BAŞ DİLLE TARTILIR

 


Atatürkçü düşünceyi,Türk kültürünü,tarihini ve dilini bilimsel yoldan araştırmak,tanıtmak ve yaymak görevinde Atatürk Kültür,Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığına  Fars dili ve Mevlana uzmanı bir kişi atandı.
Yeni Yüksek Öğretim Kurumu  tasarısında yüksek öğretimin amaçları bölümünden Atatürk İlkeleri doğrultusunda eğitim maddesi çıkarıldı – bu suretle,üniversitelerde Türk dili dersi zorunlu olmaktan çıktı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Bakanlar Kurulu toplantısı ardından cezaevlerinde süren açlık grevlerinin bırakılması çağrısı yaparken, “Sayın Başbakan, CMK’nın 202.maddesinde yapılacak bir eklemeyle ana dilde savunma yapılması ile ilgili talimat verdi”dedi.

Dil insanlar arasında anlaşma sağlayan,olduğu gibi kabul edilmesi,tabiatına uyulması gereken ve kanunlarına boyun eğilmeye mecbur olunan bir vasıtadır.
Kendi kanunları çerçevesinde yaşayıp giden tabii, canlı bir varlıktır,tarihin derinliklerinden bütün nesilleriyle bugünü ve yarını ile daima ayrı benlikte ve bağımsız hüviyette bütün milletin ortak malıdır.
Çünkü bir milletin kendine has terennümü ve konuşmasıdır,ulusal hafızanın,duygu ve düşüncelerin,maddi-manevi değerlerin,buluş ve yaratışlarının ortak hazinesi ve ulusal kültürün temel unsurudur.
O nedenle bir milletin en kıymetli varlığı ve en büyük sosyal müessesesi,bağımsızlığın,özgür aklın ve vicdanın,ulusal şuurun kaynağı ve belirtisidir.
Atatürk,”Ulusalcılığın çok belli niteliklerinden biri dildir.Türk ulusundanım diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz”diyor.
1932’de yaptığı  Dil Devrimi Türkiye Cumhuriyetinin ortak,ulusal dili olarak Türkçeyi yazı, konuşma ve terim dili haline getirmeyi amaçlıyor.
*
Ne ki dilin milleti oluşturan kültürel değerlerin ve ideolojinin temel unsuru ve bu değerleri başka devletlere iletme vasıtası olma karakteri,ulusları birbirlerinin değerlerini ele geçirme ve kontrol etme rekabetinde dilin üç cephesine;biri yazı ,diğeri konuşma diline, öbürü terim diline olmak üzere yumuşak fakat sürekli bir saldırıya davet çıkarıyor.
Nitekim Türk Milletinin yazı ve konuşma dili ile milli kültürü çok uzun süredir -daha, 1311’de Papa’nın kurdurduğu Şark Kürsüleriyle -ki,bugünün Doğu Dilleri Okulları ya da Osmanlı Devletinde Tanzimat’la birlikte kurulan misyoner okulları ve giderek Batı’nın Kültür Emperyalizminden saldırıya uğruyor.
Endüstrileşme ardından bilgi ve iletişimdeki gelişmeler zaten terim dilini  perişan etmiştir.
Bu serencamı 1932’de Türk Dili üzerinde araştırmalar yapmak,dilin güncel sorunlarını çözümlemek amacıyla kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyetinin, Türk Dili Araştırma Kurumu sonra Türk Dil Kurumunun Türk Tarih Kurumuyla birlikte 1983’te Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna dönüşmesi -bugün,bu kurumun başkanlığına bir Fars dili ve Mevlana uzmanının atanması ibretle gösteriyor.

*
Kültür emperyalizmi önce konuşma dilini hedef alıyor.
Mesela, Türkiye’de konuşma diline zarar vermek için okuma-yazma öğretiminde Cumhuriyetin “Ses Temelli Cümle Yöntemi”,anlamlı bütün oluşturacak birkaç ses verildikten sonra seslerden, hecelere,kelimelere ve cümlelere ulaşılan öğretimine son vermek gerekmiştir.
Bu suretle ilk okuma-yazma öğretiminin daha başında öğrencinin herşeyin kaynağı tabiattan sesleri duyma ya da kulak algısının gelişmesi önlenmiş -böylece, öğrencinin tabiatın zengin çeşitliliğinden düşünme becerisi,yaratıcılık ve zekâ alanı daraltılmıştır- giderek dinleme,konuşma becerisi zayıflamış sadece okuma-yazma öğrenmekle kalınmıştır.
Çünkü okuma-yazma öğretiminde  Ses Temelli Cümle Yöntemi yerine  Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunun 1981’de kabul ettiği Çözümleme Yöntemi kullanılıyor.
Bu yöntemde ilk okuma-yazma kısa cümlelerle başlıyor,zamanla bu cümleler kelimelere,kelimeler hecelere bölünüyor ve sonunda hecenin içindeki harften sesin sezdirilmesine çalışılıyor…
*
Bir şeyin kavranmasında algının yönü parçadan bütüne değil bütünden parçaya yönlendirilmiştir-ki,milleti oluşturan Dil,Örf ve Adetler,Dünya Görüşü,San’at ve Tarih’in algılanmasına, becerisine, yaratıcılığına ve ortaklaşılmasına engel olunuyor.
Ziyadesiyle din’in anlaşılması engelleniyor-şöyle ki,bütünden kast’edilen”Allah”tır -bakınız, insanın algısı sırayla şu süreci izliyor.
Bütünün yani Allah’ın öğrenilmesi için vah’yin akıldan üstün olduğu ve peygamberlerin insanın yaratılış eksikleri nedeniyle zuhur ettiğinden hareketle insanların fıtratını iman ve ahlak ile zenginleştirmek ve bunu gerçekleştirmek için hayatta nasıl hareket edileceğini öğreten kılavuzlara ihtiyaç doğuyor.
Birisi Peygamberden tebliğ görevini üstlenmiştir ve diğerlerine kendi algısındaki Allah’ın birliğine inanmalarını, tüm yaşamda Allah’ın hükmünden başka hüküm tanımamalarını mecburi kılıyor.
Allah sevgisi içinde o’na kavuşmak arzusunda olan diğerinden ilim,irfan ve manevi zenginlik kazanabilmesi için halis bir rabıta istiyor.
Diğeri lidere muhabbetle bağlanmıştır,muhabbetini teminen liderinin suretini mütemadiyen tasavvur ederek onun yol göstericiliğinde ilim-irfan denizine gark oluyor-aslında,aklı bir objeye sıkıştırılmıştır ve beyin mütemadiyen uydurmaya başlıyor,akıla ve bilime sırt dönülüyor,ne özgür akıl ne özgür vicdan kalmıyor.
*
O yüzden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç inandığı bütünün yoluna koyduğu Başbakan Erdoğan’ın dil gibi çok önemli bir konudaki talimatını  biatla karşılamaktadır -hatta,bazen Başbakan konuşurken aşk’a geliyor, salya ve gözyaşlarını döküyor.
Konuşma diline hakimim edasında olsa da algısı bütünden parça yönünde işlemektedir, kaynakların izin verdiği ölçüde demokrasinin bireye eşit fırsatlar ve özgürlüklerle gelişen rekabet ortamını yaratma görevinde ne düşünme becerisi ne yaratıcılığı ne de geniş bir zeka alanına sahip olmadığı görülüyor,ne özgür akıl ne vicdan aramayınız, sadece muhabbetle bağlı liderine  biat ediyor.
*
Batı emperyalizminin konuşma diliyle oynayarak Türkiye’ye çizdiği profil ortadadır;Türkçe konuşma dili ilk okuma-yazma öğretimi aşamasından itibaren zayıflatılmışken -giderek,YÖK tasarısında yüksek öğretimin amaçları bölümünde Atatürk ilkeleri doğrultusunda eğitim maddesi de çıkarılıyor, üniversitelerde Türk dili dersi zorunlu olmaktan çıkıyor.
*
Her aşamada konuşma dili zayıfladıkça Türkiye’nin cepheleri ve savunma hatları anlamını yitirmektedir,toplumlararası geçişler artarken ulus devlet esniyor.
Nitekim Suriye,Irak,İran ve Türkiye’de Büyük Kürdistan hedefinde  PKK Kürtçülüğü ulus devlete isyandadır. 
Türkiye’nin dört bir yanında  cezaevlerinde  yüzlece KCK tutuklusu  devletin  kültürel soykırım politikası izlediğine de dikkat çekmek üzere savunmalarını Kürtçe yapmak talebiyle açlık grevinde bulunuyor.
  
*
Halbuki Türkçe’de olduğu gibi Kürtçe’nin de  Zazaca,Kırmanci gibi Tunceli’de,Diyarbakır’da,Ağrı’da,Van’da birçok lehçesi,şivesi ve ağızı bulunuyor -fakat,ne  Erzurumlu-Siirtliyi, ne de Batmanlı-Muşluyu anlamıyor.
Hem çok değişik konuşma dilleri,lehçeleri,şiveleri,ağızları hem Kürtçe temel okuma-yazma öğretiminin hiç olmayışı KCK tutukluların davalarında savunmalarını -üstelik, Kürtçe’nin hukuk terim diliyle nasıl yapacakları merak ediliyor.
Bu durumda Türk Mahkemelerinde KCK tutuklularının savunma kayıtlarının Kürtçe tutulmayacağı için savunmaların Kürtçe yapılması bir mahzur teşkil etmiyor-çünkü,bir ülkede çeşitli konuşma dilleri,ağızları bulunmasına rağmen ancak tek bir yazı dili kullanılabiliyor.
Ne ki Türkiye’nin çizdiği bu profilde bunun  biricik teminatını – sadece- Anayasa’da Cumhuriyetin temel niteliklerinde sayılan Atatürk’ün inkilap ve ilkeleri ile  resmi dili belirleyen değişmez maddeler veriyor.

*  
Diline,kelimesine sahip çıkmayan,onu rastgele değiştirmeye,atmaya,bırakmaya,ondan vazgeçmeye hazır bir toplulukta,ulusal kültürün sağlamlığı ve ulusal kardeşliğin birleştirici rolü olamaz.
Her milletin dili kendi kullandığı canlı dildir,Türkçe Türk milletinin konuştuğu dildir – o nedenle,herkesin milletinin yaşaması için onun üstünde titremesi,onu sevmesi,ona saygı duyması gerekiyor. 

7.11.2012 

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir