Densiz Din Adamları

Densiz din adamları insanları dinden soğutuyor!

Yozgat Vaizi Nasuh Yaylagül’ün, bu ülkenin başı açık bütün kadınlarını ve bu kadınların bütün erkek akrabalarını ahlaki zafiyet içinde göstermesinin toplumda yaratmış olduğu infial henüz canlılığını korurken, Samsun İl Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk’ün “İsimler” konusundaki açıklaması bomba gibi düştü Türkiye gündemine. Müftü Efendi demiş ki; “Aileler çocuklarına Kur’an’dan isim koymak isterken ismin anlamına çok dikkat etmeliler. Mesela Sanem ismi çocuğa verilmemeli, Sanem, put demektir. Aleyna sıkça duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı demektir”(1).

Allahtan Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez çıktı da bu densiz din adamına gerekli cevabı verdi. Yoksa kafalar hepten karışacaktı. Mehmet Görmez’in konuya ilişkin açıklaması şöyle:

“Müftünün açıklamalarının kastını aşan ciddi bir yanlış anlama ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Şahsen müftümüzün basına yansıdığı şekliyle bunları ifade etmiş olmasına ihtimal vermiyorum. Çünkü bunlar topluma ve tarihe mal olmuş çok önemli isimler… Her birinin arkasında çok büyük tarihi değerler mevcuttur. Bunları kadim sözlüklerin satır aralarından çıkan manalarla değerlendirmek tamamen kastını aşan bir yorumdur. Bundan dolayı hiç bir kardeşimizin incinmesini istemeyiz. Tamamen kastını aşan yanlış ve zorlama bir yorumdan kaynaklanıyor. İsmin Arapça’daki diğer adı alemdir. Alem aynı zamanda arkasında önemli erdemleri, faziletleri, sembolleri, simgeleri bulunduran kelime ve kavramlardır. Toplum, hem Türkiye’de hem de dünyanın muhtelif yerlerinde bu isimleri verirken hiç bir zaman kadim sözcüklerde yüzlerce manası olan herhangi bir kelimeyi dikkate alarak o isimleri vermezler. Bunu düşünmek, bu şekilde eleştirmek dahi abesle iştigaldir.”(2).

Samsun Müftüsü’nün yapmış olduğu densizliğe bir çıkış da TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Akalın’dan gelmiştir. Şükrü Akalın’ın konuya ilişkin görüşü şöyledir: “Kişi adları üzerine konuşabilmek için müftü değil, dil bilimci olmak gerekir…”(3).

Bu türlü çıkışlardan sonra densiz müftü hemen bir “U” dönüşü yaparak şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır:

“Benim bu konudaki şahsi kanaatim şudur, güzel isim olsun diye Kur’an-ı Kerim’de geçen her kelimeyi, sırf Kur’an-ı Kerim’de geçtiği için çocuğa isim olarak koymak yanlış olabilir. İsimler, kültürümüze, örf ve adetlerimize uygun olmalıdır. Topluma mal olmuş, halkın sevdiği ve saydığı isimler çocuklara isim olarak verilebilir. Bunların dışında söylenen, ifade edilen ve yazılan hususlar, maksadını aşan ve amacının dışına çıkan ifadelerdir. Zira biz insanlarımızın kullanmakta olduğu isimlerin doğruluğunu ve yanlışlığını eleştirme ve tenkit etme gibi ne bir düşünceye sahibiz ne de böyle bir gayemiz vardır.”(4).

Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder

TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Akalın’ın açıklaması yerden göğe kadar haklıdır. Özelde “İsimler” üzerine, genelde ise “diller” üzerine yorum yapabilmek için müftü değil, öncelikle dil bilimci olmak gerekir. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in “Kadim Sözlükler”den kastının ne olduğunu bilemeyiz ama “Kur’an Kavramları Sözlüğü” olarak kabul edilen ve Arap Dili üzerine otorite olduğu söylenen dil bilimci Râgıb El-İsfahani’nin “El-Müfredat” isimli eserinde “Sanem” kelimesi “Put” olarak anlamlandırılmakta ve kelimenin çoğulu olan “Esnâm” kelimesinin geçtiği Kur’an ayetlerinden örnekler verilmektedir(5).

Ancak Sayın Mehmet Görmez bu konuda haklıdır ve bizim görüşümüz de o çizgidedir. Zira Müftü Efendi de iyi bilir ki; İslam’da “ameller niyetlere göredir”. Çünkü Hz. Peygamber böyle buyurmuştur. Dolayısıyla adam eğer kızına “Sanem” ismini koymuşsa, bunu puta taptığı için değil, muhtemelen kelimenin aslını bilmediği için koymuştur. Üstelik “Sanem” kelimesi, mecâzi olarak “Çok güzel kadın” anlamına da gelmektedir(6).

Bilindiği gibi; “Aşık Garip ve Şah Sanem” ismiyle maruf ünlü bir halk hikâyemiz de vardır. Türk Halkı, burada geçen “Şah Sanem”in aslında bir put adı olduğunu hiç düşünmemiş ve bu hikâyeyi dilden dile anlatıp gelmiştir. Böyle olduğu için de hiç bir art niyet taşımaksızın kız çocuklarına “Sanem” ve “Senem” isimlerini vere gelmiştir. Dolayısıyla; Samsun İl Müftüsü aynı zamanda halk kültürümüze de bir saldırıda bulunmuş durumdadır.

“Aleyna” ise sadece “Üzerimize” demektir. “Bela” ve “Sıkıntı” ile uzaktan, yakından alakası yoktur. Halkımız tarafından “Âmenerrasûlü” olarak bilinen ve Bakara Suresi’nin son ayetlerinde (286’ncı ayet) “sıkıntı” ve “aşırı yük” veya “belâ” anlamlarına da gelebilecek kavramlarla birlikte geçiyor diye “Aleynâ” bileşik kelimesine müftü efendinin yüklediği anlamlar yüklenemez. Zira “Aleyna” kelimesi, “üzerine” anlamına gelen Arapça “Alâ” harf-i ceri ile “biz” anlamına gelen Arapça “Nâ” zamirinin birleştirilmesiyle elde edilmiş bir bileşik kelimedir. Ramazan günleri gelince dillerden düşmeyen ve ünlü “Çağrı” filmiyle meşhur olan Arapça bir ilâhide de geçer bu kelime ve şöyle denir: “Tâlâ al-bedrü aleynâ”. Anlamı “Ay doğdu üzerimize” demektir.

Bu yüzden kelimenin zaman içinde insan ismi olarak kullanılması biraz garip karşılansa da bu kelimeden Müftü efendinin dediği anlamlar çıkmaz. Dolayısıyla, aynı zamanda bir akademisyen olan Samsun İl Müftüsü Dr. Hayrettin Öztürk, “Sanem” ve “Aleyna” isimlerini örnek vererek yapmış olduğu açıklamalarla Arap ve Türk kültürleri konusundaki cehlini de ortaya koymuş bulunmaktadır. Atalarımızın “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” şeklindeki özlü sözü galiba tam da Samsun İl Müftüsü gibi din adamları için söylenmiş gibidir. Özetle; müftü efendi, açıkçası ilgi çekmek adına hem cehlini göstermiş, hem de bir miktar zıpçıktılık yapmıştır. Tıpkı Yozgat İl Vaizi Nasuh Yaylagül gibi…

İslami İsim-Gayri İslami İsim

Samsun İl Müftüsü Dr. Hayrettin Öztürk, aslında yalnız değildir bu konuda. Onun gibi düşünen bir sürü din adamı vardır ortalıkta. Hatta bunlardan Diyanet teşkilatında da bolca bulunmaktadır ve onlara göre; İslami isim vardır, gayri İslami isim vardır. Esas olansa; çocuklara İslami bir isim vermektir! Bu şekilde düşünenlerden birisi de halen DİB Genel Merkezi’nde çalışmakta olan İlahiyatçı Yazar Hayati Otyakmaz’dır. Çocuklara karşı vazifelerimizi çocuk henüz ana rahminde iken başlatan Hayati Otyakmaz, Müslüman’a yakışan ismin hangileri olduğunu söylemiyor ama çocuk doğduktan sonra olan vazifelerimizi “Çocuğa, Müslüman’a yakışan güzel bir isim koymak” la başlatıyor Diyanet Aylık Dergi’deki yazısında(7).

Bir başka üst düzey Diyanet mensubu olan Başmüfettiş Hüseyin Çeliker ise yazmış olduğu “Çocuğa güzel isim koyma” başlıklı yazısında şöyle diyor:

Çocuğa verilen isim konusunda her şeyden önce anne ve babanın, İslâm’ın evrenselliğini ve farklı kültür çevrelerinin mevcudiyetini dikkate almak mecburiyeti vardır… Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu konuda ısrarlı tavsiyeleri ve uygulamalarının olması da konunun önemine ışık tutacak mahiyettedir. Öyle ki o, çeşitli bakımlardan İslâm anlayışına uygun düşmeyen isimlere sahip yetişkin veya çocukların isimlerini değiştirerek, onların uygun gördüğü yeni isimler vermiştir… Sonuç olarak, çocuğa verilecek isim geciktirilmemeli, verilecek ismin onun hayat çizgisinde büyük bir önemi haiz olduğu düşünülerek kendi dînî inancımıza, kültürümüze, örf, âdet ve geleneklerimize uygun olan isimler verilmelidir.”(8)

Anlaşılacağı gibi; Hayati Otyakmaz ve Hüseyin Çeliker isimli, Diyanet çalışanları da açıkça söylemeseler bile çocuğa verilecek isimlerin İslam’a uygun isimler olması gerektiğini ima ediyorlar. Peki, nedir İslami isim? Ya da isimleri İslami-gayri İslami olarak ayırmak mümkün müdür?

Yazarı beli olmayan ve “Çocuğa İsim Koymanın Adabı ve Önemi” başlıklı bir yazıda bakın neler yazıyor:

“Çocuğa, Peygamberlerden bir Nebiyyi muhteremin ismi koymak çok faziletlidir. Çünkü kıyamet gününde herkes isimleriyle çağrılacağından, Peygamberlere uyan ismin sahibi, o ismin bereketine ve sevabına nail olur. Bir hadis-i şerifte: Allahü Teâlâ’nın en çok sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır, buyrulmuştur… İsimleri, peygamber isimlerine uyan çocukları tahkir etmekten, onlara kötü söz söylemekten ve lanetleyerek eziyet etmekten de çekinmek gerektir… Özellikle adı Muhammed olan kimseye hürmet etmek gerekir. Bir meclise geldiğinde, hakkına riayet ve yerini genişletmek, yüzüne gülmek, asık suratla karşılamamak ve konuşmamak lâzımdır, buyrulmuştur”(9)

Bu konuda daha fazla söz söylemek niyetinde değilim. Ancak bugün bazı kesimlerce “İslami isim” diye Müslüman çocuklarına verilen isimlerin büyük bölümü, İslam öncesi cahiliye dönemi, yani Müşrik Araplar döneminde de kullanılıyordu. Örneğin; Hz. Peygamber’in aile mensupları olan Muttalip, Talip, Abdullah, Abbas, Hamza, Cafer, Ali, Hatice, Zeynep, Fatma, Rukiyye, Gülsüm, Kasım, İbrahim, Hasan, Hüseyin gibi isimlerin yanı sıra bizatihi Hz. Peygamber’in kendi adı olan Muhammed ismi bile İslam öncesi dönemlerde kullanılan isimlerdi. Bunların yanında Bekir, Ömer, Osman, Zeyd, Bilal, Sait, Vakkas, Halit vs. gibi Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları da cahiliye döneminde doğmuş ve isim almış kişilerdi.

Dolayısıyla; bu isimlere “İslami isim” demek yanlıştır. Olsa olsa “İslam’a da uygun” isim denilebilir. Hele hele, bu isimlere “İslami isim” nazarıyla bakıp, kadîm Türk isimlerini atarak bu isimlere yönelmek, tam anlamıyla kültür yozlaşmasıdır. Arabizmin Türk Milli Kültürü’ne büsbütün egemen olarak onu yok etmesidir. O sebeple; Arabizmin, İslami kisveye bürünerek sinsi bir şekilde Türk Kültürü’ne sızmaması ve sonunda onu hepten ele geçirmemesi için dikkatli olmakta fayda vardır.

Öte yandan, Müslümanlar tarafından kullanılan pek çok ismin aynı zamanda başka din mensuplarınca, mesela Yahudilerce kullanıldığı da bilinmektedir. Örneğin İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Süleyman, Davud, Musa, Harun, Danyal gibi pek çok isim Yahudilerce yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca bazı isimlerin Kur’an’da geçiyor olması, tek başına o isme İslamilik niteliği de kazandırmaz ki; Kur’an’da geçmekle birlikte Müslümanlar tarafından tercih edilmeyen pek çok isim vardır. Lehep bunlardan sadece birisidir!

Özetle; kişi isimlerini “İslami” ve “gayri İslami” şeklinde ayırıma tabi tutmak doğru değildir. Eğer bir isim, ismi taşıyan kişinin içinde yaşadığı toplum tarafından yaygın olarak kullanılıyorsa, o toplumun geleneğinde ve kültüründe varsa, daha doğrusu o toplumun edep ve ahlak anlayışına aykırı değilse İslam’a da uygun demektir. Öte yandan bir insana, sırf taşıdığı isimden dolayı ne saygı gösterilir, ne de bunun için saygısızlıkta bulunulur. Eğer öyle olsaydı, dünyadaki 1.5 milyar Müslüman’ın yüzlerce milyonuna sırf taşıdıkları isimlerden dolayı saygı duymamız gerekirdi. Hele de Araplara. Çünkü onların çoğunun adı Muhammet’tir. Tıpkı Muhammet’ten mütevellit “Mehmet” isminin de Türkler arasında çok yaygın olduğu gibi. Oysa saygınlık ve itibar, insanların taşıdığı isimlerle değil, onların diğer insanlar tarafından nasıl değerlendirildikleriyle, daha doğrusu onların topluma yansıyan tavır ve davranışlarıyla yakından ilintili kavramlardır…
______________
1-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21658130.asp,
2-http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/Diyanet-Isleri-Baskanligi-Duyuru-18498.aspx & ,
3- ,
4-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21653253.asp,
5-Râgıb El-İsfahani, Müfredât, s, 875, 1. Baskı, Çev. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007,
6-bkz. TDK Türkçe Sözlük, c,2, s, 861, TDK Yayını, Ankara, 1998,
7-Hayati Otyakmaz, “İslam’da Çocuk” başlıklı yazısı, Diyanet Aylık Dergi, Sayı: 107, Kasım-1999(http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYANET/kas99/kapgun1.htm),
8-Dr. Hüseyin Çeliker. “Çocuğa güzel isim koyma” başlıklı yazısı,
,
9- http:// www.islamgunesi.com/kiz-isimleri/839-cocuga-isim-koymanin-adabi.html

Densiz din adamları insanları dinden soğutuyor! - laiklik

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir