Tuncer BAYKARA
10 Aralık 1890’da şimdiki Rusya Federasyonu’nun Başkırt Özerk Cumhuriyeti topraklarında İsterlitamak (İşimbay) kazasının Küzen köyünde doğdu. Babası Ahmedşah, annesi Ümmülhayat Hanım’dır. Hem baba hem anne tarafı eğitimli ve kültürlü bir aileden gelmekte olup kendi ifadesine göre Arapça’yı babasından, Farsça’yı annesinden öğrenmiştir. Daha sonra dayısı Habib Neccar’ın komşu köydeki medresesine giderek Arap edebiyatı dersleri aldı; bu arada Rusça’ya başladı. Babasının kendisini evlendirip köyünde imam (molla) yapma arzusunu öğrenince Kazan’a kaçtı ve Kāsımiye Medresesi’nde eğitimini tamamladı.
Kazan’daki Rus şarkiyatçıları ile tanıştı. Ardından Kāsımiye ve Ufa’daki Osmâniye medreselerinde öğretici olarak çalıştı. Zeki Velidi, bir yandan mensubu bulunduğu Başkırt toplumunun meselelerine eğilirken diğer yandan Türk tarihine merak sardı. Bu konuda sürmekte olan dar çerçeveyi (Tatarlık veya Müslümanlık) aşarak daha geniş bir Türklük anlayışını benimsedi. Kazan’daki Rus şarkiyatçılarının desteğiyle iki defa Türkistan’a araştırma gezileri yaptı. Rusya Meclisi’ndeki (Duma) mebuslara müslüman halk topluluklarının meselelerinde yardımcı olacak heyete Başkırt temsilcisi seçildi ve 1915’te Petersburg’a gitti. Orada siyasî işlerle uğraşırken bir taraftan da Rus şarkiyatçılarıyla yakın ilişki kurdu. V. V. Barthold’un yardımıyla askere gitmekten kurtuldu.
1917 Ekim İhtilâli’nden sonra Başkırt halkının uyanan ümitlerini karşılamak amacıyla siyasî hayata girdi. Başkırtlar’ın geleceğini, batısındaki Kazan Tatarları’yla değil doğusundaki Türkistan Kazak-Kırgız, Türkmen ve Özbek Türkleri’yle birlikte ele almayı düşünüyordu. Bundan dolayı Kazanlı siyasetçilerle görüş ayrılığına düştü. Başkırt Özerk hükümetinin (Otonom Cumhuriyeti) kurulmasına öncülük etti; savaş bakanı ve ardından hükümet başkanı oldu.
Rusya’daki iç savaş yıllarında çarlık generallerinin baskısına karşı Sovyetler’le iş birliği yaptı; bu yıllarda birkaç defa Lenin, Troçki ve Stalin gibi önderlerle görüştü. Fakat Başkırt hareketi burada umulan sonuca ulaşmayınca Türkistan’a çekilerek mücadelesini orada sürdürmeye karar verdi (1920). 1921’de kurulan Türkistan Millî Birliği’nin başına getirildi. Türkistan’da bulunduğu otuz aylık dönemde Basmacılar’la birlikte Bolşevik Ruslar’la mücadele etti. Öte yandan Enver Paşa gibi dışarıdan gelen Türkler’le temas kurdu. Bu arada ilmî araştırmalara ve kitâbeleri istinsah etmeye devam ediyordu.
Türkistan’daki hareket Ruslar’ın büyük kuvvetler sevketmesiyle sona yaklaşırken 21 Şubat 1923’te İran’a geçti. Meşhed’deki kitaplıkta o zamana kadar metni bilinmeyen İbn Fadlân’ın eserini buldu. Aynı yıl İran’dan Afganistan’a gitti; bir süre Herat ve Kâbil’de incelemeler yaptıktan sonra Hindistan yoluyla Türkiye’ye ulaştı. Ancak vizesi olmadığından Avrupa’ya gitmek zorunda kaldı. Bütün bu yolculuklarında yanında Fethulkadîr Süleyman da (Abdülkadir İnan) bulunuyordu. On sekiz ay süren Avrupa’daki hayatında İngiliz, Alman ve Fransız ilim çevreleriyle temas kurdu.
Türkiye Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) daveti üzerine 20 Mayıs 1925’te İstanbul’a geldi, ardından Ankara’ya geçti. 3 Haziran 1925’te Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Heyeti üyeliğine tayin edildi. Ankara’daki hayatı kendisini tatmin etmeyince İstanbul Dârülfünunu Edebiyat Fakültesi’nde Türk tarihi muallimliğine getirildi (26 Ocak 1927). Köprülüzâde Mehmed Fuad Bey’in başında bulunduğu Türkiyat Enstitüsü vasıtasıyla V. V. Barthold’u Türkiye’ye davet ettirdi. Barthold’un İstanbul’daki konferanslarında onun tercümanlığını yaptı.
1930’da Ankara’da kurulan Türk Tarihi Tetkik Heyeti’ne ve sonrasındaki cemiyetin hazırladığı tarih kitabına eleştirilerde bulundu; halbuki buradaki bilgiler Atatürk’ün de onayını almıştı. Tenkitlerini 1932 Temmuzunda Türk Tarih Kongresi’nde tekrarlayınca Reşid Galib, M. Şemsettin (Günaltay) ve Sadri Maksudi (Arsal) beylerin sert tepkileriyle karşılaştı. Bunun üzerine üniversitedeki görevinden istifa ederek Viyana’ya gitti. 6 Haziran 1935’te İbn Fadlân üzerindeki doktorasını tamamladı ve Almanya’da Bonn Üniversitesi’nde çalıştı.
1938’de Göttingen Üniversitesi’ne geçti; ertesi yıl yaklaşan dünya savaşı sebebiyle Türkiye’ye dönüp 1 Eylül 1939’da yeniden İstanbul Üniversitesi’nde göreve başladı. 1944 Mayısında Turancılık hareketi içinde bulunmasından dolayı tutuklandı ve on beş ay kadar hapiste kaldı. Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı; önce mahkûm olduysa da Askerî Yargıtay’ın bozma kararı üzerine 1945 Ekiminde tahliye edildi ve 31 Mart 1947’de beraat etti. Üniversitedeki görevine 1948’de dönebildi. 1951’de İstanbul’da toplanan XXII. Müsteşrikler Kongresi başkanlığını yaptı. Daha önce kapanan İslâm Tetkikleri Enstitüsü’nün 1953 yılında yeniden kurulmasını sağladı ve ilk müdürü oldu. 1970 yılına kadar İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine devam eden Togan nisan ayında geçirdiği bir ameliyattan sonra 26 Temmuz 1970’te vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Aslında bir ilim adamı olan Togan’ın siyasî yönü şartların zorlaması sonucu ortaya çıkmıştır. 1917 Ekim İhtilâli’nin ardından Başkırt halkına yararlı olmak amacıyla siyasete girmiş ve Harbiye nâzırı olarak etkili olmuştur. Türkistan bağımsızlık hareketinin temsilcisi sayılan Togan, Türkiye’ye gelip ilimle uğraşmaya başladıktan sonra siyasî faaliyetlerini geri planda tutmuş, fakat büsbütün terketmemiştir. II. Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın doğu cephesindeki ilk başarılarının Başkırtlar için bir kurtuluş sağlayacağına inanmış, bu maksatla bazı hareketlere girişmiş, ancak Turancılık adına Türkiye’de Sovyetler aleyhinde çalışmakla suçlanmıştır. 1946 sonrasında değişen şartlarda Başkırt halkı ile az da olsa ilgilenmeye devam etmişse de oradakilerin zarar görmemesine özen göstermiş, kaleme aldığı hâtıralarında bazı isimleri bile kaydetmemiştir.
Zeki Velidi Togan, bilginin kaynaklarına vasıtasız inme ve kaynaklara dayanarak sentez yapabilme kabiliyetine erken yaşlarda sahip olmuştur. 1914’teki Türkistan seyahatinde Kutadgu Bilig’in yeni bir nüshasını bulmuş, 1923’te İbnü’l-Fakīh’i, 1930 sonrasında Hârizm dili kalıntılarını keşfetmiştir. 1925’lerden itibaren İstanbul kütüphanelerinde mevcut yazma eserlerdeki önemli bilgileri toplamıştır. Aynı zamanda Türkistan ilim geleneğinin Batı bilimiyle sentezini temsil ediyordu. Dayısı Habib Neccar ve babası yoluyla Kuzey Türklüğü’nün, bu yolla da Türkistan ilim geleneğinin mirasçısı idi. Ayrıca Barthold ve Dopsch’tan çok etkilenmişti. İlmî kanaatlerini kimseden çekinmeden söylerdi. Yeni bilgiler öğrenmeyi ve araştırmacı özelliğini hayatının sonuna kadar devam ettirmiş, hasta yatağında Oğuz destanı üzerinde yeni yorumlar yapmıştır.
Üniversalizme kaçan bir tarih anlayışına sahip bulunan Zeki Velidi Togan bir Türk ve Müslüman kimliğiyle tarih dünyasında etkili olmuştur. Türk tarihinin özelliklerinin bilincinde olup bu konularda ödün vermemiş, mücadeleci yönünü milletlerarası kongrelerde yansıtmıştır. Türk tarihçiliğinin XX. yüzyıldaki en etkili şahsiyetlerinden olan Togan, Fuad Köprülü ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk kavramının aslî özelliklerinin belirlenmesinde ve Hollandalı Türkolog Karl John’ın Orta Asya tarihiyle ilgilenmesinde katkıda bulunmuştur. Onun siyasî ve ilmî faaliyetlerine dair 1990 sonrasında birçok yayın çıkmış, Özbekistan’dan Muhammadcan Abdurahmanov, Togan’la ilgili bir doktora çalışması yapmıştır (2005).
Eserleri.
Togan ilk araştırmalarına 1908’lerde başlamış ve çalışmalarını hayatı boyunca sürdürmüştür. Başlıca eserleri şunlardır: Türk ve Tatar Tarihi (Kazan 1912); el-Bîrûnî ve Âsârı (1928’de basılmaya başlanmış, üç forması basılmış, harf inkılâbı sebebiyle yarım kalmıştır); Onyedi Kumaltı Şehri ve Sadri Maksudi Bey (İstanbul 1934); İbn Fadlān’s Reisebericht (Leipzig 1939); Bīrūnī’s Picture of the World (Delhi 1940; Bîrûnî’nin Taḥdîdü nihâyâti’l-emâkin’inin bazı bölümlerinin ve el-Ḳānûnü’l-Mesʿûdî’nin dünya coğrafyasına ait kısmının yayımı olup yarım kalmış bir çalışmadır); Bugünkü Türkistan ve Yakın Mazisi (Kahire 1928-1940; baskısı Fevzi Çakmak’ın yardımıyla tamamlanmıştır); 1929-1940 Seneleri Arasında Türkistan’ın Vaziyeti (İstanbul 1940); Moğollar, Çingiz ve Türkler (İstanbul 1941); Umumi Türk Tarihine Giriş, En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar (İstanbul 1946, 1970; Togan’ın en önemli eserlerinden biridir); Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi I (İstanbul 1981; Kahire’de Arap harfleriyle basılan metnin kısmen yenilenen şeklidir); Tarihte Usûl (İstanbul 1950, 1969); Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-Adab = Khorezmian Glossary of the Muqaddimat al-Adab (İstanbul 1951); 1951’de İstanbul’da Toplanan XXII. Müsteşrikler Kongresi Mesaisi ve Akisleri (İstanbul 1953); Türk-Türkistan (İstanbul 1960; Yeni Türkistan dergisinin 1927’de çıkan 40. sayısında neşredilen bir yazısıdır); On the Miniatures in Istanbul Libraries (İstanbul 1963); Türk Kültürü El-Kitabı’nın Program ve Çalışma Planı (İstanbul 1967); Hatıralar, Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadelesi (İstanbul 1969; Ankara 1999, birçok dile [kısmen Japonca’ya] ve diğer Türk lehçelerine çevrilmiştir).
Abdülkadir İnan ile birlikte 1927’de Yeni Türkistan dergisini çıkaran ve çeşitli dergilerde çok sayıda makalesi yayımlanan Togan’ın bir kısım yazıları ölümünden sonra bir araya getirilerek neşredilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: Türklüğün Mukadderatı Üzerine (İstanbul 1970, 1977); Kur’an ve Türkler (İstanbul 1971); Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlil (İstanbul 1972; bu üç eser Tuncer Baykara tarafından derlenip yayımlanmıştır); Başkurtların Tarihi (E. Yoldaşbayev’in Başkırtça’ya aktarmasıyla, Ufa 1994; Türkçe’ye trc. İsenbike Togan, Ankara 2003). Togan’ın “Moğollar Devrindeki Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti” adlı çalışması (1930) W. Hinz tarafından işlenip kitap halinde yayımlanmıştır. Togan’ın Kur’an’ın en eski Türkçe çevirileriyle ilgili çalışması İç Asya Türklüğü’ne ışık tutmuştur. Cengiz ve Timur’a ait araştırmaları ise henüz neşredilmemiştir.
Kaynakça: TDV İslam Ansiklopedisi
Bir yanıt yazın