NE DOĞU NE BATI AMA MERKEZ

                                                                               Prof.Dr.ANIL   ÇEÇEN 

               Uluslararası konjonktürdeki son gelişmeler yüzünden Türkiye  son zamanlarda eksen tartışmaları ile uğraşmaktadır . Bir eksen kayması  tartışması giderek öne çıkarken , batının Türkiye’deki Truva atı konumundaki bazı kalemşorlar  ve mandacı kafa yapısına sahip olan bazı aydınlar, giderek Türkiye Cumhuriyetinin bir eksen kaymasına sürüklendiğini ileri sürmektedirler . Onlara göre Türkiye giderek batı dünyasından kopmakta ve zaman içerisinde doğuya doğru kayarak ciddi bir eksen kayması yaşamaktadır . Batıdan doğuya doğru yaşanmakta olan bu eksen kayması yüzünden Türkiye’nin jeopolitik konumu değişmekte ve Türk devleti giderek bir batılı devlet olmaktan çıkarak üçüncü dünya ya da doğu devletlerine benzemektedir .Batıdan doğuya doğru bir kayma gösteren Türkiye’nin, bu içine düştüğü durumda  eksen kayması suçlamalarına hedef olduğu görülmektedir . En sağcısından en solcusuna kadar yayın organlarına bakıldığında , Türkiye Cumhuriyetinin eksen kayması sorununun manşetlerde yer aldığı ve Türk devletinin bu nedenle suçlanarak yönlendirilmeye  çalışıldığı gözlemlenmektedir . 

          Eski dünya düzenininden yeni bir yapılanmaya doğru dünya yuvarlanırken ,  harita üzerinde yer alan bir çok ülkenin  jeopolitik konumunun da değiştiği görülmektedir . Türkiye ile ilgili olarak eksen kayması suçlamalarının ya da değerlendirmelerinin  yapıldığı bu aşamada ,aslında bu gibi yaklaşımların öne çıkmasına neden olan çok ciddi bir jepolitik kayma ile dünyanın karşı  karşıya kaldığı görülmektedir . Eksen kayması yaşayan sadece Türkiye değil ama bütün dünya ülkeleridir ,çünkü  dünya dengeleri ve güçleri arasındaki çekişmede birden  yeni durumların ortaya çıkması kendiliğinden jeopolitik konumu da  yönlendirmekte ve ortaya yeni durumların ve dengelerin çıkmasına neden olmaktadır . Yeryüzü haritasında yer alan her devlet  daha güçlü bir konuma gelmek ve  diğer devletler ile arasındaki rekabet düzeninde daha iyi bir konuma geçmek ve  giderek güçlenerek ,  uluslararası konumunu daha üstün bir düzeye getirebilmek  üzere  mücadele etmekte ve bu doğrultuda her gün yeni adımlar atarak geleceğe  dönük plan ve projelerini uygulamaktadır . Bu gibi durumlar aslında  bütün devletler için doğal karşılanması gereken gelişmelerdir . Her devlet önce eski konumunu korumak ve daha sonra da yeni ortaya çıkan durumlara uyum sağlayabilmek üzere ,zamanla  değişik politikalar uygulamak zorundadır . Bu açıdan hiç bir devletin birbirini suçlama hakkı yoktur . Her devlet sahip olduğu devlet aklı ile ,yeryüzünde ortaya çıkan yeni durumlara ve gelişmelere uyum sağlayarak yoluna devam etmek zorunda kalmaktadır. 

         Siyasal gelişmelerin gündeme getirdiği yeni jeopolitik konumları bütün devletler yakından izleyerek yeni dengelere göre vaziyet almak zorundadırlar,aksi takdirde yeni değişikliklere ayak uyduramayan devletlerin eski güçlerini yitirdikleri görülmektedir . Bu gibi başarısız devletler ise ayakta kalma şansını yitirdikleri için kısa bir zaman dilimi içerisinde dünya haritasından silinip gitmekte ve böylece bir harita değişikliği kendiliğinden gündeme gelmektedir .Rus Çarlığı , Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu  gibi  büyük devletler değişen koşulları anlamakta ve yeni ortaya çıkan  durumları değerlendirmekte geç kaldıkları ve gereken önlemleri almakta zorlandıkları için çökmekten kurtulamamışlardır.  Zaman içerisinde bu devletlerin ülkelerinin bulunduğu alanlarda ciddi otorite boşlukları meydana gelmiş ve bu durumun doğal sonucu olarak da  dünya savaşları yaşanmıştır .Yüzyıllarca geniş alanları yöneten büyük imparatorlukların  bile çöküşten kurtulamaması, bugünün dünya devletleri açısından önemli derslerle doludur . Merkezi imparatorlukların çöküşü birinci dünya savaşını gündeme getirirken , daha sonra ortaya çıkan ikinci dünya savaşı da batının sömürge imparatorluklarının dağılmasına giden yolu açmıştır . Böylece dünya haritasında önemli değişiklikler ortaya çıkarken ,jeopolitik dengeler yeniden oluşmuş ve bu durumda her ülke ya da devlet değişken bir süreç içerisinde kendiliğinden eksen kaymasına sahne olarak başka tür yapılanmalara sahne olmuştur .

       Eksen kayması ,bir ülkenin ya da devletin içinde bulunduğu  siyasal konumdan çıkarak, başka bir süreç içerisinde farklı bir jeopolitik  duruma gelmesi demektir . Bu gibi durumlar yeryüzündeki güçler dengesine ya da merkezi güç değişmesine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır . Dünya haritasında bulunan beş kıta üzerinde hangi ülke daha fazla hegemonya düzeni kurarsa , uluslararası ilişkiler o ülkenin devletinin öncülüğünde ya da yönlendirmesinde gelişmekte ve ülkeler arasındaki jeopolitik konum, bu gibi gelişmelere paralel bir çizgide yeni bir yapılanmaya doğru sürüklenmektedir . Tek merkezli ya da çok merkezli dünya dengelerinde ülkelerin jeopolitik konumları güç merkezlerinin aldığı  kararlar doğrultusunda biçimlenmekte ,onların izlediği yollara göre yeni yapılanmalar ortaya çıkmaktadır . En büyük güç sahibi olan devlet merkezi ülke konumuna gelince , dünya haritası buna göre yeniden belirlenmekte , merkez ülkeden hareketle diğer ülkeler yan ülkeler ,kenar ülkeler ,köprü ülkeler  ve  ara ya da arka bölgeler  gibi farklı konumlara sahip olmaktadırlar . Önemli olan merkezin neresi olacağıdır . Merkezi devlet konumuna herhangi bir büyük devlet geldi mi ,bu yeni merkezin etrafında kenar,yan ve köprü ülkeler  ortaya çıkmakta ve dünyanın geri kalan bölgeleri de merkezi yapının bulunduğu bu  bölgeye göre belirlenmektedir .

         Büyük güçler ve devletlerin ötesinde ,jeopolitik bilimi ise beş kıtadan meydana gelen dünya haritasını açıklarken , Avrupa,Asya ve Afrika  gibi kıtaların birleşiminden meydana gelen kara parçasını esas ve ana  kara kıtası kabül ederek ,bu bölgenin merkezi alanını Avrasya olarak  açıklamaktadır . Avrupa ile Asya’nın kesiştiği bölge olan Orta Doğu aslında dünya karalarının merkezi coğrafyası olarak öne çıkmakta , bu bölgenin batısı batı dünyasını ,doğusu da doğu dünyasını  yaratmaktadır . Kalpgah adı verilen (Heartland) bölgesi dünya haritasının merkezi alanı olarak görülmekte ve bu bölgeyi ele  zamanla bütün dünyaya egemen olabileceği  söylenmektedir.  O zaman Balkanlar,Karadeniz,Kafkasya,Orta Asya ve Orta Doğu hattında bir araya gelen bölgeler için bütünüyle  merkezi coğrafya adı verilebilmekte ,dünyanın doğusu ile batısı buna göre belirlenebilmektedir . Avrasya adı verilen merkezi bölgenin  kuzeydeki merkezi Rusya , güneydeki merkezi ise Türkiye’dir . Dünya tarihinde yer alan büyük Rus ve Türk devletleri her dönemde bu bölgelere  egemen olarak otorite boşluğunu gidermişlerdir . Merkezi coğrafyada imparatorlukların dağılmasından sonra savaşlar çıkmış ve giderek batıya doğru yönelen güç kayması sonucunda bölgedeki çekişmeler ve yeni hegemonya arayışları , dünya barışını ortadan kaldıracak derecede insanlığı tehdit etmiştir . Bugün de benzeri bir olumsuz süreç yaşandığı için, dünya barışı merkezi alanda gene eskisi gibi çok ciddi bir tehdit ile karşı karşıya bulunmaktadır . 

          Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ile başlayan geçiş süreci ,daha sonraki aşamada  Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla devam etmiş  ve dünya yeniden  bugünkü gergin ortama gelmiştir . Avrupa merkezli yapılanmadan  Amerika merkezli dünyaya geçişi sağlayan dünya savaşları sonrasında ,merkezi alanda  Osmanlı devleti gibi bir büyük yapılanma gerçekleştirilemediği için, otorite boşluğu devam etmekte ve yeni ortaya çıkan büyük devletlerin oluşturduğu güç merkezleri arasındaki çekişme ve çatışmalar dünya barışını ortadan kalıdaracak derecede etkili olabilmektedir .Orta Doğu’yu ele geçiremeyen Sovyetler Birliği yirminci yüzyılın sonlarında yıkılmak zorunda kalırken , Osmanlı sonrasında merkezi alana gelen İngiltere ve Fransa gibi batılı emperyal güçler de  Osmanlı hinterlandında kendi hegemonya düzenlerini tam olarak kuramamışlardır .İkinci dünya savaşı sonrasında bölgeye gelen Amerika Birleşik Devletleri  Türkiye üzerinden merkezi alana yerleşirken kendi yavrusu olarak İsrail’i kurmuş ve bu yahudi devletinin güvenliği için seferber olarak eski Osmanlı ülkeleri üzerinde çok ciddi bir baskı  düzeni uygulamağa başlamıştır . Savaş sonrası dönemde  bölgeye özgürlük ve demokrasi getiriyor görünümünde  giren ABD emperyalizmi, sonraki yıllarda İsrail siyonizmi için uygun bir ortam hazırlamış ve merkezi alandaki  bu otorite boşluğunu yirminci yüzyılın ortalarından sonra ,ABD emperyalizmi ile İsrail siyonizmi ortaklaşa doldurmağa çalışmışlardır . 

       ABD merkezi alana Türkiye üzerinden girerken , Türk ülkesini bir askeri üs konumuna çevirmiş ve  Türkiye topraklarında kurduğu askeri üsleri ise , islam dünyasının tam ortasında kurulan yahudi devletinin korunması doğrultusunda şemsiye olarak kullanmıştır .ABD Türkiye’ye gelerek gizlice ülke içine yerleşirken , ya da  İsrail’in güvenliği için uluslarası hukuka aykırı biçimde İncirlik gibi  askeri üsleri kurarken , Türkiye için bir eksen kayması sözkonusu değil ama , Türkiye ile ABD  ve İsrail , merkezi alandaki batı hegemonyası ya da siyonizm egemenliği  için ters düştüğü ,ya da Türkiye Cumhuriyeti ulusal çıkarları doğrultusunda kendisini savunmak durumunda kaldığı zaman , hemen Türkiye için eksen kayması suçlamaları yapılması  ,gerçekten içtenlikten uzak  ve tamamen emperyal amaçlı saldırılar doğrultusunda  gündeme getirilen  suçlamalar olarak görülmektedir .Türkiye Cumhuriyetinin bugün karşı karşıya kaldığı eksen kayması suçlamaları ,gene gerçeklere uymamakta ve  ve Atatürk’ün ülkesi üzerindeki etkilerini yitiren batılı emperyal güçlerin bu yüzden feryat etmelerinden başka bir anlam taşımamaktadır . Soğuk savaş koşullarının korku ortamında Türk devletini ve ülkesini kolaylıkla kendi emperyal çıkarları doğrultusunda kullanabilen batılı emperyal devletler ya da güçler , değişen koşullarda  Türkiye’yi kendi istedikleri yönlere çekemeyince ya da kullanamayınca , hemen Türkiye’nin eksen değiştirdiği  çığlıklarıyla öne çıkarak gene eski oyunlarına devam etmektedirler . Bu oyunun artık sonuna gelindiği ve soğuk savaş koşullanmalarıyla  Türk devletinin batılıların çıkarları için bir yerlere sürüklenemiyeceği  iyice görülmektedir . Emperyalistlerin ve siyonistlerin telaşı ve feryatlarının nedeni, aslında  Türk devletinin ve milletinin  bu alanda uyanmasıdır . Bir daha eski oyunlar ile  Türkleri kandırmak , ya da Avrupa, Amerika ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda merkezi coğrafyadaki Atatürk cumhuriyetinin  batılılar tarafından  kullanılması artık  mümkün olamayacaktır . 

      Avrupa Birliği sürecinde Türkiye bu yüzyılın başlarında toplanan Lüksemburg zirvesine davet edilmemişve bir anlamda batılıların bu önemli uluslararası örgütlenmesinin dışında tutulmuştur . AB zirvesinden kovulan Türkiye Cumhuriyeti aynı yıl içinde İran’ın başkent’i Tahran’da toplanan  İslam zirvesi toplantısından da  dışlanmıştır . O dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Tahran İslam zirvesini terketmek zorunda kaldığı aşamada, Türkiye doğuluların uluslararası yapılanmasından da uzak tutulmuştur . Avrupa Birliği ve İslam Birliği gibi uluslararası yapılanmalardan aynı zaman dilimi içerisinde kovulmak durumunda kalan Türkiye , açıkca iki merkez  arasında kaldığını  ve giderek klise ile cami arasına sıkıştığını  görünce ,bu kez de İsrail üzerinde havra ya da sinagog çıkarması ile karşı karşıya kalmıştır . Doğu batı arasında  din farklılığının arasına sıkışıp kalan Türkiye’nin güneyden bir de İsrail zorlamasıyla iyice merkeze  doğru itildiği  anlaşılmıştır . Cami,klise ve havra arasında sıkışıp kalmamak için  Türklerin kurmuş olduğu laik devlet zaman içerisinde hem müslüman hem de gayrimüslim cemaatlar üzerinden  yıkılmağa çalışılmış ,Vatikan yönetiminde Avrupa üzerinden yeni Bizans projeleri dayatılırken , İsrail üzerinden gelen baskılarda yahudiler açıkca havraları öne çıkarmamışlar ama batıdan gelen kilise kuşatmalarına karşı  işbirlikçi islam tarikatları üzerinden camileri kliselere karşı kullanarak  merkezi alanda bir hırıstıyan-müslüman çekişmesini öne çıkarmak ve bu durumun arkasına gizlenerek ,kendi emperyal ve siyonist hedefleri doğrultusunda dünyanın ortasını ele geçirmek istemişlerdir . Türkiye’de son zamanlarda yaşanmakta olan dinsel görünümlü tartışmalar ve gerginliklerin arkasında böylesine emperyal ve siyonist bir yapılanma olduğu  açıkça göze çarpmaktadır . 

         Müslüman kimliği yüzünden Avrupa Birliği Türkiye’yi içine almamakta kararlı görünürken aslında Türkiye’yi  doğu bölgesine doğru itmektedir . Ne var ki , laik devlet yapılanması nedeniyle de Türkiye İslam Birliğinden dışlanmağa çalışılmaktadır . İslam dünyası  dünyanın doğu bölgesinin bir parçası olarak görüldüğü için, Türkiye laik devlet yapılanmasıyla aslında doğu bölgesinden de dışlanmaktadır . Bulunduğu konumu ile ne doğuya ne de batıya yar olabilen Türkiye’nin giderek doğu ile batı arasına sıkıştığı anlaşılmaktadır . Böylesine bir sıkışıklık Türkiye’yi zaman içerisinde eritip ortadan kaldıracağı için , iki dünya arasında yalnız kalan , giderek sıkışıp  silinmek tehlikesine maruz kalan Türkiye’nin  böylesine bir durumda daha uzun süre varlığını sürdürmesi beklenemez . Yeni ortaya çıkan jeopolitik dengeler çerçevesinde Türkiye’nin  bir  güncel değerlendirme yaparak konumunu her yönü ile belirlemesi ve buna göre yeni bir yol izlemesi gerekmektedir . Türk devleti bunu yapabilirse  varlığını koruyabilecek , yapamazsa  Osmanlı devleti gibi bu coğrafyadan silinip gidecektir .  Roma,Bizans,Hazar ve Selçuklu İmparatorlukları gibi merkezi büyük devletler de uzun süren hegemonyalarına rağmen, yeni içine girilen dönemlerde ortaya çıkan  değişmeleri algılamakta geç kalınca dağılmaktan kurtulamamışlardır . Rus devleti ise  geçmişten dersini almış, imparatorluk biterken bir ideolojik yeni devlet yapılanmasına geçmiş , ideolojik devletin bittiği aşamada ise geniş bölgesel bir federasyona giderek  merkezi devlet yapısını koruyabilmiştir .  Osmanlı devleti ise , başkent İstanbul’un batılı emperyal güçler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından ele geçirildiği için  teslim olarak bağımsız konumunu yitirince  imparatorluk sona ermiştir . Yeni Türk devleti  ise ,  bu kez Anadolu topraklarının tam ortasında yer alan  Ankara’da bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurulabilmiştir . Türklerin başkenti değişirken Rusların başkenti aynı kalmış ,bu yüzden de Rus devleti Türk devletinden  yüz yıl daha ileri bir düzeye gelme şansını elde edebilmiştir . Türkler İstanbul’dan Ankara’ya gelirken ve Anadolu bozkırında çağdaş bir cumhuriyeti kurarlarken , devletlerarası rekabet yarışında Rusya’dan en az  bir  yüzyıl geri kalmışlardır . 

          Bugün yaşanmakta olan eksen kayması tartışmalarında , Türkiye’yi içine almayan Avrupa Birliği , Türkiye’yi merkezi coğrafyada kendi çıkarları doğrultusunda kullanamayan Amerika Birleşik Devletleri  ve İsrail ‘in haksız saldırıları  ve suçlamaları öne çıkmakta ve kamuoyunda kasıtlı olarak bir  Türkiye aleyhinde bir olumsuz hava yaratılmağa çalışılmaktadır . Sanki bütün olup bitenlerden Türkiye suçluymuş gibi bir ortam yaratılarak , Türkiye Cumhuriyeti gene batı emperyalizmi ve İsrail siyonizminin çıkarları doğrultusunda bu bölgede kullanılmağa çalışılmaktadır . Ne var ki ,bu aşamadan sonra  artık papazın pilav yemesi zor görünmektedir . Eski oyunların iflas ettiği , benzeri oyunların,senaryoların ya da komploların  geçerli olamadığı bir aşamada Türk kamuoyundaki bilinçlenme süreci devam etmektedir . Eskiden gerçekleri dile getiren aydınları çıkar çevreleri ve emperyal güçlerin Truva atları konumundakı mandacı ve işbirlikçiler  komploculuklar suçlarken , şimdi tamamen tersi bir durum ortaya çıkmakta ve Türk halkı gerçekleri görürken , bu gibi oyunlara eskisi gibi devam etmek isteyenlerin belirli komploların suçlusu olduğu önceden  tespit  edilerek topluma açıklanabilmektedir . Halkı aydınlatanları komploculukla suçlayan işbirlikçilerin , aslında gerçek komplocular olduğu ortaya çıkınca ve  kitleler  bu doğrultuda bilinçlenerek uyanmağa başladığında  herşey ters yüz olmakta ve artık batı emperyalizmi ile İsrail siyonizmi Türkiye’yi eskisi gibi yönlendiremez bir duruma düşmektedirler . Türkiye’yi bu aşamada eskisi gibi doğu ülkelerine karşı kullanamayanlar eksen kayması suçlamasıyla, Atatürk’ün devletini mahkum etmeğe ve bu yönden köşeye sıkıştırarak  batının denetiminde yeniden kullanmağa çalışmaktadırlar . 

       Türkiye batının merkezi üssü konumunda olduğu yıllarda bütün komşularıyla kavgalı bir duruma düşürülmüş ,bu durumdan yararlananAvrupa ülkeleri ,ABD ve İsrail Türkiye’yi Arap ve İslam dünyasına dönük bir çok girişimlerinde  köprü  konumunda bir ülke ya da askeri üs olarak kullanmışlardır .Nato desteği ile  Türkiye Amerikan üssü olurken ve  İsrail’e şemsiyelik yaparken , Irak,İran ve Suriye gibi bütün doğulu komşularıyla düşman konumuna sürüklenmiştir . Sovyetler Birliği Kafkasya’da Demirperde uygulamasını sürdürürken , batı dünyası da Türkiye ve Arap dünyası arasına bir set çekerek , Türkleri merkezi coğrafyada yalnızlığa mahkum etmişlerdir . Irak’ı Sovyetler Birliği işgal ederken  ve Suriye’de Ruslar hegemonya kurarken , İran’da İslam devrimi olurken , batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi Türkiye üzerinden güvenlik önlemleri almışlar ve bu doğrultuda terörü kullanarak Türkiye’de Nato üzerinden yönlendirici olabildikleri askeri rejimleri getirmişlerdir . Türkiye cumhuriyeti yirminci yüzyıl boyunca yaşanmış olan bütün bu gibi gelişmelerden ders çıkararak  yoluna devam etmeye çalıştığı sırada , batının yönlendirmesi dışına çıkarak kendi güvenliği ve ulusal çıkarları doğrultusunda komşuları ile yakınlaşarak yeni  bir dayanışmaya girerken  hemen eksen kayması suçlamalarıyla karşı karşıya kalmakta , toplumun kafası karıştırılarak Türk devletinin batıdan bağımsız hareket etmesi önlenmek istenmektedir . Kontrol dışı bırakılacak bir Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda eski Osmanlı ya da Selçuklu  imparatorlukları gibi büyük ve güçlü devlet yapılanmasına dönebileceği kuşkusu , batılıları ve siyonistleri fazlasıyla  korkutmakta ve rahatsız etmektedir . Bütün yaygara buradan kopmaktadır . 

        Avrupa Birliğinin dışında bırakılan Türk devleti yeni dönemde , Orta Doğunun savaş alanına dönüşen topraklarında yalnız kalmamak üzere komşularıyla yeni ilişkilere girmekte ve  dayanışma 

düzeni sağlayarak, bölge güvenliğini  sağlama almak istemektedir , Yeni dışişleri bakanının bu doğrultuda geliştirmeğe çalıştığı komşularla sıfır sorun politikasının son dönemlerde fazlasıyla olumlu sonuçlarını Türkiye görmeye  başladığı aşamada , yavaş yavaş bir bölgesel birliktelik arayışı tıpkı Avrupa kıtasında olduğu gibi gündeme gelmektedir . Avrupa’ya alınmayan  bu  Avrasya’nın merkez ülkesinin Orta Doğu’daki yeni barış ve düzen arayışlarının dışında kalması , Türkiye’nin  ulusal çıkarları  açısından düşünülemiyeceği için ,  Avrupa ülkeleri  İsrail ve ABD  üçlüsü daha fazla patırtı kütürtü çıkararak  Türk devletinin yeni dönemdeki konumunu fazlasıyla tartışma konusu yapmaktadırlar . Türk basını içinde yer alan maaşlı ve kadrolu  ajanları aracılığı ile Türkiye’yi eskisi gibi batı blokunun  kontrolu altında tutma çabalarının ,ne derece komik ve gayriciddi  yazılara konu olduğu son dönemlerde siyonizmin  denetimi altındaki sermaye basını ve işbirlikçi dinci yayın organlarında göze çarpmaktadır .Bu gibi eski teranelerin döndüre döndüre tekrar edilmesinden artık iyice rahatsız olan  Türk halkının  , son dönemlerdeki komşu ülkelere  doğru geliştirilen  işbirliği ve barış yaklaşımlarını  fazlasıyla  benimsediği görülmektedir .Devlet ile milletin bu doğrultuda yakınlaşması , hükümetin ise bir çok yanlıştan sonra bu doğrultuda  doğru  adımlar atması birbirini destekleyince  ,batılı emperyalistler ile İsrail siyonistlerinin çıkardığı gürültü giderek artmıştır . Türkiye sürekli olarak batıdan bu doğrultuda sıkıştırılınca  ,bazı uluslararası ilişkiler kesilmekte ve bazı sorunlarda ise, Türkiye’ye karşı batılılar yeni gerginlik senaryoları öne sürmektedirler . 

       İsrail yüzünden Orta Doğu’ya gelen ABD, İsrail’in güvenliği için Irak’ta savaşarak bu ülkeyi parçalamıştır . İsrail’inbölgeye egemen olabilmesi için kukla bir devleti Irak’ın kuzeyinde kurdurarak destekleyen ABD emperyalizmi, Siyonist lobilere teslim olunca  İsrail devletinin haksız isteklerine de alet olmak durumunda kalmış ve bu yüzden Birleşmiş Milletleri ve bütün dünya kamuoyunu karşısına alma riski ile karşılaşmıştır . İsrail’in yeni dönemde Irak sonrasındaki ikinci adımı olarak İran öne sürülünce ,ABD büyük baskı altında kalmış ve  bu durumu Türkiye ile paylaşmak istemiştir . İsrail ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda gündeme getirilen İran savaşı gene haklı gösterilmek için, tıpkı Irak savaşında olduğu gibi nükleer santral gerekçesi kullanılmağa çalışılmış , İsrail’in atom bombaları görmezden gelinirken , İran’ın bu gibi silahlara sahip olamayacağı gibi  çifte standartlı  haksız bir tutum izlenmiştir . Bölge güvenliği açısından Irak ve İran’ın nükleer silahları önlenirken , İsrail’in  bu silahlara sahip olması ciddi bir haksızlık ve dengesizlik yarattığı için ,Türkiye bu aşamada siyonizmin kontrolu altındaki batılı güçler ile değil ama kendi güvenliği açısından komşularıyla ve özellikle İran ile beraber hareket etmeğe başlamıştır . Enerji kaynaklarında başlayan  işbirliği giderek bir bölgesel dayanışmaya dönüşme eğilimleri gösterince, başta İsrail olmak üzere  batılı ülkelerin Türkiye’ye yönelik eksen kayması suçlamaları birbiri ardı sıra yoğun bir biçimde gündeme getirilmiştir . 

     Üçüncü dünya savaşı sürecinde doğu ile batının sınırlarının ,  Türkiye ve İran sınırı olarak belirlendiğini İngiliz  kaynakları açıklamışlardır .Dünyayı beşyüz   yıl  yönetmiş olan İngiltere’nin ,İsrail siyonizminin dünyaya egemen olabilmesi doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşı istemediği ve bu nedenle  bir çok gerçeği dünya kamuoyunun bilgilerine sunduğu anlaşılmaktadır . Türk; -İran sınırı  üçüncü dünya savaşı sürecinde doğu batı sınırıolarak belirlendiğine göre , Türkiye batının İran’da doğunun cephe ülkeleri konumuna sürüklenmektedir . İkinci dünya savaşı sırasında Almanya Sovyetler Birliği ile merkezde savaşırken , bir cephe ülkesi konumuna sürüklenmiş ve bu yüzden milyonlarca insan öldürülmüştür . Üçüncü dünya savaşı öncesinde Türkiye ve İran doğu-batı savaşının cephe ülkeleri konumuna sürüklenmekte ve tıpkı Almanya’da olduğu gibi milyonlarca İran ve Anadolu Türkü ölüme mahkum edilmek istenmektedir .Böylesine bir durum hem Türkiye hem de İran açısından kabül edilemiyecek bir sorundur  . Hiç bir ülke savaşın cephe ülkesi olmayı  istemiyeceği gibi ,Türkiye ve İran ‘da kendi ülkelerinde bir füze ya da atom savaşı istemeyecek kadar büyük ve ciddi devletlerdir .Böylesine bir büyüklük ve ciddilik her türlü ayırımın ve farklılığın ötsinde bu iki büyük merkezi devletin biraraya gelmesini ve savaşı önleyici doğrultuda önlemler alabilme çizgisinde  işbirliğini geliştirmelerini sağlamıştır . İran nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk asıllı olması nedeniyle , iki Türk ülkesinin ya da devletinin emperyalistler ya da siyonistler yüzünden birbirini yoketmesi gibi bir  saçmalığa alet olmayacakları ortaya çıkmıştır Bu durumda , . önce terör ve savaşın önlenmesi gerekmektedir . Diğer konular ve farklılıklar savaş riski devam ettiği sürece  ikinci planda kalmaktadır . Emperyalistler ise iki ülke arasındaki farklılıkları kışkırtarak, bir Türk-İran işbirliğini önlemeğe çalışmakta ve bu doğrultuda   çalışan savaş lobileri  de  İran ile Türkiye’yi cephe ülkesine dönüştürebilmenin yollarını aramaktadırlar . 

        İran ile Türkiye dört yüz yıla yakın bir süre birbiriyle savaşmayarak  merkezi coğrafyada güçlü iki ülke olarak varlıklarını korumuşlardır . Bugün gelinen noktada İsrail siyonizmi ya da ABD emperyalizmi yüzünden  iki ülke birbirleriyle savaşmayacak kadar derin  bilgi ve deneyime sahiptir . Türkiye batıdan dışlandığı bu aşamada batı emperyalizminin  doğuya yönelik bir üçüncü dünya savaşı girişiminin cephe ülkesi olmamak için,  merkezi ülke konumunu güçlendirmelidir . Türkiye batı ya da doğu olmadığı içindir ki , artık merkezi ülke olarak hareket etmek zorundadır . Ayrıca bu konumunu güçlendirebilmek için de merkezin  diğer ülkesi olan İran ile yakınlaşarak tekrar eskiden olduğu gibi , Selçuklu İmparatorluğu çatısı altında iki ülke nasıl birlikte var olduysa , benzeri bir Yeni Selçuklu yaklaşımı çerçevesinde  geleceğe dönük bir  bölgesel birlikteliğin temellerini de atmalıdır .  Atatürk döneminde İran ve Türkiye birlikteliği nasıl Sadabat Paktı ile bir  merkezi ortaklığa dönüştürüldü ise ,bugün de merkezi coğrafyada var olan bütün devletler İran ve Türkiye ortaklığının çatısı altında oluşturulacak bir merkezi birliğin üyesi olabilirler .İran ve Türkiye arasında yer alan Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü’de bir araya gelecek iki büyük ülke böylesine bir merkezi birlikteliğin temellerini atabilirler ve böylesine bir yapılanmayı tıpkı Avrupa Birliğinde olduğu gibi bölgesel bir kurumlaşmaya dönüştürebilirler ,O zaman İran-Türkiye cepheleri üzerinden gerçekleştirilmek istenen bütün savaş senaryoları devre dışı kalacak ,savaş için tırmandırılan bölücü etnik terör önlenebilecek , Irak,Suriye,Azerbaycan ve Gürcistan’ın da üye olarak katılacağı merkezi devletler birliği, üçüncü dünya savaşının çıkartılmak istendiği  orta alanda dünya barışının kurucusu ve güvencesi olarak   var olacaktır .

       Emperyal ya da siyonist hegemonya peşinde koşanların çıkarmağa çalıştığı üçüncü dünya savaşını önleyecek en önemli adım Türkiye ve İran ortaklığında oluşturulacak bir bölgesel pakttır . Sadabat  ya da Bağdat Paktlarının  merkezi barış düzeni için daha önceden kurulduğu bu topraklarda Cento ve RCD gibi bölgesel   güvenlik ya da  kalkınma  örgütleri de kurulabilmiştir . Bugün bunların benzerleri yeniden kurularak ,üçüncü dünya savaşı senaryolarının önü kesilebilir .Türkiye’nin böylesine bir merkezi yapılanma için doğuya  yönelmesine gerek  olmayacağı için, bir eksen kayması yaşanmıyacaktır . Türkiye doğuya ya da batıya kaymadan bulunduğu bölgede sıkı duracak , merkezin güçlü temsilcisi olarak diğer merkezi devlet olan İran ile ortaklık kurarak ve bölgede geleceğe dönük bir  yapılanmaya öncülük ederek , üçüncü dünya savaşına giden bütün yolları merkezi alanda kesecektir .Türkiye batı emperyalizmi ile doğu ülkeleri arasında merkezi coğrafyada gerçekleşecek bir üçüncü dünya savaşını, İran ile ortaklık kurarak önleyebilecek  ve merkezi alandaki otorite boşluğunu doldurarak, çok kutuplu dünyada kutup merkezlerinin  dünyanın orta bölgesinde  hegemonya  amaçlı emperyalist saldırılara  kalkışmasına izin vermeyecektir .  O zaman bundan sonra” ne doğu ne de batı ama önce merkez” düşüncesi , Türkiye’nin  ana  hedefi olacaktır . Merkezde her yönden güçlü bir Türkiye komşuları ile kuracağı bölgesel birlik sayesinde dünya barışının kurucusu ve güvencesi olabilecektir .Yeni ortaya çıkan durum karşısında emperyalistlerin söylediği gibi  eksen kayması olmayacak ,Türkiye  üzerinde kurulu  bulunduğu merkezi coğrafya topraklarına çivi çakarak konumunu daha da güçlendirecektir . Türkiye’nin geleceği ne doğu da ,ne de batıdadır . Türkiye’nin geleceği  devletin ülkesi olarak  üzerinde bulunduğu topraklardadır. Türkiye  bu nedenle  ,bundan sonra daha fazla merkezi politikalar uygulayarak ,   hem kendisini  hem de komşularıyla dayanışma içerisinde gerçekleştirilmesi gereken  merkezi yapılanmayı güçlendirmek zorundadır . 

Yirminci yüzyılın başlarında  büyük ulus devletler arasındaki çekişmeler ,birinci dünya  savaşı senaryosu ile iki kutuplu bir dünya düzenine dönüştürülmüştü . Yüzyılın sonlarına doğru doğu blokunun çökmesi üzerine tek kutuplu yeni bir dünya düzeni küresel sermaye aracılığı ile kurulmaya çalışıldı ama başarılamadı . Ne var ki , böylesine bir yapılanma Amerika Birleşik Devletleri içinde sürdürülen Yahudi –Hırıstıyan ya da İngiltere-İsrail çekişmesi yüzünden bir türlü kurulamadı . Var olan dünya düzeninin kurucusu olan İngiltere , eski sömürgesi olan ABD ile birlikte eski  dünya düzenini yürütmeye çalışırken , ABD ve İngiltere çıkışlı şirketlerin içinden çıkan küresel sermaye yapılanmasının, İsrail yönetiminde  tek bir dünya devletine yönelmesi , yirmibirinci yüzyılın sonlarında dünyayı büyük bir kapışmaya sürüklemiş ve küresel şirketler ile eski dünya düzeninin uzantısı olan ulus devletler birbirlerini yemek doğrultusunda  çok ciddi çekişme ve çatışma ortamlarına sürüklenmişlerdir . Ne var ki , dünya halkları ve ulus devletlerin direnmeleri üzerine küresel şirketler bu kavgayı kaybederek geri çekilmek zorunda kalmışlardır . Tek kutuplu dünya düzeni gizli dünya devleti aracılığı ile kurulamayınca, bu kez  yapay mikroplar aracılığı ile biyolojik savaşlara yönelerek, ulus devletlerin yıkılmasına ve dünya halklarının yok edilmesine doğru adımlar atılmaya başlanmıştır . Küresel sermaye tek başına dünyaya egemen olamayınca  , ABD  ve İngiltere’nin yolları ayrılmıştır . Bu ayrılık sonrasında Batı blokunun ABD, Avrupa Birliği , İngiltere  ve İsrail olmak üzere içeriden dörde  bölündüğü ortaya çıkmıştır . Batı dünyası bir kapitalist sistem ile bütün dünyaya egemen olmaya çalışırken , kendi içinden parçalanarak dağılma noktasına gelmiş  ve bu yeni durum karşısında İngiltere Çin ile yeni bir ittifaka yönelirken , ABD eski İngiliz sömürgesi olan Hindistan’ı kontrol etmeye yönelen yeni bir siyaset izlemeye başlamıştır Geçmişten gelen bir alışkanlık doğrultusunda harita üzerinde dünya doğu ve batı olarak ikiye ayrılmaya çalışılmış ama gelinen yeni aşamada,  ortaya çıkan çekişmeler yüzünden ,dünyadaki  yeni kutuplaşma doğu ve batı  blokları olarak oluşturulamamıştır .

Batı bloku  kendi içinde dörde bölünürken , dünya haritasının doğu bölgelerinde yer alan Rusya , Çin , Hindistan ve  Avustralya  gibi kıtasal büyüklükteki devletler  yeni dört büyük güç olarak öne çıkarken  , batı bloku gibi doğu dünyasında da dört kutuplu yepyeni bir yapılanma gündeme gelmiştir. Artık, Türkiye gibi bir merkezi coğrafya ülkesinin parçalanmış olan doğu ya da batı blokları içinde yer alması  mümkün olamayacaktır . Bu nedenle , Türkiye’nin geleceği ne batıda ne de doğuda değildir . Doğu ve Batı blokları içinde yer alan dörder büyük ülkenin  bir araya gelerek tek kutup halinde hareket etmeleri bu aşamada görülmediği için ,Türkiye üç kıta arasındaki konumu ile kendisinin merkezinde yer  aldığı bir  merkezi ittifak ya da güvenlik paktını ,dünya barışı için  bir an önce gerçekleştirmek zorundadır . Böylesine bir yapılanmanın eski Osmanlı hinterlandı üzerinde gündeme getirilmesi , dünya haritasının doğusu ve batısında yer alan büyük güçlerin emperyalist ülkeler olarak orta dünyaya sızmalarını önleyebilecektir . Bugünün koşullarında bir üçüncü dünya savaşı çıkartmak isteyen emperyalist güçlerin önünün kesilebilmesi için , orta dünyada yer alan devletlerin bir araya gelerek  merkezi devletler birliği içinde yerlerini almaları kaçınılmazdır . Bugün ABD’nin merkezi güçlerinden oluşan  CENTCOM aracılığı ile yönetilmeye çalışılan orta dünyanın bütün devletlerinin bir araya gelerek: Amerikan,İngiliz ,Rus ya da Çin askerlerinin bölgeden çekilmesiyle, gündeme getirilecek bir yeni merkezi devletler savunma örgütü olarak  YENİ CENTO  adıyla acil bir barış örgütlenmesine gidilmesi dünya barışı açısından zorunlu olarak öne çıkmaktadır . Osmanlı alanında Büyük Türkiye yaratacak bu tür bir güvenlik örgütlenmesi hem doğu batı savaşının hem de yeni kutup başlarının ortaya çıkmasıyla gündeme gelen çok kutuplu çatışma risklerinin önlenmesinde dünya barışına hizmet edecektir . Artık insanoğlu ciddi bir bilgi düzeyine sahip olduğu için ,her türlü savaş senaryosuna orta dünyada karşı çıkılacaktır . Bu nedenle artık gelecek için ,” ne doğu, ne de batı ,ama merkez “ yaklaşımında birleşmekte yarar vardır ..

                                                                               Prof.Dr.ANIL   ÇEÇEN  - sign 1254874 640

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir