Suriye İç Savaşı’nın 10. Yılında Katiller Yarışı

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Suriye İç Savaşı’nın 10. Yılında Katiller Yarışı

Biden-Putin arasında “kim daha katil” tartışması ilginç aşamalara evrildi. Rusya’nın Washington’dan büyelçisini istişare için çağırması, diplomaside, bağların koparılmadan önce gevşetilmesi demektir. Biden’ın Putin’i seçimlere müdahale ve zehirleme gibi gerekçelerle suçlamasına karşılık, Putin’in “aynaya bakıp kendini anlatıyorsun, adını sormadım..” türünden vecizelerini Suriye üzerinden de incelemek gerek. Bu gibi tartışmalar sayesinde Rusya’nın yeniden super güç yolu açılırken ABD’nin Avrupa’daki zemininin güçlenmesi ayrı konudur. Biden-Putin’in asıl hedefi olmasa da iki ülke mahfilleri açısından katillik başlığıyla gelişen bir anlamda danışıklı dövüş, küresel politikaları açısından verimli hale gelmiştir.

ABD ve Rusya istihbaratları, hangisinin kaç yüzbinlerin katili olduğu hakkında yeterli bilgilere sahiptir. Her ikisi de ülkemize sıçrayan kan gölünün baş mimarlarıdır. Bu katliamda İsrail, Avrupa ve diğer küresel güçler ile mesela Papalık gibi aktörlerin katkısı ayrı konulardır. Papa’nın hâk ile yeksân Irak gezisinin, emniyet literatüründe “katilin, cinayet mahalline uğraması” olarak açıklanması, yerinde bir tespittir. Nitekim Irak’ı ve Suriye’yi yangın yerine çeviren sürecin başında Bush’un kilise temelli evhamları da bulunmaktaydı. Irak’taki mabetleri yıkan teröristlere silahları kimin verdiği, aptalca bir soru değilse “tecâhül-i ârifâne”dir. Cevabını çok iyi bilen Papa, soruyu yanlış yerde yanlış kişilere sormuştur. Bununla beraber bu ilginç ziyaret ile başlayan asırlık, belki milenyumluk proje ayrı bir konudur.

Suriye İç Savaşı’ndaki felaketler zincirinin sorumlusu olarak sadece terör örgütlerini görmek, göstermek bunları sürekli kılmanın en kestirme yoludur. Böyle bir coğrafyada her terör örgütünün finansörü, destekçisi, hâmisi durumundaki başta ABD ve Rusya olmak üzere İsrail, İran, İngiltere, Fransa, Çin ve diğer devletleri görmek ve onların gerçek hedeflerini doğru okumak lazımdır. Her ne kadar temelde Büyük İsrail olsa da her birinin hesapları farklıdır. Bununla beraber genellikle farkında olmadan daha küçükler, büyüklerin piyonu olmuşlardır. Bu anlamda küçük devletler, şartları dikkate alarak karar verirler; büyükler ise küçüklerin, kendilerinin istediği kararları alması için gerekli şartları oluştururlar. Arap Baharı sürecinde sadece o günkü haberleri dinleyerek politikalarını oluşturanlar kullanılmış, aldatılmışlardır. Bu süreçte hissedarları oldukça karışık bağlantılar üzerinden büyük güçlere çıkan terör örgütleri son derece kullanılışlı enstrümanlardır.

10 yıl boyunca belirtilen devletlerin taşeron örgütler üzerinden hangisinin kaç on bin kişinin katili olduğu, muhtemel bir Suriye İç Savaşı Ansiklopedisi’nin konusudur. Katliam çeteleri ile devletler arasında herkesin gözü önünde cereyan eden bağlantılar dahi ürkütücü boyutlardadır. Gizli bağlantıların ayrıntıları için on yıllar beklenecektir. Öte yandan bilinen bağlantılar da birkaç adım sonra kördüğüme dönüşmektedir. Mesela ABD füzeleriyle öldürülen İranlı general Kasım Süleymani’nin CIA ile işbirliği halinde Haleb’i yerle bir ederek on binlerce Sünni Müslümanın katili olması gibi. Tıpkı daha önce Afganistan’da, Yemen’de yaptıkları gibi.

2021 başı itibariyle Irak ve Suriye enkazı, hem İsrail, ABD’nin hem de Rusya’nın tam da arzu ettiği sonuçlardır. Netice itibariyle İsrail çevresinde güçlü bir devlet kalmamış, uydu devletler tomurcuklanmaya başlamıştır. Rusya ise Doğu Akdeniz’in önemli deniz ve hava üslerine sahip olmuştur. Doğu Türkistan’dan çakma terörist alayları gönderen Çin, büyük bir iştahla yıkılan şehirlerin inşasından pay almayı beklerken bölgede Çin kolonilerinin temelleri atılmıştır.

İç savaşın daha başında Ankara-Şam ilişkilerinin kesilmesi ile başlayan politikaların çok daha tehlikeli sonuçları olacağını bu sütunlarda yazmış olmam, ileri görüşlü olmamdan kaynaklanmamaktadır. Arap dünyasına da artık demokrasi geldiğini savunan az çok tarih, jeopolotik, sosyoloji bilgisi de bulunan uluslararası ilişkiler uzmanlarının, bu tür hayalperest laflarına kendileri de inanmadığı halde milyonların ölümüne, sakat kalmasına yol açan süreci alkışlamaları ibretle hatırlanacaktır. 10 yıl boyunca her fırsatta, Türkiye’nin Suriye rejimi ile yeniden ilişki kurması için fırsatın kaçırılmaması gerektiğini hatırlatmam da bu coğrafyayı, buradaki asırlık stratejileri az çok bilen herkesin görmesi gereken gerçeklere dayanmaktaydı. Esasen bu yıllarda nice programlarda Türkiye’nin katil Esed ile bağları koparan Suriye politikasını doğru bulduklarını, rejim ile yapılması gereken işlerin Rusya üzerinden halledilmesinin yerinde olduğunu savunan arkadaşlar, perde kapanınca, programa ara verilince “Suriye ile ilişkilerin koparılmasını kendilerinin de yanlış bulduklarını, ama….” cümlelerini fısıldamışlardır. Böyle bir konuda 10 yıl sonra haklı çıkmış olmak dahi hüzün sebebidir. Zira onlar da Esed’in sadece kullanılışlı bir kiralık katil olduğunu, ona silah temin eden asıl katillerle Türkiye’nin sorunu olmaması çelişkisini kabul etmişlerdi.

Belirtmek gerekir ki 10 yıl önce olayların başlangıcında Türkiye’nin ÖSO’yu örgütlemesi ve ülkesinde karargâh kurdurtması yanlışların başlangıcını oluşturmaktadır. 10 yıl sonradan bakınca mutlaka görülmesi gereken husus: ÖSO her ne kadar mazlumların haklarını koruyan ve savunan bir örgüt olsa da sonraki terörist örgütlerin, Suriye coğrafyasında zemin bulmasının yolunu açmıştır. Bir günlüğüne veya birkaç saatliğine Ankara’ya gelen Pentagon, CIA veya Beyaz Saray yetkililerinin, bu örgütün kurulması sürecinde neler konuştuklarının, ne gibi vaat ve tehditlerde bulunduklarının açıklanma zamanı gelmiştir. ABD’nin yönledirmesiyle kuruluşuna öncülük ettiğimiz ÖSO’nun teörist örgütlerin kuruluşuna öncülük yaptığının delili, ABD’nin bir aşama sonra ÖSO’yu bırakıp başka örgütlerle iş tutmasıdır ki netice itibariyle dev gibi ABD-PKK-PYD terörist (Kürt değil!) organizasyonu ortaya çıkmıştır.

2021 itibariyle Washinton’ın başlangıçta neler söylediği-neler yaptığı kapsamında, Türkiye’yi nasıl aldatmış olduğunu o günkü sorumlular bütün ayrıntılarıyla ifşa etmelidirler. Her ne kadar bir kısmının yolları ayrılmış olsa dahi Türkiye’nin güvenliği ve bölgenin yeniden inşası için bu süreçteki sahtekarlıklar bir an önce gün yüzüne çıkarılmalıdır. Belki bunun faturası ağır olabilir ancak ertelenen hesabın faturası çok daha ağır olacaktır. 10 yıl boyunca, “zararın neresinden dönülürse kârdır” cümlesini tekraren yazdım. 10 yıl önce Esed’in bu kadar iktidarda kalabileceğini herkes gibi bu satırların yazarı da tahmin etmemişti. Ancak Esed’in başında olduğu Şam rejiminin, İsrail-ABD stratejileri için en uygunu olduğu gün gibi âşikardı. Siyonist hedefler doğrultusunda Türkiye’nin lehine olan Suriye ile bağların koparılmasının, bütün bölge için felaket olacağı ortada idi. 2021 itibariyle her ne kadar Şam diyarı harap olmuşsa da bunun inşası, yaraların sarılması için Türkiye ile işbirliği aklın, siyasetin, jeopolitik gerçeklerin öncelikli şartıdır. Kimin daha katil olduğu tartışılırken Suriye’deki katliamların tekrar gözden geçirelmesi, katiller için hareket alanının daraltılması, yok edilmesi yollarının görülmesi gerekmektedir.

Öncevatan, 23.03.2021

alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr

Biden-Putin arasında "kim daha katil" tartışması ilginç aşamalara evrildi. Rusya'nın Washington'dan büyelçisini istişare için çağırması, diplomaside, bağların koparılmadan önce gevşetilmesi demektir. Biden'ın Putin'i seçimlere müdahale ve zehirleme gibi gerekçelerle suçlamasına karşılık, Putin'in "aynaya bakıp kendini anlatıyorsun, adını sormadım.." türünden vecizelerini Suriye üzerinden de incelemek gerek. Bu gibi tartışmalar sayesinde Rusya'nın yeniden super güç yolu açılırken ABD'nin Avrupa'daki zemininin güçlenmesi ayrı konudur. Biden-Putin'in asıl hedefi olmasa da iki ülke mahfilleri açısından katillik başlığıyla gelişen bir anlamda danışıklı dövüş, küresel politikaları açısından verimli hale gelmiştir. ABD ve Rusya istihbaratları, hangisinin kaç yüzbinlerin katili olduğu hakkında yeterli bilgilere sahiptir. Her ikisi de ülkemize sıçrayan kan gölünün baş mimarlarıdır. Bu katliamda İsrail, Avrupa ve diğer küresel güçler ile mesela Papalık gibi aktörlerin katkısı ayrı konulardır. Papa'nın hâk ile yeksân Irak gezisinin, emniyet literatüründe "katilin, cinayet mahalline uğraması" olarak açıklanması, yerinde bir tespittir. Nitekim Irak'ı ve Suriye'yi yangın yerine çeviren sürecin başında Bush'un kilise temelli evhamları da bulunmaktaydı. Irak'taki mabetleri yıkan teröristlere silahları kimin verdiği, aptalca bir soru değilse "tecâhül-i ârifâne"dir. Cevabını çok iyi bilen Papa, soruyu yanlış yerde yanlış kişilere sormuştur. Bununla beraber bu ilginç ziyaret ile başlayan asırlık, belki milenyumluk proje ayrı bir konudur. - abd belgesine gore pyd pkk nin suriye kolu 1456130413

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir