DEAŞ gerçeği…

Necdet Buluz

Hep şu iddia edilirdi:
“DEAŞ’ı kuran ve güçlendiren Amerika’dır. DEAŞ ile mücadele adı altında Amerika Ortadoğu’ya yerleşti. Deaş bahanesi ile de zengin petrol ve doğalgaz yataklarına çöreklendi.”
Özetleyelim:
Hiç kimse DEAŞ’ın birden ortaya çıkmasına bir anlam veremedi. Yıllardır bu örgüt ile savaşılıyor ama DEAŞ halen ayakta. Amerika gibi teknoloji zengini bir ülke yıllardır DEAŞ ile başa çıkamaz mı?
Amerika istemiş olsa DEAŞ’ı bir günde bile bitirebilir. Demek ki bitirmek istemiyor. DEAŞ’tan besleniyor. Bunun başka izah yolu da yok.
ABD Başkanı Donald Trump’ın İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’yi öldürme kararı birçok alanda sorgulanmaya ve tartışılmaya başlandı.
Bunların en başında bölgede DEAŞ ve benzeri örgütlere karşı yürütülen ve henüz tamamlanmamış savaş geliyor. ABD öncülüğündeki askeri koalisyonun Irak’ta DEAŞ’a yönelik operasyonları Süleymani suikastından sonra askıya alındı.
ABD ve müttefikleri şu anda esas önceliklerinin kendilerini korumak olduğunu açıkladı. Amerika, bölgede kendi çıkarlarını korumaya devam edeceğini, İsrail’in güvenliğini de tam sağlayacaklarını açıkladı.
Irak’taki El Kaide’nin yıkıntıları üzerinde yükselen DEAŞ yıllardır bir türlü yok edilemiyor. 2016 ve 2017 yıllarında sürdürülen büyük askeri operasyonlarda örgüt Irak ve Suriye’de denetim altında tuttukları toprakların önemli bir kısmından püskürtüldü. Birçok militan öldü, birçoğu hapse atıldı. Fakat örgüt bitmedi. DEAŞ hala Irak ve Suriye’nin bazı bölgelerinde faaliyetini sürdürüyor, pusular kuruyor, para topluyor ve öldürüyor.
Bugün yine bölgedeki en tehlikeli örgüt olarak dikkatleri çekiyor.
Gerçek şu:
Öldürülen Süleymani bölgede DEAŞ’ın en büyük düşmanıydı. DEAŞ ile en kanlı mücadeleyi veren birisi olarak da tanınıyordu.
Donald Trump’ın Kasım Süleymani’nin öldürülmesi kararı DEAŞ açısından “en büyük düşmanın”ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Peki, Amerika’nın ve İsrail’in de düşmanı olarak gösterilen DEAŞ ile dişe diş mücadele eden Süleymani gibi bir komutan neden öldürüldü? Burada bazı soru işaretleri oluşuyor.
Konuyu daha iyi analiz edebilmek için şu noktaları da anımsayalım:
2014 yılında büyük bir atak başlatan DEAŞ, Irak’ta ülkenin ikinci büyük kenti Musul dahil çok geniş alanları kontrolü altına almıştı. Irak’taki Şii din adamı Büyük Ayetullah Ali Sistani, DEAŞ’a karşı seferberlik çağrısı yapmış, binlerce Şii genç savaşmak için gönüllü olmuştu. Bu güçlerin silahlı birliklere dönüştürülmesinde Kudüs Gücü’nün ve onların komutanı Süleymani’nin büyük rolü olmuştu.
Şii milisler DEAŞ’a karşı etkili bir mücadele yürüttü. Şu anda İran destekli Şii milisler Halk Seferberliği (Haşdi Şabi) adı verilen bir örgütlenme çerçevesinde Irak ordusu ile bütünleştirilmiş durumda. Önde gelen milis komutanları da güçlü siyasetçilere dönüştü.
Şu noktaya dikkat:
Amerika DEAŞ ile Türkiye’ye karşı terör örgütü PYD/ PKK unsurlarını mücadele ettirerek bu örgütleri “terörist” olarak görmüyor.
Ulusal Güvenlik Savunma ve Strateji’de yer alan bir değerlendirmede buonu çok daha net açığa vuruluyor:
“Suriye İç Savaşı çerçevesinde ülkenin kuzeyinin DEAŞ unsurlarından temizlenmesinde rol oynadığı gerekçesiyle ABD’nin teşekkür ettiği, silah ve mühimmat transferi yaparak desteğini ortaya koyduğu terör örgütü PYD/YPG’nin bölge halkına karşı uyguladığı zulüm, çeşitli raporlarla net bir şekilde ortaya konmaktadır. İç savaş koşullarında son derece pragmatik bir yol izleyerek bölgedeki ittifaklarını çeşitlendiren, değişen güç dengeleri kapsamında bunlarda revizyona giden terör örgütünün kontrolünü güçlendirmek amacıyla başta muhalif Kürt grupları, Arap ve Türkmenler olmak üzere bölge halkına her türlü şiddet ve baskı aracını uyguladığı görülmektedir.
PYD/YPG’nin DEAŞ’la mücadele söylemi üzerinden sürdürdüğü terör kampanyası karşısında, uluslararası camianın sözkonusu örgütün terör örgütü kapsamında değerlendirilmesinde gösterdiği isteksizlik ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları çerçevesinde bölgeye operasyon düzenleyen Türkiye’ye karşı yükseltilen eleştiriler, bir taraftan DEAŞ’la mücadele söyleminin PYD/YPG’ye bölgedeki baskısını sürdürmesinde hareket serbestisi sağlanmasına diğer taraftan da Suriye konusunda etkili olan güçlerin barışın tesisi noktasındaki isteklerinin samimiyetinin sorgulanmasına neden olmaktadır.”
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir