Eski Türk Eğitim Sendikası Genel Başkanı Şuayip Özcan’ı çoğunuz tanırsınız, aynı mahalde oturduğumuzdan. Cuma namazları çıkışında kendisiyle ayaküstü bir iki hasbıhal ederiz. Haliyle memleket meseleleriyle hemhal olan her duyarlı insan gibi bizde iki hoş beşten sonra, laf dönüp dolaşır Türkiye’de yaşananlara doğru istikamet bulur..
Epey zaman önceydi yine böyle bir karşılaşmamızda, Şuayip Hocam’a dedim ki:
“Hocam, Türkiye sorunlar yumağında debelenip duruyor. Ve ülkemizde şu an en önemli sorun hükümet sorunudur. Bu sorun da diğerlerinin esasını teşkil etmektedir. Üstelik AKP iktidarı ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan icraatlarıyla, eylem ve söylemleriyle sorunları adeta tetiklemektedir.” dedim.
Bu sözlerim üzerine Şuayip Özcan bana “ vallahi haklısınız, Başbakan’ın bırakın bir cümlesini, söylediği her kelimesinden binlerce sayfalık yazı çıkar. Tamamına yakını da memleketin hayrına olmayan söz ve davranışlarıdır.” dedi.
Zaman zaman aynı yerde karşılaştığımız diğer bir dostumuz İsmail Kandemir Hoca ile de böyle ayaküstü sohbetlerimiz olur. Memleket meselelerine onunla da kafa yorar fikir alış verişinde bulunuruz…
Teatide bulunduklarımız arasında; akraba, eş-dost ve arkadaşlarımız, siyasiler, kamu görevlileri, sade vatandaşların yanı sıra elbette kıymetli okurlarımız da bulunmaktadır. Kimiyle yüz yüze, kimiyle telefonda, kimisiyle de yazışma yoluyla meselelere eğilmeye çalışırız.
Ortak kanı üç aşağı beş yukarı bellidir ve aşağıda aktarmaya çalıştığımız gibidir.
Ülkenin iyi yönetilmediği kaygısı, bölücülüğün tavan yaptığı, toplumsal kutuplaşmaların ve katmanlar arasında gerilimin arttığı. Bu enerji birikmesinin açığa çıkma ihtimalinin büyük olduğu ve önü alınamayacak derecede toplumsal olaylara gebe olduğu gibi. Gelir ve paylaşım adaletsizliğinin had safhada olduğu. Devletin dış borçla elde edilen sınırlı kaynaklarının bir kesime yığıldığı, rüşvetin kol gezdiği gibi..
Bir önemli vaka da hırsızlık,gasp ve cepçilik olaylarındaki olağanüstü artış.. Gün geçmiyor ki bulunduğumuz semtte bir hırsızlık olayını duymamış olalım!
Elektrik ve doğalgaza yapılan fahiş zamlar, dünyanın en pahalı benzinini kullanıyor olmamız. Küçük ve orta ölçekli esnafı boğan verginin vergileri, emeklilerin parasızlık yüzünden evlerine hapsedilmeleri.. Karşılıksız çeklerin ve protestolu senetlerin sayısındaki artış.. 750 TL’lik asgari ücretin, çalışanlar için üst çıta olarak belirlenmesi. Böylesi cüzi miktarlarla halkın büyük çoğunluğunun yok olmama mücadelesi vermesi gibi…
Liste daha uzun uzn olmasına da, çok önemli diğer bir göstergede, (bölücü mahreçliler ayrık olmak üzere) üniversitelerde ve maçlarda çıkan olaylar.
İşsizlikten, hayat pahalılığından ve yoksulluktan iyice gerilen başta gençler olmak üzere toplumun büyük bir kesimi, deşarj olma yeri olarak gördüğü stadyumlarda. Takımları aleyhine çalınan düdüklere verdikleri tepki sonrası polisin, olaylara anında orantısız güç ve “biber gazlı” müdahalesi de büyük olayların çıkmasının fitilini ateşlemektedir. Nitekim Ankaragücü-Konya maçı buna çok önemli bir örnektir.
Kötü gidişinde Ankara B.Ş.B.B. Melih Gökçek’in de önemli ölçüde payı olduğunu düşündüğüm Ankaragücü’nün son hali malumdur. Yönetim boşluklarının yanı sıra “hayali borçlandırmalar” yüzünden yokluklarla, hacizlerle uğraşan takımın üstüne gelenler arasına federasyonda katıldı. TFF’nin de, kendisine bağlı MHK eliyle atadığı acemi kasaplarla (hakemler); 102 yıllık kulübün göz göre göre doğranmasına vesile olması, bu takımın seyircisini çileden çıkardı.
Haksızlıklara isyan eden taraftar sonunda patladı. Allah esirgesin çok daha vahim olaylar olabilirdi. Çok şükür maddi hasar ve birkaç ufak yaralanmayla atlatıldı. Bu numune de gösteriyor ki, toplum büyük bir gerilim içerisinde.
Netice de eğer bahsedildiği gibi ülkemizde ileri demokrasi ve adalet ile kişi başı milli gelir 10.000 dolar olsa, böylesi olayların bu denli çok olması mümkün mü?
***
Hükümetin tasarrufları neticesi tarafsız(!) olarak yayın yapan televizyon kanallardan birinde; “jolecan” ile “azınlıkların avukatı” Kezban Hatemi, Burhan Kuzu’yla al takke ver külah misali yaptıkları bir programda söyledikleri çok dikkat çekiciydi.
Konu yeni anayasa ile buna bağlı diğer meseleler üzerine kurulu.
Yeni anayasa üzerinde AKP’nin malum görüşleri üç aşağı beş yukarı zaten belli.. Fakat işin asıl dikkat çekici yönü, “jolecan” ve Kezban hanımın hükümete önerilerindeki hususlardı.
Malum şahıs güya seyircilerden gelen şu mesajı Kuzu’ya ısrarla ve özellikle dikte etmeye çalıştı.
Yani, onun aktardıklarına göre güya AKP’ye oy verenler mutlaka yeni anayasa yapmaları için Başbakan’ın partisine oy vermişler.. (Doğrusu oy veren %50’nin yüzde kaçı AKP’nin programını okudu çok merak ediyorum.)
O nedenle “Gücü yetmese bile önerdikleri anayasa maddelerini meclise sunmalarını, en azından bunu denemelerini ve eğer geçmezse biz elimizden geleni yaptık” diyebilmelerini önerdi.
Öyle ya milletin karnını yeni anayasa doyuracak, işsizlerine iş bulacak. Teknolojide geri kalmışlıktan kurtarıp bize çağ atlatacaktı. Velhasıl Türkiye’nin tek kusurunun yeni anayasası olmayışına bağlayıp duruyordu.
Yeni anayasanın daha doğrusu AKP’nin dayatma anayasasında bazı tıkanmalar olması hasebiyle..
Yani özellikle başkanlık sistemini talep etmeleri nedeniyle istediklerinin olmayacağını, bu nedenle bu işten vazgeçebilecekleri sinyallerini veren Kuzu’ya hemen orada şöyle bir öneri getirildi.
Kezban hanım, “iktidarın yeni anayasayı derhal yapmasını, muhalefette bunun karşılık bulmaması halinde de erken seçimi önermelerini” çözüm olarak sundu.
Hatta tabir yerindeyse Burhan Kuzu’yu gaza getirmek için; “Yeni anayasa meclisten geçmez ise yapılacak ilk seçimde en az 360 milletvekiliyle yeniden gelirsiniz” demeyi de ihmal etmedi.
Bunun üzerine daha iki sene öncesine kadar AKP hükümetine sebeplendiği kanaldan olmadık eleştiri getiren, ancak tıyneti gereği değişip-dönüşenler kervanına katılan “jolecan” bombayı patlattı.
“Erken seçimin telaffuz edilmesiyle henüz milletvekilliğinden emeklilik hakkını (muhalif partilerden vekiller de dâhil süre dolmaması yüzünden ) alamamışların bunu göze alamayacağını ve yeni anayasaya ‘evet’ diyeceklerini” belirtti.
İşi tehdide, şantaja, dayatmalara ve maddi imkânlara bağlamaya kadar vardırmalarına bakar mısınız?
Eğer iktidar böyle bir şantaj yoluna tevessül ederse siz onları biz her şeyi demokratik yollardan hallediyoruz sözlerine itibar eder misiniz?
Özetle iki bölümde aktarmaya çalıştığımız üzere AKP’nin kötü ve beceriksiz yönetiminin suçlusu belli, mazereti de hemen hazır.
Bunlar bazen “yeni anayasa” bazen “kuvvetler ayrılığı” yakınması olmakta, arada adı var kendi bir türlü bulunamayan “derin devletin” maharetleri(!) unutulmamakta, zamana ve zemine göre; şimdi de bulunan “böcek” misali yeni yeni mazeretler üretmektedirler.
On yıldır ülkeyi tek başına yönetip, devletin ordusu, yargısı dâhil her türlü kadrosuna kendi adamlarını yerleştirdikleri halde.
Sizce arkasına sığındıkları bu mazeretlerin hangileri geçerli ve haklılar mı?
Yeni bir yazımızda buluşmak üzere esen kalınız…
Not: Kendisini rahmet ve dualarla andığımız Atatürk’ün, altı yüz yıl sonra yıkılan imparatorluğun külleri arasından, yeni bir Cumhuriyet kurmasının önemli aşamalarından biri olan Ankara’ya gelişinin (27 Aralık 1919) 93’üncü yıldönümü kutlu olsun.
Bir yanıt yazın