Malum, salgının en yoğun yaşandığı kent İstanbul. Açıklanan rakamların yüzde 60’ı İstanbul’a ait. Bizde eşimle İstanbul’da görevdeyiz. Eşim İstanbul’un en yoğun pandemi hastanelerinden biri olan Kanuni EAH’de çalışıyor. Ayda 11 Covid-19 nöbeti var.
.
İlk kez dün geceki Covid-19 nöbetinde birkaç dakika da olsa ara verebilmiş. Ama buna rağmen sabah eve geldiğinde yürüyecek hali kalmamıştı. Çünkü bu koruyucu ekipmanlar nefessiz bırakıyor insanı…
.
Geçen haftaki nöbetlerinde 4 saatlik bir periyotta 80 hasta bakıyordu. Dün gece ise bu yarı yarıya azalmış. Ama daha da önemlisi önceki hastaların hemen hepsinde akciğer tutulumu var iken şimdi bu da azalmış.
.
Yani hem vakaların sayısı azalıyor hem de şiddeti. Zaten bu durum bakanlığın açıkladığı verilerde de görülüyor.
.
Vaka sayısındaki baskılanma tabi ki izolasyon önlemlerine bağlı. Ama tedavideki başarının sırrı Türkiye’nin kendi deneyimlerini devreye sokması, yani kendi algoritmasını geliştirmesinden kaynaklanıyor.
.
İlk vakalarda mecburen biz de Çin deneyimlerini dikkate aldık. Çünkü başka çaremiz yoktu. Ama ilk 1-2 hafta sonra kendi tecrübelerimize dayanarak kendi algoritmamızı geliştirdik. Bakanlık neredeyse her hafta algoritmayı yeniledi. Ve böylece dünyadaki diğer uygulamalardan oldukça farklı/ayrışık bir tedavi protokolümüz oldu. Sonuçlarını da alıyoruz.
.
Mesela şunlar yapıldı;
.
1-Hidroksiklorokin tedavisine hastalığın çok erken döneminde başlandı. Tabi bunu yapabilmek için de yeterince ilacınızın olması gerekiyordu. Ve erken davranarak yeterince ilaç stoklamıştık.
.
2-Favipravir tedavisine virüsün replikasyon zamanında yani hastalık iyice ağırlaşmadan -yoğun bakım ihtiyacı ortaya çıkmadan- başladık. Oysa ilk uygulamalarda bu böyle değildi. Ve diğer ülkelerde hala böyle değil. Hastalık ağrılaşınca veriliyor ama o zaman da etkisi fazla olmuyor.
.
3-Yoğun bakımdaki hastalarda erken entübasyondan (invaziv ventilasyondan) vazgeçtik. Çünkü bunun hastalığın seyrini çok değiştirmediğini gözlemledik. Bunun yerine non-invaziv ventilason -CPAP dediğimiz sürekli pozitif basınçlı hava yolu- tekniğine geçtik. Böylece invaziv ventilasyonun oluşturduğu akciğer hasarlarını da önlemiş olduk.
.
4-Ve belki de en önemlisi hastalığın tanımlandığı gibi tipik bir ARDS tablosu olmadığını, koagülopati (pıhtılaşma bozukluğu) gibi ilave problemlerin de meydana geldiğini ve hastaların bu nedenle de kaybedildiğini gözlemledik. Dolayısıyla antikoagülan ilaçları da algoritmamıza eklemiş olduk.
.
5-Tabi tüm bunları Covid-19 tanısı için PCR’dan bile daha hassas olan BT kapasitemizin çok çok iyi olması -ve hızlı tanı- sayesinde yapabildik. Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar BT yoktur (bu durum önceden eleştiri konusuydu ama şimdi işimize yaradı).
Ama tüm bunların üzerinde bahsedilmesi gereken bir şey daha var;
Başta doktorlarımız ve hemşirelerimiz olmak üzere sağlık çalışanlarımızın yoğun hasta kapasitesini absorbe edebilme yeteneği. Normalde biz de acillerdeki ve hastanelerdeki yoğunluğu hep eleştiriyoruz. Ama bu durum bizi adeta bu gibi kriz/kaos dönemleri için hazırlamış oluyor, paralizi/felç olmuyoruz. Bazı Avrupa ülkeleri ve ABD bu nedenle paralizi olmuş durumda. Çünkü alışık değiller böyle bir duruma…
…
Şimdi ilgili alandaki meslektaşlarımız Covid-19 konusundaki Türkiye tecrübesini akademik yayın haline dönüştürüyorlar. Bunları önümüzdeki günlerde tıp literatürüne kazandırmış olacaklar. Dünyanın buna ihtiyacı var. Çünkü Çin verileri çok çelişkili ve eksik idi. Ama biz de dahil hepimiz mecburen ilk vakaları bu verilerle yönettik. Artık şimdi kendi verilerimiz var.
Bir yanıt yazın