MHP lideri Sayın Bahçeli’nin 4 Kasım kurultayında yapmış olduğu konuşmada “Ülkücü Cumhurbaşkanı, Ülkücü Başbakan ve Ülkücü Meclis Başkanı hayal değildir.” şeklinde dile getirdiği sözlerden sonra, o gün bu gündür düşünüp duruyorum; bu durum acaba mümkün müdür diye. Sayın Bahçeli’nin dile getirdiği bu düşünce, bir temenni midir, bir özlem midir? Yoksa bir hedef midir? Bu düşüncenin, gerçekleşebilirliği var mıdır? Sayın Bahçeli, durduk yerde neden böyle bir fikir atmıştır ortaya?
Öncelikle belirtelim ki; Sayın Bahçeli’nin ortaya koyduğu düşünce, gerçekten de bir hayal değildir. Çünkü 1999 yılında yapılan Genel Seçim sonuçları göstermiştir ki; bu ülkede aynı anda Ülkücü Cumhurbaşkanı, Ülkücü Başbakan ve Ülkücü Meclis Başkanı olması hayal değil, bir gerçektir. Zira 2009 genel seçimlerinde MHP’nin %18 oranında oy olarak 129 milletvekili çıkarmasından sonra kurulan koalisyonda Sayın Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı ve zaman zaman vekili, MHP’li Ömer İzgi’nin de TBMM Başkanı ve bu sıfatıyla zaman zaman Cumhurbaşkanı Vekili olması, Sayın Bahçeli’nin sözlerinin hayal olmadığını göstermektedir.
Bahçeli hayal kurmuyor Ülkücülere hedef gösteriyor
Şu halde Sayın Bahçeli’nin 4 Kasım kurultayında yapmış olduğu değerlendirme, Türkiye’mizin bugün içinde bulunduğu durumdan hareketle kurmuş olduğu bir hayal değil, Ülkücülere ve Türk Milliyetçilerine göstermiş olduğu ayakları yere basan bir hedeftir. Ülkücüler, artık bu hedefe kenetlenmek zorundadırlar. 1999 yılı genel seçimlerinde, %15.41 oy oranı ve 111 milletvekiliyle ancak üçüncü olabilen Milli Görüş, bu seçimlerden sadece 3 yıl sonra olmak üzere 2002 genel seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclis başkanlığını ele geçirecek şekilde başarılı bir netice aldıysa, aynı şeyi MHP de yapabilir. Bunda asla şüphe yoktur. Bunun için yapılacak tek şey, çalışmak, çalışmak ve yine çalışmaktır.
Zira Allah, “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim…” diyerek, çalışana bunun karşılığını mutlaka vereceğine dair taahhütte bulunuyor kitabında(1). Ancak bu çalışmanın nasıl yapılması gerektiğinin formülünü de veriyor Yüce Yaratan ve şöyle diyor: “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”(2). Çalışmak, elbette. Ancak birlik halinde inanarak çalışırsanız karşılığını alırsınız diyor Yüce Yaratıcımız.
Dolayısıyla Sayın Bahçeli, en azından bana göre; Milli Görüş’ün 2002 yılında devletin zirvesindeki bu üç önemli makamı elde edecek güce ulaştığını, 2007 yılından sonra da bu üç makamın üçünü birden fiilen ve resmen ele geçirdiğine özenerek, öykünerek böyle bir öngörüde bulunmuş değildir. 1999 yılında, böyle bir hedefe ulaşmanın mümkün olduğunu adeta test ederek ülkücülere böyle bir hedef göstermiş bulunmaktadır. Şu halde yapılacak şey çalışmak, ama inanarak çalışmaktır.
AKP MHP’den rol çalmaktadır
Liderlerin görevi kitlelere hedef göstermek ve kitleleri gösterilen bu hedefe kanalize etmektir. Bu itibarla; Sayın Bahçeli’nin Türk Milliyetçilerine ve Ülkücülere 4 Kasım 2012 kurultayında varılmak istenilen hedefi gösterdiğini düşünüyorum ben. Bu hedef, MHP’nin, aynı anda cumhurbaşkanlığını, başbakanlığı ve meclis başkanlığını elde edecek siyasi güce ulaşmasıdır. Şimdi sıra gelmiştir, MHP’nin oturmuş olduğu tabanı biraz daha genişletmeye ve bu tabanı oluşturan kitleleri belirlenen hedefe kanalize etmeye. Bunun için, en uygun zaman ülkemizin içinde bulunduğu zamandır. Zira başta Sayın Başbakan olmak üzere; AKP yönetim kadroları, son zamanlarda geliştirdikleri dil ve söylemle, sürekli olarak MHP’nin oturduğu tabandan bir şeyler koparmaya çalışmaktadırlar. Sayın Başbakan’ın kullanmış olduğu son derece milliyetçi üslubu, bugün (belki de yanlış anlaşılırız diye) benim diyen ülkücüler bile kullan(a)mamaktadırlar!
Bilindiği gibi; Sayın Başbakan ve AKP iktidarı, önce “Kürt Açılımı” adı altında son derece çirkin ve buram buram bölücülük kokan bir projeyi hayata geçirdiler. Arkasından bu çirkinliği ve tehlikeyi fark edince ismini değiştirip bu projeyi “Barış ve Kardeşlik Projesi” adıyla ambalajlamaya çalıştılar. Ancak en sonunda MHP’nin durduğu noktaya dönüp, bu projenin MHP’nin baştan beri söylediği gibi bir “Yıkım Projesi” olduğunu anladılar(inşallah). Anladıkları için de başlatmış oldukları bu projelerin millet üzerinde yaratmış olduğu olumsuz etkiyi silmek için, MHP’den rol çalmaya ve son derece milliyetçi, hatta daha da ileri giderek şovence söylemler geliştirmeye başladılar.
Başbakanın, iki de bir (kendilerince kaldırılan)“İdam” cezasından bahsederek bu konuda beklentisi olan geniş halk kitlelerinin aklına terörist başının idamını getirme çabaları ve BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılabileceğini söylemesi, hep bu çabanın tezahürleridir. Yani açılım projelerinin, geniş halk kitleleri üzerinde partisi aleyhine yaratmış olduğu hoşnutsuzluğu bir an önce gidermeye çalışıyor Sayın Başbakan. Yoksa BDP’li vekillerin dağda teröristlerle kucaklaşıp öpüşmeleri, işin bahanesidir. BDP’lilerin bu tür hareketleri, zaten öteden beri bilinen bir durumdu. Aynı başbakan ve aynı iktidar partisi, bu durum bilindiği halde “Oslo” sürecini başlatabilmiştir. Ancak, her ne kadar “Habur Olayı” dışındakileri yanlış olarak nitelemese de ben, “Kürt Açılımı” projesinin yanlış olduğunu hükümetin ve başbakanın da kabul ettiğine inanıyorum artık…
Bugün, en son “Muhteşem Yüzyıl” isimli TV dizisi ve oradaki Kanuni Sultan Süleyman tiplemesi üzerinden vermiş olduğu mesajları, hep bu açılım projesi sebebiyle partisinde açılan yaraları pansuman etmek için ve bir de Cumhurbaşkanının 2014 yılında halkoyuyla seçilecek olmasından dolayı verdiğini düşünüyorum ben.
AKP’nin kendisine 2023 ve 2071 şeklinde hedefler koymuş olması da aslında oldukça milliyetçi hatta şovence hedeflerdir. Zira 2023’ün üzerine bina edildiği 1923, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının, “Ulus Devlet” projelerini hayata geçirdikleri tarihi ifade eder. Üstelik bu proje, İttihat ve Terakki’nin bakiyesi olan “Milliyetçi” kadrolar tarafından hayata geçirilmiş bir projedir. AKP’nin ise İslamcı siyaset izleyen “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”nın çizgisinde bir siyaset yaptığını herkes bilir bu ülkede.
2071’in tarihteki izdüşümü olan 1071 ise Anadolu’nun İslamlaşmasını değil, Türkleşmeye başlamasını ifade eder. Çünkü Anadolu toprakları, belki de Türklerin kitleler halinde gelmesinden çok daha önceki tarihlerde, yaklaşık 500 sene önce tanıştı İslamiyet’le. Hz. Peygamber döneminde M.629 yılında yapılan ünlü “Mute Savaşı”nın, Anadolu topraklarının o günkü hâkimi Bizans İmparatorluğu ile yapıldığını düşünürsek ne demek istediğimiz kolayca anlaşılabilir diye düşünüyorum.
Dolayısıyla Türklüğü reddetmese bile onu en azından sıradan bir alt kimlik olarak kabul eden ve bu milleti 36 etnik parçaya bölen bir zihniyetin partisi olan AKP’nin, Türklüğün tarihteki atlama taşları olan 1071 ve 1923’ten hareketle kendisine hedefler belirlemesi, aslında tam da Türk Milliyetçiliği üzerine oturan MHP’den rol çalmaya çalıştığının birer işaretidir. Yoksa, her önüne gelen yerde (Gâh İskilipli Atıf hoca üzerinden, gâh Şeyh Sait üzerinden, gah Dersim üzerinden), Cumhuriyeti kuran iradeye saldıranların, bu iradenin 1923 yılında Cumhuriyeti kurarak anıtlaştırdığı başarıyla ne işleri olabilir ki?
Bugün İslam Dünyası ve Arap âlemi için gösterdiği ilgi ve alakanın yarısını bile Türk Dünyası’na göstermeyen ve Türkiye’yi adeta Arap Birliği’nin bir parçası haline getiren Başbakan’ın, Malazgirt’ten hareketle 2071’i partilileri için hedef göstereceğine, Mute Harbi’nden hareketle çok daha yakın gelecekteki 2029’u hedef göstermesi, izlemiş olduğu dış politikaya çok daha uygun olurdu gibime geliyor ne dersiniz. 2071’e kadar kim öle kim kala. 2023’de Cumhuriyet’in 100’üncü yılını kutlarlar, bu tarihten sadece 6 yıl sonra da Mute Savaşı’nın 1400’üncü yılını kutlarlar, ne güzel…
Alparslan Türkeş Araştırma Enstitüsü
Özetle; AKP, şu anda MHP’nin yeterince dolduramadığını düşündüğü boşlukları doldurma gayretindedir. Diğer bir deyişle AKP, şu anda MHP’nin oylarını devşirme derdine düşmüştür. Bu sebeple; MHP, bir an önce bu boşlukları doldurmalı, dâhili ve harici bedhahların kolayca sızabileceği delikleri bir an önce kapatmalı ve oylarına sahip çıkmalıdır. Bunun için MHP’de yeterli miktarda bilek ve yeterli büyüklükte yürek olduğu kesindir. Türk Milliyetçileri ve Ülkücüler arasında yeterli ölçekte beyin olduğuna da inanıyorum ben. Şimdi maharet, bu beyinleri MHP’nin bileğinin ve yüreğinin emrine verebilmektedir. Bu sebeple MHP’nin Türk Milliyetçilerini ve bugün oldukça dağınık bir vaziyet arz eden Ülkücüleri birleştirme konusunda genel bir seferberlik ilan etmesini bekliyorum ben. Esasen bu seferberlik 4 Kasım günü ilan edilmişti. Şimdi sıra bunu hayata geçirmeye gelmiştir.
Çünkü; MHP’nin arkasında zengin holdingler ve para babaları bulunmuyor. Bildiğim kadarıyla tarikat ve cemaatlere de istinat etmez MHP. Yine bildiğim kadarıyla parasal kaynağı olan vakıflarla, derneklerle, yani genel anlamda bu tür STK’larla da ilişkisi yok MHP’nin. Genel olarak din ve mezhep sömürüsü de yapmaz MHP. Mesajlarını din ve cami üzerinden verme gibi bir siyasal geleneği de bulunmuyor. Yeterli miktarda medya gücü ve fikir üretme merkezleri de yok bildiğim kadarıyla.
Peki, bugün Cumhurbaşkanlığını, başbakanlığı ve meclis başkanlığını elinde tutan AKP’nin neyi mi var? MHP için yok dediklerimizin hepsi var AKP’de! Hem de katmerlisinden var! Necmettin Erbakan Üniversitesi’nden tutun da Recep Tayip Erdoğan Üniversitesi’ne varıncaya kadar birçok üniversitesi ve düşünce üretim kurumları var AKP’nin. Bir sürü vakıf, dernek, birlik, tarikat, cemaat gibi oluşumlarla bunların kurmuş oldukları, iktisadi, sosyal, kültürel ve bilimsel kurum ve kuruluşlar AKP için çalışırlar. Kaynak ve düşünce üretirler. Onun içindir ki; AKP, 10 yıllık iktidarı süresince hiçbir kaynak ve kadro sıkıntısı çekmemiştir.
MHP’nin mi? Lütfen cehaletime verin; MHP(liler)’nin değil Üniversitesi, daha Başbuğ Alparslan Türkeş adına kurulmuş ve partinin kurumsal kimliğinden bağımsız ve tamamıyla “Think tank” kuruluşu şeklinde çalışan bir enstitüsü bile yoktur. Bunca yokluğun ve yoksunluğun içinde, sadece hazineden aktarılan paralarla devletin zirvesini ele geçirmek? Doğrusu biraz zor görünüyor. İmkânsız mı? Hayır, asla! Ne münasebet? Bu ülke tarihte Türk’tü, bugün Türk’tür, ilelebet de Türk kalacaktır. Türk Milliyetçiliğini esas alan bir parti ise günün birinde mutlaka payidar olacaktır. Yeter ki, oyun kuralına göre oynansın…
__________
1- bkz. Âl-i İmrân; 3/195.
2- bkz. Âl-i İmrân; 3/139.
Bir yanıt yazın