üzere” silah tedariki-transferi-alım sayımına müdahil oldu; ve b). Clinton’dan bile “habersiz” bunu “ek bina” yaptı.)
Yâni senin anlayacağın kıymetli okuyucu tavuk kimin tavuğu, kim kimin tavuğuna kışt diyor, yumurta mı tavuktan çıkıyor, hepsi birbirine karışmış durumda..
Biz de kümesin başında öyle şaşkın şaşkın seyrediyoruz..8 Şubat 2013
57′NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın