Türkiye’de demokrasi, giderek bir başıbozukluk, bir sorumsuzluk, bir sistemsizlik halini sergilemeye yönelmiştir. Demokrasinin de bir disiplin olduğu bilinci gün geçtikçe yitmektedir.
Demokrasinin özgürlük kavramında ” Her kafadan bir ses çıkması ve buna tahammül edilmesi gerektiği” anlamının bulunduğu doğrudur. Ancak bunun için, ses çıkartan kafaların, öncelikle gerçekten “kafa” olmalarının ön koşul olduğu unutulmaktadır.
Peyami Safa; “Avrupa bir kafadır, düşünen, bilen, yapabilen kafalar toplamıdır” demekteydi. Düşünen, bilen, yapabilen kafaların iş bölümüdür ki demokrasiyi gerçekleştirir ve yüceltir. Gerçek demokrasi, sağlıklı kafaların politikayı, ekonomiyi, sosyal ve kültürel hayatı organize etmesidir bir anlamda. Gerçek demokraside sorumluluk, toplumsal organizasyon kuran ve işleten sorumluluk, toplumu oluşturan bireylerden başlar. Demokratik rejim ise düşünen, bilen, yapabilen kafaların toplumsal işlevini disipline eder.
Prof. Mümtaz Turhan “Batı Medeniyetinin esas unsuru ilimdir” diyordu. İlim, demokrasinin “onsuz olunmaz” felsefesidir. Bilimin egemen olduğu yerde çağdaşlık tartışılmaz, özgürlük tartışılmaz, gerçek tartışılmaz. Orada herkes haddini bilir. Zira sistem, haddini bilmeyenleri dışarı atar. Demokratik disiplinin anlamı budur. Türkiye’deki kimlik bunalımının baş nedeni, işte bu disiplinsizlikten kaynaklanmaktadır. Görünen odur;
– Batı’nın gerçek demokrasilerinde inşaat ameleliğinden ses sanatçılığına, ses sanatçılığından sinema artistliğine, film yönetmenliğine, türkücülükten gazete yazarlığına, kapı bekçiliğinden Genel Müdürlüğe geçen bir tek insan gösterebilir misiniz?
– Meslek hayatları boyunca mesleğinin gerektirdiği uğraşlar dışında başka şeylerle tanışmamış, bir tek sosyal, kültürel, bilimsel, politik esere imza atmamış insanların ülke siyasetine, toplum kaderine yön verme makamlarına eriştiklerini dünyanın neresinde görebilirsiniz? Ana dilini kurallarına göre yazamayan romancılara, şairlere dünyanın neresinde rastlayabilirsiniz? Hakkında açılmış pek çok dava bulunan kişilerin Bakan ve Başbakan olabilmeleri dünyanın neresinde var?
Bunların hiç birini aslında hiçbir topluma yakıştıramayız. Aslında burada toplumun değil, sözde toplum adına ses çıkaran sakat kafaların suçu vardır. Tüm bunlardan basın sorumludur. Üniversite ve eğitim odakları sorumludur.
Sokakların ve caddelerin çukurlardan geçilmediği, sabahları bütün marketlerin önüne bırakılan çöplerin, kirli havanın, kendi bakımsız otobüsleri tarafından kapkara egzoz dumanlarıyla daha da kirletildiği şehirlerde belediye başkanlarının, sağlıktan sorumlu yetkililerin, tıp fakülteleri otoritelerinin demokratik bilincinden söz edebilir miyiz?
Demokrasi bir sorumluluklar disiplinidir. Evet demokrasi, her kafadan ses çıkması ve buna tahammül edilmesi demektir ama ses çıkartan kafaların sağlıklı olması ön koşuldur. Bu bir gerçektir ve sürekli vurgulanmalıdır. Bu anlamda da öncelikle siyasal kurumlar kendilerini toparlamalıdır.
Kendileri; kendi bünyelerinde demokrasiyi gerçekleştiremeyen, yozlaşmış bu partiler ve yöneticileri gerçek demokrasiyi nasıl gerçekleştirecekler? Gerçekleştirebileceklerine inananınız var mı?
Arzu Kök
Bir yanıt yazın